Kapının soğuk yüzüne yavaşça vurdum.Farkında olmadan tırnaklarımı kemiriyordum.
Pars'ın bizi o hâlde gördüğünden beri hiçbir şey söylememesi içimde kocaman bir düğüm oluşturmuştu. Her zamanki sessizliğiyle çekip gitmişti, eve bile dönmemişti.
Babama bu durumu sorduğumda ise kısa ve soğuk bir cevap almıştım: "İşleri var."
Pars'ın bir an bile yanımdan ayrılmaması gereken bir görevde olduğunu bildiğimden, bu cevabı garipsemiştim.
Odamda yalnız başıma otururken sessizlik telefonuma gelen bildirim sesiyle bölünmüştü. Ekrana baktığımda kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Sadece iki kelime vardı: "Odama gel."
O an içimi garip bir his kaplamıştı.
Şimdiyse,kapısının önünde duruyordum.Bedenim istemsizce bir ileri bir geri gidiyor,nefes alırken derin bir tedirginlik hissediyordum.
Kapı aniden açıldığında, gözlerim hemen onun keskin ve derin mavi gözlerine takıldı. O an, bir şey söylemesini beklemeden, kapıya yasladığı kolunun altından kıvrılarak hızlıca içeri girdim.
Kapıyı sessizce kapattığında, bana doğru döndü.
"Bak," dedim, boğazımı temizleyerek, sesim biraz gergin çıkmıştı. "Öyle dinlemeden çekip gitmekle olmaz! Kız sadece benden yardım istiyordu." Sözlerimi hızla savurdum, ama karşımdaki buz gibi yüz ifadesi hiç değişmemişti.
"Yardıma ihtiyacı olması benim umrumda gibi mi görünüyor?" dedi, soğuk bir alayla. "Üstelik yarıçıplak bir şekilde." Sesi sertti, bakışları daha da sert.
İçimde hafif bir suçluluk dalgası yükseldi. "Neden bağcıklarını açtığını ben de anlamış değilim," dedim, ellerimi savunurcasına kaldırarak. "Ama sonuçta lavaboya sadece ona yardım etmek için girdim. O kadar!" Gözlerimi kaçırmadan ona bakmaya çalışıyordum, ama içimdeki gerginlik her kelimede biraz daha büyüyordu.
"Ya ben değil de, baban gelseydi?" dedi, sesi iyice alçalıp daha tehditkâr bir tona bürünerek.
Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl yani?"
Gözlerini hafifçe kıstı, o mavi gözler iyice keskinleşmişti, sanki içimi delip geçiyordu. "Sen hâlâ nasıl bir durumda olduğunun farkında değilsin, sanırım," dedi, her kelimesini yavaşça ve baskı yaparcasına vurgulayarak. "Lavaboya geliyorum; iki genç, kadınlar tuvaletinde ve erkek, kızın açılmış bağcıklarını bağlıyor. Bu manzaranın dışarıdan, senin düşündüğün gibi masum göründüğünü mü sanıyorsun?"
O an sanki odadaki hava bir anda ağırlaşmıştı. Söylediklerinin ciddiyeti beni içten içe sıkıştırdı. Gözleri, beni sorgulayıp yargılıyormuş gibi üzerine basa basa bakıyordu. İçimde bir ürperti hissettim.
"Ben onun öyle olduğunu nereden bileyim, Pars?" dedim, sesimde hem bir savunma hem de çaresizlik yankılanıyordu. "Sesi o kadar kısık ve çaresiz geliyordu ki, o an kötü durumda olduğunu düşündüm."
Gözlerimi dikmiş, onun tepkisini bekliyordum.O ise uzun bir süre gözlerini gözlerime sabitledi, sanki zihnimi okuyormuş gibi baktı. Ardından dudaklarını yavaşça araladı, sesi alaycı bir tınıyla doluydu.
"Ya gereğinden fazla safsın," dedi, soğuk bir kesinlikle. "Ya da gereğinden fazla aptal."
Bu sözler içimi ateş gibi yaktı,kaşlarım öfkeyle çatıldı. Vücudum istemsizce tepki verdi. "Sensin aptal!" diye patladım, sesim daha yüksek ve keskin çıkmıştı."Ne olmuş yani?Bitti gitti işte. Neden bu kadar büyütüyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KORUMA | bxb
Teen FictionBabamın elleri yakalarımda hâlâ sımsıkı kavramışken, nefes almak bile zor geliyordu. İçimdeki öfke ve korku, birbirine karışmış bir haldeydi. Ancak sesim çıkmıyordu, çıkamıyordu. Beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. "Sana her defasında anlatmak zorun...