4. Bölüm

351 33 12
                                    

Yeşilliklerle çevrelenmiş bu koca kampüs Seoul'ün güneyinde büyük bir arazinin üzerine kurulmuştu. Geleceğin varisleri, bürokratları ve sanatçıları için tasarlanmış konforlu bir dizaynı aynı zamanda sarayın ihtişamlı günlerini yansıtan tarihi bir dokusu vardı.

Sakuraların pembe yaprakları müzik fakültesine giden yolu bir halı gibi kaplıyordu. Onları her zaman kara benzetirdim.

Pembe kar...

Sarsak adımlarla yürüp nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Sakinleşmeliydim.
Canım yanıyordu. Öyle açık, görünesi bir yaram vardı ki beni azıcık tanıyan biri hiç çekinmeden oradan vurabiliyordu. İyileşemiyordum.
Ve asla iyileşemeyeceğimi biliyordum.

Huan gölünün olduğu eğlence parkına doğru yürüyordum.
Su beni sakinleştirirdi.
Yapay golün kıyısına geldiğimde elimi bir kiraz ağacına yaslayıp dinlenmeye başladım.
Hüzünlü bir keman sesi duyuluyordu uzaktan.
Gökyüzü giysisine henüz karar vermemişti. Aklı portakal reçeliyle vişne reçeli arasında
gidip gelirken bu harika manzaraya ve eşşiz melodiye şükranlarımı sunuyordum. Sanırım ihtiyacım olan tek şey buydu.

Ayaklarım beni sesin sahibine doğru götürüyordu. Büyülenmiş gibiydim. Onu görebiliyordum. Arkası bana dönüktü. Parmaklarından dökülen notalar masalsı bir an yaratıyordu. Sakuralar omuzlarına dökülüyordu. Pembe karlar her yerdeydi. Gölün sihirli yaratıklarını müziğiyle uyandırmaya çalışan bir orman perisi gibi...
Ona doğru çekiliyordum, keşfedilmemiş bir yetenek olabilir miydi? Başını hafifçe yana yatırmasıyla zeminin ayaklarımın altından çekildiğini hissettim.

O'ydu.

Benim yerime seçilen yeni çocuk...

Birini hiç tanımadan nefret etmeniz mümkün müydü. Hiç konuşmadan ona ait olan her şeyi aşağılık bulmanız. Sonradan gelip de hiç bir sunbae saygısı olmadan sizi kendine rakip görmeye cüret eden küçük bir çocuktu. Okula başlar başlamaz en iyinin kim olduğunu öğrenmiş ve gözlerini utanmazca üzerime dikmişti. Benimle yarışıyordu hissediyordum. Ama bugüne kadar onu benim için tehlikeli bir rakip olarak görmüyordum. Şimdiyse öyle masum görünüyordu ki. Karamel rengi saçları. Gün ışığında parlıyordu. O güzeldi, mutluydu, huzurluydu. Benim aksime o kocaman gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmuyordu. Belki de bu yüzdendi. Belki de bu kadar cok mutlu olduğu için ondan bu kadar nefret ediyordum.
Benden yaşça küçük ve tecrübesiz bu çocuk kolayca gelip beni yerimden edebiliyordu.
Son notalara yaklaşıyordu.

Vivaldi'nin Viva la Vida'sıydı.

Kusursuzdu.

Kusursuz olan şeylerden nefret ediyordum. Parça son kez yükselip sona erdiğinde gösterişli bir şekilde alkışlamaya başladım. Şaşkınlıkla arkasına döndüğünde gözlerindeki kocaman bakışlar burda görmeyi beklediği en son kişi olduğumu açıkça anlatıyordu. Huzursuzca etrafına bakınmaya başladı. Benimle yalnız kalmaktan hoşnut olmadığı belliydi.

"Yavaş tempoda çok iyiydin ama allegroların baya kontrolsüzdü özellikle son konçertoda Vivaldi'nin kalbini kırardı."

Ukalaca gülümsedi oda bunun gerçek olmadığını biliyordu.

"Keman çalmayı bildiğini bilmiyordum."dedi.

Bu okula geldiği ilk günden beri bana rakip olmaya çalıştığını ikimizde biliyorduk. Muhtemelen ders notlarımı bile benden önce öğreniyordu. Yavaşça ellerimi uzattım.

"Göstermemi ister misin?"

Tedirgindi.

Gözlerini hafifçe kısmasından kafasında bu durumu tarttığını anlamıştım. O da benim gibi birini kendine düşman etmek istemiyordu. Beyaz kemanını yavaşça ellerime uzattı. Belli ki kendince bana bir şans veriyordu.
Kemanı alıp omzumla başım arasına yerleştirdim ve yavaşça çalmaya başladım.
-Rosweltin Kanlı Düğünü- gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Bense onu küçümseyen bakışlarla süzüyordum. Üzgünüm ama bunu haketmişti.

''Düşler sadece gözlerimiz kapalı olduğu sürece gerçektir Luhan.'' dedim.

Kelimere sakince bastırarak. Parmaklarım tellerin üzerinde yavaşça gidip geliyordu. Kemanın hüzünlü sesi az sonra olacakları engellemeye çalışıyor gibiydi. Oysa ben Beakhyundum. İstedigim bir şeyi elde etmekte üstüme yoktu.

"Ne dilediğine dikkat et Luhan."

Tellere vuruşlarımı sertleştirdim. Keman ellerimin arasında son nefesini vermek üzereydi. Luhan'ın korku dolu bakışları, gözlerim ve parmaklarım arasında gidip geliyordu.

"Başkalarının düşlerinde gözlerini açma."

Ve son darbemle birlikte yayın ustaca dokunduğu teller cılız bir sesle birbirinden ayrıldı. Yüzümdeki çarpık gülümseme Luhan'ın gözlerinden düşen bir damla yaşla yerini şaşkınlığa bıraktı.
Ne yani ağlıyor muydu uyduruk bir keman yüzünden...
Gerçekten bu kadar korkmuş muydu bu yüzündeki bakışta neydi.
Sanki az önce onu öldürmüşüm gibi...

Hayretle gözlerine bakıyordum. Kemanı alıp başımda parçalasa daha az şaşıracağım bir gerçekti. Ben onunla savaşmak istiyordum oysa o küçük bir çocuk gibi karşımda ağlıyordu.

Omzumda hissettiğim güçlü eller beni hızla arkama döndürdü. Uzun boylu iri bir cocuk gözlerimin içine tüm nefretiyle bakıyordu. Karanlık bakışlarla beni küçümseyerek süzüyordu.
Luhan'ın arkamdan cılız bir sesle

"Hyung yapma." dediğini duydum.

Ama artık cok geçti. Sevgili hyungu çoktan yumruğunu kaldırmış ve suratıma geçirmişti.

Secret ObsessionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin