"tenin almış beyazlığını aydan,
saçlarının rengi geceden
bundan geceye sevdam."
barış alper.
güneş, yağmaya başlayan yağmuru büyük bir heyecanla arabanın camından izliyordu. soğuk havaların başlangıcının ilk yağmuruydu, belliydi. güzel sevgilimin soğuk havaları sevdiğini biliyorum. sıcak kahveler, battaniyeler, mumlar, kitaplar ve o ortamda ders çalışmak hoşuna gidip motive olmasını sağlıyordu.
kırmızı ışıkta durarak, "baksana..." dedim bana bakmasını sağlayarak. "senin güzelliğin karşısında bulutlar bile ağlıyor."
kocaman gülümsedi. saçıyla oynayarak, "saçmalama..." dedi ama sesindeki o cilveli tınıyı bariz alabilmiştim.
ben barış alper yılmaz. kutlama yemeğine gitmek yerine sevgilimi kaçırıyordum ve bundan gayet memnundum.
yanağından ufak bir makas alarak, "ciddiyim," demiştim. gülerek yağmura bakmıştı yeniden. "yağmurda yürümeyi de seviyorum." bana dönerek tatlı bir cümle kurdu; kalbimi ısıtacak cinsten tatlı bir cümle. "tıpta yazmaz ama sevdiğin çocukla yağmurun altında el ele yürümek tüm yaraları iyileştirir."
arabayı durdurdum. onun isteği bir emirdi benim için, bir hazine. bulunmaz bir lütuf. sanki dünyaya gelmem, büyümem, futbolcu olmam ve onun mesajlarını okumam... hepsi bunun içindi. güneş için var olmak, güneş ile birlikte var olmak.
ne yaptığımı anlamışçasına şaşkınlıkla aralandı gözleri. "gerçekten mi?" diyerek sorduğunda kol kasımı sıktım ve sırıttım. "gerçekten, kızım... şeker değiliz herhalde eriyeceğiz."
güldü. sıktığım kol kasıma dokunarak, "şeker olmadığına eminim," dedi. hemen sonra arabadan indi. ben de onun inmesiyle arabadan indiğimde yanına giderek sıkıca tuttum elini.
"hızlanacak, eminsin değil mi?" hafif hafif yağarken yürümekte bir sorun yoktu ama hızlı yağdığında kendimi bir yerlerin altına atmalıymışım gibi hissediyordum.
elimi bıraktı. bu hareketi karşısında bana kırılıp kırılmadığını anlamaya çalışmadan gülerek iki üç adım ileriye doğru gitti. "şeker değildin eriyecek..." diyerek bana meydan okuduğunda geri geri yürümeye başlamıştı.
onun bu küçük oyununu kabul edercesine kaşlarımı kaldırdım ve "öyle mi?" diyerek sordum.
koşmaya başlamadan ve beni de peşinden koşturmadan önce kurduğu tek bir cümle olmuştu: "barış alper yılmaz yağmurdan mı çekiniyor gerçekten?"
gülerek peşinden koşmaya başladım. istediğimde onu hemen yakalayacağımı biliyordum, bu nedenle normale göre yavaş tutuyordum tempomu. gülüyordu, kahkaha atıyordu ve mutlu hissediyordu.
onunla yağmurun altında yürümek, birbirimize meydan okumak ve peşinden koşmak güzeldi.
her şartta peşinden koşmak güzeldi.
yağmur hızlandığında kayıp düşme tehlikesini göze alarak hızlıca koşup ona yetiştim ve arkasından sıkıca sarılarak bir anda kucağıma aldım. güldü, güzel sevgilim. kollarını refleksle boynuma doladığında başını da omzumla boynum arasındaki girintiye gömmüştü.
teni soğuktu, üşüdüğünü anlayabiliyordum.
arabaya doğru yürümeye başladığımda bana baktı ve kendime engel olamayarak dudaklarına sert bir öpücük bıraktım.
"hiçbir kadını soluksuz sevememiştim, güneş. nefesimi kesiyorsun." gülümsedi. sakallarımı hafifçe okşayarak, "hiçbir erkek bana senin kadar değerli hissettirmemişti," dedi. sonra da artık utanmamayı seçerek devam ettirdi cümlesini. "ben hayatımdaki hiçbir erkeğe sana güvendiğim kadar güvenmedim, alper. seninle ilk defa seviyor gibiyim."
ilk defa seviyor gibiyim...
daha önce aşık olmuş muydu?
bunu es geçmeye çalıştım. anın büyüsünü bozmak istemiyordum, eskilerini eşelemek asla istemiyordum. eğer isterse, vakti ya da konusu geçerse bana anlatacağını biliyordum.
yine de bu konuda kerem'i darlamayı aklımın bir köşesine kazımıştım.
arabanın önüne geldiğimizde kucağımdan indirdim sevgilimi. arabanın arka koltuğuna attığım ceketimi alarak omuzlarına örttüm. üşümüştü, en azından ceketim onu korurdu. içinde kayboluyordu zaten.
bana iyice yaklaşıp kollarını iri gövdeme sardığında çenesini yaslayıp alttan alttan bakmıştı. "dans edelim mi?" güldüm. demiştim ya... onun isteği bir lütuftu benim için.
arabaya bağlı olan müzik uygulamamdan son zamanlarda dinlerken güneş'i dinlediğim şarkıyı açtım.
gülümsedi, güneş.
ellerim kalçasının biraz üstünde birleştiğinde şarkının ritmiyle biz de dans etmeye başlamıştık. o kadar güzeldi ki istekleri... istediği mesleğiyle ünlü olan barış ve onun kazandığı şeyler değildi; alper'di. duygulardı.
senin derinlerinde bir yerde buldum
sımsıkı sarılacak
karışacak köklerimiz...
"karıştı mı köklerimiz?" güldüm. "karıştı."
dudaklarımı dilimin ucunda gezdirdim. "güneş..." dedim ve gece rengi saçlarını okşadım dans ederken. "bu şarkıyı dinlerken aklıma sen geliyorsun."
utançla gülümsedi. gözlerinden okuyordum mutluluğunu. kalbim boğazımda atıyordu, onun da aynısını hissettiğine yemin edebilirdim.
"beni daha ne kadar çok sevebilirsin, barış?" gülümsedim. kendisini yetersiz görüyordu. soruyu sorarken dolan gözlerinden ve birkaç gün önce bana yaptığı küçük konuşmadan anlamıştım. parçaları birleştirmek zor olmuyordu.
bir insanı gerçekten sevdiğiniz zaman onu tüm kusurlarıyla seviyordunuz çünkü o en büyük kusur bile kusursuzca geliyordu gözünüze. güneş'in yanağındaki lekesini kusur olarak görmesi umurumda bile değildi çünkü o bir kusur değildi.
lekesinin üstünden öperek, "en çok burayı seviyorum," dediğimde gözünden bir damla yaş aktı. yağmur daha yavaş yağıyordu artık. "güzelliğin doğumunda bu izle mühürlenmiş sanki."
sıkıca sarıldı bana. kollarımın arasında hem üşüdüğünden hem de heyecanından titreyen sevgilimi arabaya bindirdim. bu kadarı yeterdi yoksa hasta olacaktı.
sürücü koltuğuna bindiğimde, "barış..." diyerek yaklaştırmıştı ıslak bedenini bedenime. "seni seviyorum."
dudaklarımız, yağan yağmuru izlemeye devam edeceğimiz arabanın içinde birbiriyle ayrılmamak üzere buluşmuştu.
x
slm ben geldim!!!
beni ozlediniz mi :( ben sizi cokkk ozledim
sairane baris alper... zekatini ver nasiplensinler
NASİL OLMUSUZ BACİM
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kelebekler, barış alper yılmaz.
Hayran Kurgubarış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.