Merhabaaa! Nasılsınızzz?
Umarım hepiniz çok iyisinizdiiir.
Bölüme geçmeden önce oy verip satır aralarına yorum yaparsanız çok sevinirim.
---
"Vatan için can veren bütün şehitlerimizin anısına. Saygı ve minnetle anıyoruz..."
---
Ölüm. Ölüm, hepimize çok yakındı. Her anımızda ölüm vardı. Biz ölümle cirit atanlardık. Biz, göz göre göre, bile isteye ölüme yürüyenlerdendik.
Ölüm, bizim için bir sondan öte, bir yol arkadaşıydı. Nefes alırken dahi onun soğuk varlığını hissederdik; kanımıza işleyen bir korku değil, aksine cesaret veren bir farkındalıktı bu. Gözlerimizi kapattığımızda peşimizi bırakmayan karanlık bir gölge, her an omuz başımızda bekleyen bir sessizliğin ta kendisiydi.
Her gün hayatla ölüm arasındaki o ince çizgide yürürken, yüreklerimizde hissettiğimiz tek şey, bizden geriye ne kalacağıydı. Geride bıraktığımız insanlar, yarım kalan hayaller ve asla yaşanamamış mutluluklar... Bizim savaşımız sadece dışarıdaki düşmanla değil, kendi içimizdeki pişmanlıklarla da veriliyordu. Her kurşun sıktığımızda, hayatla ölüm arasındaki dengeyi sorguluyorduk. Acaba bu son mu olacaktı? Belki de bir sonraki köşeyi döndüğümüzde, o kaçınılmaz sona ulaşacaktık. Ama bu düşünce bizi durdurmuyor, aksine daha da güçlendiriyordu.
Çünkü biz, ölüme aldırış etmeden yürüyenlerdik. Bir dost gibi bağrımıza basar, onunla dalga geçerdik. Ölümü korkutmaktı belki de amacımız, çünkü korkmadığımız tek şey oydu. "Bir gün hepimiz öleceğiz," derdik birbirimize, sanki o günü bekliyormuşuz gibi. Ama aslında ölümden değil, arkamızda kalanlardan korkardık. Anılarımıza ihanet etmekten, sevdiklerimizi yarı yolda bırakmaktan korkardık.
Ölüm hepimizin peşindeydi, ama biz ondan hızlı koşuyorduk. Koşarken düşen dostlarımız oldu, her birinin ardında koca bir boşluk bırakan. Ama biz yine de durmadık. Her düşenle biraz daha karardı ruhlarımız, biraz daha azaldı umudumuz. Ama ölmektense yaşamayı seçtik. Yaşamak ve savaşmak... Son nefesimize kadar mücadele etmek. Çünkü biliyorduk ki ölümü alt edemezdik ama onunla dalga geçebilir, onu hiçe sayabilirdik.
Kalbimde kocaman bir ağırlık vardı. Sanki, sanki kalbimin üzerine kocaman bir öküz oturmuştu. Kasketimi yavaşça başıma geçirip arabaya bindim.
"Kurşunlara dizilmeyi yeğlerdim şuan." Kurumuş dudaklarımı aralamadan başımı sallayarak Senem'i onayladım.
Bu gün, bayraklar yarıdaydı. Karargâh yastaydı.
Kalbimdeki ağırlıkla koltuk kenarına tutunarak gözlerimi kapattım. Sessizliğin içinde bir süre sadece motorun titreşimini ve göğsümde yankılanan o sızıyı dinledim. Karargâhın önündeki bayrak, rüzgarın hafif dokunuşlarına boyun eğmiş, yarıya kadar inmişti. Bugün, hepimiz biraz eksilmiştik.
Uras'ın sesi, boğuk ve kederli, o kasvetli havayı daha da ağırlaştırdı. "Birini daha toprağa veriyoruz."
Gözlerimi açmadan kafamı hafifçe salladım. Kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Konuşmak imkansız gibiydi. Her nefes alışımda, koca bir boşluk doluyordu ciğerlerime. Hangi kelime bu boşluğu doldurabilirdi ki? Hangi cümle bu acıyı hafifletebilirdi?
Baran, ellerini sıkıca birbirine kenetlemiş, sessizce pencereden dışarı bakıyordu. Gözleri dalıp gitmiş, belki de yaşadığı her acıyı yeniden anımsıyordu. Her birini içselleştirip, kendi yüküne ekliyordu. Kimse böyle bir günü yaşamak zorunda kalmamalıydı. Hiç kimse, böylesi bir kaybı bu kadar defa yaşayıp, hâlâ ayakta durmayı başarmamalıydı.
YOU ARE READING
YÜREK SEVDA (DÜZENLENİYOR)
Romance"Yolun, ay yıldızlı bayrağımızla aydınlansın, kızılcığım." Son sözleriydi bunlar. Gözlerim ellerime doğru indi. Kan içindeydiler. Onların kanı... Annem ve babamın kanı... "Anne," kuru bir sesle mırıldandım. Babama döndüm. "Baba." Bu gerçek değildi...