10

92 8 3
                                    


Söyledikleri afallamama sebep olurken ne diyeceğimi bilmeden dudaklarımı ısırıyordum. Bunu nereden bildiğini sormak istiyordum ama cesaret edemedim. Sessizliği bozan o oldu. "Aslında bu evin ses yalıtımı diğer evlere göre daha az. Bu bölge fazla yağış alan bir yer olduğu için özellikle bu şekilde yaptırmıştım. Tabii genelde bu kadar şiddetli yağmazdı."

Şansıma sıçayım.

Anladığımı belirtircesine başımı salladığımda gözüm ormana bakan pencereye takıldı, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun damlalarını bile camda ayırt edemiyordum. Bir yerlerin yıkıldığını sandığım sesin yeniden duyulmasıyla kıpırdamamaya çalışarak kendimi sıktım. Bu sesler aslında beni korkutmaktan çok geriyordu. Ne olurdu sanki yağmur bu şekilde değil de tatlı tatlı yağsaydı.

Savaş koltuğundan kalkınca merakla onu izlemeye başladım. Odanın köşesinde duran üstü cam, en altı tahta olan kitaplığın en alt rafındaki kapağı açtı ve eğilerek bir şey aldı. Ayağa kalktığında elindeki gri battaniyeyi gördüm. Kirpiklerimin altından ona bakarken yanıma geldi. "Üşüyorsun belli. Ben çalışırken uslu uslu dur burada." Uslu uslu mu? Tam kızmak için ağzımı açarken geri kapattım. Yanından falan kovar, riske gerek yok.

Uzattığı battaniyeyi elinden sertçe alıp etrafıma sararken az önce üşüyor olduğumu bedenimi saran sıcaklıkla fark etmiştim. Yeniden masasına oturup önündekilerle ilgilenmeye başladığında pijamamın cebindeki telefonu çıkarıp Şule'nin mesajlarına girdim. Bazı sorunlar çıksa da halletmişti. Üniversiteden beri tanıdığım bu kız gerçekten çok zeki biriydi. Normal bir asistandan çok daha fazla şey biliyor, hepsinde de işleri kolaylaştırıyordu. Ve benden yalnızca üç yaş küçüktü.

Bu kadar uzun düşününce tuhaf hissettim. Aslında çok iyi bir dosttu. Üniversitedeyken son sınıfa geçtiğimde o okula yeni başlamış, peşime takılıp benimle tek taraflı bir arkadaşlık kurmuştu. Çünkü o zamanlar herkese karşı kendimi kapattığım bir dönemdi.

Sonra başımıza yanlışlıkla bazı belalar açıp bir şekilde kurtulmuştuk. Böyle böyle samimileşerek nasıl olduysa iletişimi hiç koparmamıştık. Küçüklüğümden beri aldığım eğitimlerin sayesinde henüz mezun olmadan şirketin başına geçebildiğimde bir yandan da ona destek olmuştum, bir ailesi yoktu. O da kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir gençti. O da mezun olmadan işlerle içli dışlı olmuş, okulu biter bitmez asistanım olarak işe başlamıştı. Ama aramızdaki resmiyeti çoğu zaman koruyorduk.

"Neden gülümsüyorsun?"

Savaş kolunu önündeki masaya yaslamış, yeni çıkmaya başlayan sakallarıyla uğraşarak beni izliyordu. İstemsizce yutkundum.

Dost diyebileceğim, güvenebileceğim bir insan varmış ve ben bunu şimdi fark ettim.

Bunu söylemedim. "Hiç." diyerek çenemi omuzumdaki battaniyenin üzerine yaslayarak yeniden telefonuma döndüm. Çok güzel ve bilindik bir koku hissettiğimde çaktırmadan battaniyeye daha da yanaşıp derin nefesler almaya başladım. Elimde değildi. Kullandığı parfüm güzel olabilir sonuçta, beğenmiş olmam gayet doğal bir şey. Ama ilk defa bu kadar çok yoğun hissetmiştim bu kokuyu.

Yaptığım şeyden utanarak battaniyeyi kendimden uzaklaştırmak ister gibi hafifçe kıvrılarak uzandım. Ama yana yatırdığım başım yine üzerimdekiyle çok yakındı. Uzaklaşmak için daha fazla çaba harcamadım çünkü istemedim. Yüzüm Savaş'ın masasına dönük olmadığı için rahatça gözlerimi kapatıp beni mayıştıran kokuyu rahatça içime çekmeye başladım.

Battaniyenin üzerinden kucağımda tuttuğum telefona sarılmıştım.

Bir şeye sarılmadan uyuyamıyordum.

LEVLÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin