5. Bölüm

283 28 12
                                    

PARK CHANYEOL

Ben Park Chanyeol, Park Grubunun gözde varisi, nam-ı diğer gururlu ve kibirli oğul. İşte bir çok magazin dergisi ve ikinci sınıf tv programlarında beni bu şekilde tanıtılırken bulabilirdiniz.

Gerçekte ben kim miyim, üniversite son sınıf öğrencisi bir CEO adayı olarak hayata atılmaktan ziyade iteklenmiş sorunlu bir adam.

Omzumdaki sorumluluk taşıyamayacağım bir ağırlığa ulaşmaya başlamıştı. Babam harika bir adamdı. Ama artık mezun olmak üzereydim ve yönetim kurulu beni bir an önce o kasvetli toplantı odasında Başkan yardımcısı koltuğunda görmek istiyordu.

Hayat neden dizilerde göründüğü kadar basit değildi. Hemen hemen bütün Sbs dizilerinde Chaebol çocukları istediklerini yapıyor günlerini gün ediyordu. Bense doğduğum günden beri bir veliahtın özellikleriyle donatılmıştım.

Duygularını asla belli etme sinirlensen bile yumruklarını kontrol et. Zayıf yönlerini kimseye gösterme. Çok fazla gülümseme ve insanlarla samimi olma. Gerçekten de dergilerde yazıldığı gibi kibirli ve mağrur biri olarak görünüyor olmalıyım.

Aslına bakarsanız gerçek ben hala içerde bir yerlerde mi yoksa sonunda böyle bir adama mı dönüştüm artık emin değilim.

- "Aishh. Lanet taş."

Dengemi tekrar sağlayıp az önce etrafı tozutmama sebep olan taşa baktım.

- "Ayağıma takıldığın için seni dava edebilirim. Bu konuyu bir ara avukatımla konuşmalıyım."

İşte paranın, gücün ve soyadının sizi getirdiği nokta.. Bu taşı dava edemesem bile bu yolun sahibini dava edebilirdim.

Sakuralar uçuşan pembe yapraklarıyla çevrenin, küçük bir kızın oyun odası gibi görünmesine sebep oluyordu.
Ne manzara ama... Pembeden her zaman nefret etmiştim.

Huan gölünün kıyısına yaklaşmış olmalıyım. Nerede bu çocuk. Az sonra Seoul'e inecek uçakta kimin olduğunu bilse eminim kaybettiği her saniye için başımın etini yiyor olacaktır.

Uzaklardan ince bir keman sesi duyulmaya başladığında ona biraz daha yaklaştığımı anlamıştım. Sürprizimi duyduğu andaki yüz ifadesini görmek için sabırsızlanıyordum.

Keman sesi gittikçe artarken bu çalan parçanın pekte Luhan'ın tarzı olmadığı belliydi.

Kasvetli ve korkutucuydu.

Kaşlarımın çatıldığını hissettim. Bir şeyler beni huzursuz ediyordu. Sesin geldiği yöne doğru hızlı adımlarla yürürken gölün kıyısında karşılıklı duran iki bedeni görmemle merakım iyice artmıştı. Luhan'ın yüzü bana dönüktü ilginç olan ise hüzünlü gözlerle karşısındaki adama bakıyor olmasıydı.

Beyaz keten pantolonunu yine üzerine giydigi beyaz keten bir gömlekle tamamlamıştı. İçinde bulunduğu manzaraya bir hayli uyum sağlayan bu genç çocuk, çaldığı parçaylaysa müthiş bir tezat oluşturuyordu. Masum görünüyordu. Ama kötülük saçıyordu.

Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Luhan'ı çocukluğundan beri tanıyordum. Babası annemle evlenmeye karar verdiği günden beri benim küçük kardeşim olmuştu. Birlikte büyümüştük ve kocaman mutlu bir aile olmuştuk. O her zaman etrafa ışık saçan neşeli bir çocuktu. Onu nadiren böyle görürdünüz, annesinin ölüm yıldönümü gibi kasvetli günlerde.

Adımlarımı tekrar hızlandırıp onlara doğru yürümeye başlamıştım ki keman çalan çocuk sert bir hareketle tellerin birbirinden ayrılıp kopmasına sebep oldu. Gördüğüm manzara karşında şok olmuştum o keman Luhan için her şey demekti. O kadar değerliydi ki ona bizim dokunmamızdan bile hoşlanmazdı.

Luhan sessizce ağlıyordu. İçimde bir şeylerin zincilerinden koptuğunu hissettim. Öfke ve ateş her yerimdeydi. Daha önce böyle bir şekilde kontrolümü kaybettiğimi hatırlamıyordum. İstediğim tek şey o kendini bilmez çocuğun yüzünü güzelce bir dağıtmaktı.

Hışımla üzerine yürüyüp onu kendime çevirdim. O daha ne olduğunu anlamadan ilk yumruğumun tadına bakmıştı bile. Yere savrulmuş ve sırt üstü düşmüştü. Zavallı bir çabayla dirsekleri üzerinde toparlanmaya çalışıyordu.

Dudağının kenarından akan kırmızı sıvı bile beni sakinleştirmeye yetmiyordu.

O an Luhan'ın çaresizce bana yapma diyen sesini duydum. Korkmuş olmalıydı. Onun yanında ilk kez kontrolümü kaybediyordum ve o bu kadar kötü haldeyken sakinleşmekten başka çarem yoktu.

Yerde yatan yaralı çocuğa baktım. Eğer gözlerimden ateş çıkıyor olsaydı eminim bu bakışlarla onu küle çevirebilirdim. Şaşkınca bana bakıyordu. Şaşkındı ama aynı zamanda korkusuz.

Bu gözleri tanıyordum. O'ydu.

Byun Beakhyun, sanat fakültesinin gözde öğrencisi... Luhan'ın bu okula geçmek için bizi Amerikadan sürüklediği biricik idolü. Tam bir hayal kırıklığı...

Luhan'ın gözlerinde gördüğüm yılgınlık onu orada parçalara ayırma isteğimi bastırıyordu. Yumruklarımı ve dişlerimi sıkıp derin bir nefes verdim. Eğer içimde usulca oturan nefreti kızdırdıysanız sonuçlarınada katlanmak zorundaydınız.

Yavaşça arkama döndüm Luhan'ı ve kullanılmaz hale gelen beyaz kemanını oradan alıp giderken yerdeki çocuk pembe sakura yapraklarının arasında *Shini'nin bir tablosundan çıkmış gibi görünüyordu.

Ve ben bir kez daha pembeden nefret ediyordum.

* Shini, eserlerinde yalnızca pembe sakuralar kullanan özgün bir ressam.

Secret ObsessionHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin