7. Bölüm

324 33 19
                                    

KİM JONGIN

Kalbim en son ne zaman bu kadar hızlı atmıştı hatırlamıyordum. Ondört yıllık esaret sonunda bitiyordu. Ülkemden, ailemden uzakta geçmiş ondört uzun yıl.

Tüm dünya için özgürlüğün simgesi olmuş o şehir, benim için tavanı olmayan bir hapishaneden ibaretti. Tek başıma yaşamaya alışmıştım.

Yalnız olmaya...

Tam bir gün ülkeme tekrar döneceğimin ümitlerini kaybetmeye başlamıştım ki babam yakında yapılacak olan düğün töreninde beni de yanında görmek istediğini söyleyip şaşkınlığa uğramama sebep olmuştu.

Bir babam vardı değil mi?

Benimle yardımcıları aracılığıyla konuşan, yılda bir kez - doğum günümde - özel olarak Newyork'a gelip benimle akşam yemeği yiyen - ki bu yemekler olabildiğince sessiz geçerdi - bir babam vardı.

Liseye kadar aile kavramı hakkında bildiğim tek şey Bay Jordandı. Mesafeli ve sessiz bir adamdı, gülümsemesini nadiren gördüğünüz kimselerden.

Babamın gelmediği doğum günlerimde küçük bir pasta alır ve onu üflerken bir fotoğrafımı çekerdi. İşte sadece o zaman beni gülümsetmek için yüzünde ufak bir tebessüm oluştururdu.

Nedenini bilmediğim bir halde ben dışlanmış bir çocuktum. Babamın bana hiç bir zaman dokunduğunu hatırlamıyorum. Her zaman bir vebalıymışım gibi biraz uzağımda dururdu. O yüzden insanlara dokunmak konusunda hala sıkıntı yaşıyorum. İstemediğimden değil, istenmeyeceğim için.

Çocukluğum onun beni sevmesi için mükemmel bir evlat olma çabalarımla geçti. Okul birincilikleri, binicilik, okçuluk, ve bir çok savunma sanatında hatrı sayılır dereceler, sırf bir kez izlediğimiz tenis maçındaki heyecanını gördüğüm için belki beni de izlemeye gelir diye yıllarca emek verdiğim tenis turnuvaları.

Yıllardır ben kendimi ona sevdirmek için çabalamışken o çoktan kendine yeni bir oğul yapmıştı ve şimdi de onun annesiyle evleniyordu.

Benim annem mi?

Bilmiyorum...

Hakkında en ufak bir fikrim yok. Elimde bir fotoğrafı yok. İsmi yok, bunları araştırmam çok uzun yıllar önce yasaklandı.

Küçükken geçirdiğim bir kaza yüzünden sekiz yaşımdan öncesini hatırlamıyordum. Muhtemelen annemde o anılarımla birlikte
tarihe görülmüştü.

Ne acı...

Babamın yeni doğum günü hediyesi buz mavisi Ferrarim hava alanının önüne, yeni şoförüm tarafından park edildiğinde aklımdan geçenler tam olarak bunlardı. Saat 21:00 olmuştu ve Chanyeol hala gelmemişti.

Beni unutmuş olamaz değil mi?

Herkes unutabilir ama o unutmaz. Başımı bıkkınlıkla sağa sola sallayarak yeni arabama binmektense, Chanyoel'ü beklemek için gelen yolcu bölümüne doğru tekrar yürüdüm.

Liseye ilk başladığımızda o da ben de Koreden Amerikaya okumak için gönderilmiş iki çocuktuk. Benim aksime o bu durumdan hiç şikayetçi değildi. Gülmek için her zaman bir sebebi vardı benimse gülmemek için.

Ondan uzak durmaya çalışmama rağmen bir şekilde beni bir yerlerde bulup koruyordu. Destek olup ilgileniyordu. Onun yanında kendimi evde gibi hissediyordum. Annem yoktu, babam yoktu ama artık bir hyungum vardı.
Parçalanmış kalbimin dağılmasını önlüyordu.

Bizim yıkıntılardan kurduğumuz bu aile küçük kardeşi Luhanında katılmasıyla tamamlamıştı.

Mutluydum...

İlk kez gülmekten korkmuyordum. Aitlik duygusu yeni yeni tattığım bir şeydi. Yeterince büyüdüğümü düşündüğüm bir zamanda Chanyeol ve Luhan üniversite için Koreye dönmek zorunda kaldı. Tekrar dağılmak üzereydim ki bana söz verdiler. Yeterince güçlendiklerinde bir araya geleceğimize dair. Tanrıya şükür ki babam onlardan önce davranmıştı.

Şimdi yapmam gereken tek şey düğün bahanesiyle geldiğim Korede kalabilmek için habersizce kaydımı aldırdığım üniversitede, okumama izin versin diye babamı ikna etmekti.

Güçlüydüm...

Artık burada kalmam için daha güçlü sebeplerim vardı. Gerçek bir aile.

Tam da 'gerçek ailemin' beni bu hava alanında unuttuğu düşüncesiyle yüzleşmeye başlamıştım ki Luhan'ın şaşkın bakışlarla üzerime doğru koştuğunu gördüm.

- " Yaah Kai! Geldin mi? Bu gerçek mi? Hyung, bu Kai öyle değil mi? Nasıl oldu bu hyung biliyordun ve bana söylemedin! "

Luhan heyacanla peşpeşe kurduğu cümlelerin arasında bir Chanyeol'ün üzerine bir benim üzerime doğru adım atıyordu.

- " Hey yaramaz bambi beni ne kadar çok özlediğini böyle mi gösteriyorsun?"

Ona yaklaşıp saçlarını karıştırdım. Kafasını hızlıca çekti ve

- " Neredeyse seninle aynı boydayım ve bana hala çocukmuşum gibi davranıyorsun." deyip suratını astı.

- " Ohh Chanyeol duyuyor musun küçük bambimizin boynuzları çıkmaya başlamış hyungunu gıdıklıyor."

Luhan yalandan sinirlenmeye çalışırken Chanyeol kahkalarla gülüyordu. Ve ben tekrar nefes alabildiğimi hissetmeye başlamıştım.

Seoul eskisi kadar ulaşılmaz ve korkutucu gözükmüyordu.

------------------------

Tekrar merhaba :) Bundan sonraki bölümlerde hikayemize giriş yapıyoruz. Karakterlerin yaşayışları hakkında bilgi sahibi oldunuz artık :) Fikirlerinizi benimle paylaşın lütfen.

Hepinize iyi okumalar ♡♡♡

Secret ObsessionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin