"your lips,
my lips
apocalypse."
içmiştim.
böyle bir hataya nasıl düşmüştüm bilmiyordum ama ilk defa içmiş, üstüne biraz abartmıştım. tek amacım emir ile birlikte eşleşmiş olduğumuz proje makalemizi tamamlamaktı aslında. şu an başım dönüyor, her şey çift görünüyordu. ceylan'ın da olacağına güvenerek onaylamıştım emir'in doğum günü davetini.
içkili ortamlarda kendime hâkim olabiliyordum. pek sevmezdim kokusunu. kendime yeni bir hayat kurarken hepsini geride bırakmıştım. bana geçmişi hatırlatan hiçbir şeye tahammülüm yoktu.
şu an ise...
yanıma koşarak gelen ceylan'a dolu gözlerimle baktım. kötü hissediyordum. hatta kötünün de kötüsü... dipteydim. kendime verdiğim en büyük söze ihanet ederek içmiştim.
üstüne üstlük sarhoş olana kadar.
kumral saçlı arkadaşıma sıkıca sarılarak, "aptalım..." diyerek mırıldandım. arada hıçkırıyordum ve kelimeler ağzımdan yuvarlanarak çıktığından ne dediğim tam anlaşılmıyordu. biraz bebek gibiydim cümle kurarken.
başını olumsuz anlamda salladı, ceylan. "seni buraya getiren emir'in aptallığı. bir de üstelemiş içmen için, geri zekalı!" ayağa kalkmama yardımcı oldu. arabasına doğru ilerlememe yardım ederken, "telefonumu açmadığında çok endişelendim," dedi.
telefonum...
ona doğru düzgün bakamamıştım ki! arkadaşım arabaya binmeme yardım edip kemerimi bağladığında bir çocuk gibi burnumu çektim. çantamın içinden beceriksizce aradım telefonumu. nedendi bilmiyordum ama telefonuma bakmadığımı hatırladığım andan beri aklıma gelen tek kişi barış alper'di.
bana yazmış mıydı? cevap alamayıp endişelenmiş miydi?
telefonumun kilit ekranını açtığımda altı cevapsız çağrının olduğunu gördüm; ondandı.
whatsapp'a girdim. sohbetlerin arasından hemen seçtim onu.
barış alper: çalışmanız
nasıl gidiyor? (17.45)barış alper: emir miydi
arkadaşının ismi (17.47)barış alper: bakmadığına göre
çalıştığınız konu derin :) (18.32)barış alper: neyse
keremle dışarı çıkıyorum
vakit ayırıp baktığında görüşürüz (19.00)bir süre mesaj atmamış, gecenin sonuna doğru yazıp cevapsız aramalar bırakmıştı.
barış alper: endişeleniyorum artık
cevap verir misin, güneş? (21.45)barış alper: pekala (22.03)
güneş: özğr dilerşm (23.34)
klavyeyi çift gördüğümden düzgün yazamıyordum. mesajım anında görüldü oldu, hemen ardından ise görüntülü arama isteği kaldı. ceylan kırmızı ışıkta durduğunda, "aç," dedi yumuşakça. "merak etmiştir enişte."
enişte...
içten içe gülümsedim. aramayı yanıtladığımda telaşlı gözlerle baktı bana.
"neredesin sen, güneş?" birbirine bastırdım dudaklarımı. o'nun tarafından sahiplenildiğimi hissediyordum ve bu sahipleniliş kabaca tavırlardan uzak; özel hissettiriyordu.
"özür dilerim..."
"dileme," dedi kesin bir tonda. "kiminleydin, neredeydin?"
göz ucuyla ceylan'a baktığımda güldüğünü gördüm. omzumu silkerek, "emir'le ders çalışıyorduk ama sonradan yakın arkadaşının doğum gününe geçtik." kelimeler ağzımdan yuvarlanarak çıkıyordu ama barış beni o kadar rahat dinliyordu ki... hayatında kaç sarhoş kadın dinlemişti?
konudan uzaklaşarak, "beni anlayabiliyor musun?" diyerek sorduğumda afallamıştı. başını olumlu anlamda salladı. "anlayabiliyorum, güneş. devam eder misin? doğum günü dedin, orada içtin mi?"
kıskanç yanım ağır basmıştı. hoş... şu an mantıklı hiçbir yanımın çalışmadığına kalıbımı basabilirdim. panelimi anksiyeteden daha kötü yöneten bir duygu ele geçirmişti: rezillik.
"nasıl bu kadar rahat anlayabiliyorsun?" kaşlarını çattı. "söylemek istediğin şeyi açar mısın?" diyerek sorduğunda ceylan elini başına götürdü. ne zaman bir rezillik çıkarsam böyle yapar ve beni uyarırdı ama şu an hiçbir şey umurumda değildi.
"hep sarhoş kadınları mı dinlersin?" gergin yüz hatları yumuşadı. dudakları kendini beğenen minik bir sırıtışla çatlanmıştı. dilini dudaklarının üstünde gezdirip, "neden soruyorsun?" diyerek sorduğunda gözlerimin dolduğunu hissettim.
"haklısın, sormamam gerekirdi. beni ilgilendirmez."
"güneş.." dedi ve iç çekti telefonunun ekranındaki sarışın. "sarhoşluğunu benimle geçir isterdim."
"yuh..." diyerek fısıldadı ceylan.
ben ise kaşlarımı çattım. "neden?"
"gözlerinin dolmasına izin vermezdim." salak salak ona baktığımda gülmüştü. "doğum gününde mi içtin?" diyerek sorduğunda, "evet," diyerek onayladım ve bakışlarımı kaçırdım. "ilk defa."
"yanında kim var? kimin arabasındasın?"
"arkadaşım ceylan'ın." olumlu anlamda salladı başını. "bir daha arkadaşının ya da benim olmadığım yerde lütfen sarhoş olma."
usulca hıçkırdım. midem bulanmaya başlamıştı. "sarhoş olmak istediğimde seni mi arayacağım? çocuk muyum ben?" diyerek itiraz ettiğimde cevabı kesindi.
"çocuk değilsin, güneş. ama çok güzelsin. anladın mı?"
kalbim hızlandı. iltifatı karşısında nefesimin kesildiğini hissettiğimde kurumuş dudaklarımı ıslattım dilimin ucuyla. kısa süreliğine dudaklarımda oyalandı bakışları. iç çekti. "neyse..." dedi kendisine hakim olmak ister gibi. "telefonu arkadaşına çevirir misin?"
telefonu ceylan'a çevirdiğimde, "selam," dedi barış. "güneş eve gittiğinde bana haber verirsin, değil mi? sızacak gibi birazdan."
başını olumlu anlamda salladı, ceylan. o sırada barış'ın kadrajına kerem girmişti. ben de yandan görebiliyordum ekranı. "h-haber veririm tabii ki.."
"teşekkürler, iyi geceler." barış telefonu kapatmadan önce duyduğumuz tek şey kerem'in kumral saçlı kızın -yani ceylan'ın- kim olduğunu soruşuydu.
x
MEYHANECİ SARHOSUM BU GECEEE
asigim asik cal bu gece.
nasil olmusuz!!!
baska baris fici istersiniz mi (turkce agliyor)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kelebekler, barış alper yılmaz.
Fanfictionbarış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.