"her anın aklımda
her kıvrımın."
güneş.
son vize haftamın ikinci vizesinden çıkmıştım.
boğazım ağrıyordu, kendimi yorgun hissediyordum. barış ile birlikte ıslandığımız yağmur yüzünden olmalıydı; fazla da uyuyamamıştım. hem geç uyumuştum hem de erken uyanmıştım, sanırım üç saat ile ayakta duruyor olabilirdim.
eğer psikoloji okuyorsanız, son senenizse, yüksek lisans istiyorsanız ve en önemlisi aklınızı başınızdan alan bir sevgiliniz varsa hayat çok zordu.
aynı zamanda da çok güzel.
barış'a fotoğraf attığım çimenlerin tarafı fazla dolu olmuyordu. kütüphanemiz yeterince genişti, çoğu öğrenci konfor açısından orayı tercih ediyordu ama bir süre sonra duvarların üstüme üstüme geldiğini hissettiğimden açık alanlarda daha verim alıyordum.
boğaz ağrıma ve halsizliğime rağmen günün yorgunluğunu atmak için aldığım ice americano'm ile duygusal bir bakışma yaşadık. gözümü kapatıp dudaklarımın arasına götüreceğim sırada bir el kahvemi alarak yanıma yerleşmişti bile.
şaşkınlıkla gözlerimi açtığımda yanımda oturan barış'ı gördüm. bunu beklemiyordum işte! gerçekten çıkıp fakülteme beni görmeye mi gelmişti? herkesin içinde...
dudaklarımdaki aptal sırıtış ve şaşkınlıkla, "barış?" dedim sorarcasına. kahvemi bizden uzağa çimenlere döküp plastik bardağı bana uzatırken tıpkı dudaklarımdaki o sırıtış gibi o da sırıtmıştı, beni taklit ediyordu. "güneş?"
gözlerimi devirerek bardağı aldım ve kenara koydum. "hem kahvemi döküyorsun hem de beni taklit ediyorsun... kanunlarıma göre ömür boyu kahve borçlandın, bilgin olsun."
yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp tek gözünü kırptı çapkınca. "sen de bana ömür boyu bi' akıl borçlandın, güneş... her seferinde aklımın alamayacağı kadar güzel olarak."
yumuşamamalıydım ama bunu beceremeyeceğimi biliyordum.
çünkü çoktan yumuşamıştım bile.
benim yüz hatlarımın normal bir hale döndüğünü anladıktan sonra yanına koyduğu bez çantayı önüne alarak, "yemek yedin mi?" diyerek sordu. hemen sonrasında ise bez çantadan dikkatlice daire bir yemek kabı çıkardı.
vücudunu tamamen bana doğru döndürüp karşımda bağdaş kurar bir vaziyete geldiğinde ben de ona biraz daha yaklaştım.
kabın ağzını açtı, dumanı tüten çorbayı kaşıkla ılıştırmaya çalıştı. "yemedim bile diyemiyorsun..." bana baktı kızarak. "utanır insan biraz."
dudağımı büzdüm. "ben üç saatlik uykuyla ayakta kalmaya çalışırken yemeği düşünemezdim ki sevgilim..."
"hm, öyle mi?" diyerek sordu ve hafifçe aramızdaki mesafeyi kapatarak önce dudaklarımdan sonra da alnımdan öptü. "ateşiniz var biraz, içtiğiniz soğuk kahvelerin buzundan kaynaklanabilir diye düşünüyorum." soğuk kelimesine vurgu yapması beni güldürmüştü.
kaşığı dikkatlice dudaklarıma yaklaştırdığında uzattığı çorbadan içtim.
"sen buraya bana çorba içirmeye mi geldin?" olumlu anlamda başını salladı. "okuldan nefret ederim ama konu sen olunca bir okulu üstüme bile yapabilirim."
kurduğu cümle karşısında sırıttım. belli belirsiz etrafıma baktığımda çimenlerde oturan tek tük kişilerin bizi göz ucuyla izlediğini görebiliyordum.
dikkatimi verdiğim yeri anlamış olacak ki, "rahatsız oluyor musun?" diyerek sordu. göz ucuyla çorbayı işaret etmeden önce konuştum. "sen varken rahatsızlığın ne demek olduğunu bile bilmiyorum."
gülümseyerek çorbadan içirmeye devam etti. "sanırım yağmurun altında çok kaldık..." artık istemediğimi belli ederek yüzümü geri çektiğimde çorbayı bir kenara bıraktı. "dudağının kenarını sileceğim ama peçete yok." cevap vermeme gerek kalmamıştı çünkü çoktan dudaklarını buluşturmuştu dudaklarımla.
"barış..." dedim geri çekilerek. "sen biraz fırsatçı mısın? benim çantamda peçete var." olumsuz anlamda başını salladı. "o peçeteler sağlıksızmış ve senin ilacın benim dudaklarımmış."
"sen de hasta olursun," dedim endişeyle. hemen sonrasında vücudunu işaret etti. "senin bünyenle benimki bir mi sence kızım? olmam hasta falan."
güldüm. bez çantasının içinden su ve çeşitli vitaminler çıkararak çimenlerin üstüne bıraktı. "şimdi..." dedi vitaminlere odaklanarak. ciddileşen yüzünü inceledim. o kadar çekici görünüyordu ki... sırıtmadan bakamıyordum. kalbimi tıpkı bir hız trenindeymişim gibi attırıyordu.
"bu vitamini tok karna içmen lazım, öyle söylediler." kutuyu uzattı, ben de bir tane alıp ağzıma attım. sevgilimin kapağını açtığı sudan da içtiğimde, "geri kalan ikisi aç karna, diğeri de sadece akşam alınacak."
bez çantanın içini gösterdi. "ıhlamur falan aldım, hangisi tam iyi gelir bilemedim. lütfen kahve yerine bunları iç, güzelim."
"güzelin miyim gerçekten..." kahkaha attı. beni tek koluyla kendisine doğru çekti, hemen sonrasında çimenlere uzanarak başımı göğsüne yasladı. "hastayım kızım ben sana. ne demek gerçek mi?" saçlarımdan öptü. "bir daha şakadan da olsa gerçek mi diye sorma."
emir verir gibi çıkmıştı sesi. hoşuma da gitmişti. "ya ben sormak istiyorsam?"
"o zaman her sorunun iki katı kadar seni öperim."
başımı göğsünden kaldırdım, yan şekilde durup bağımı karın kaslarına yasladım. elim de sakallarına gitmişti. onları okşarken, "sakallarını kesme," diyerek bir uyarıda bulundum. sırıttı. "bazı yerlerde huylanma ve kaşıntı yapabilir."
yaptığı bel altı ima kalbimi hızlandırıp içimden bir şeylerin hareketlenmesine neden olmuştu.
"aklın hep aynı yerde." saçımın bir tutamına parmağını dolayıp orada oyalanmaya başladı. "evet, aklım hep sende."
güldüm. hafifçe üstüne doğru eğilip dudaklarından yumuşakça öptüm.
bu sırada ikimizin de telefonuna aynı anda bildirim gelmişti. kaşlarımı çattım.
kim olabilirdi ki?
x
ben hasta oldugum zaman da aglaya aglaya vize calisip doktorun yazdigi aferin'i iciyorum gunes..
cok tatli degiller mi...
NASİL OLMUSUZ!!
gormek istediginiz bir sahne var midir? <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kelebekler, barış alper yılmaz.
Fanficbarış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.