Okumadan önce lütfen yıldıza basın.
İnsanın en derin arayışıdır, yaşadığı anları sorgulamak. Nerede, ne zaman başladık bu yolda kaybolmaya? Her gün yaşadığımızı sanarak biraz daha uzaklaşırız aslında kendimizden. Hayat, ellerimizden kayan kum taneleri gibi; her şey akıp giderken geriye ne bırakırız? Anılar mı, pişmanlıklar mı, yoksa cevapsız kalan sorular mı?
Öyle anlar olur ki, gecenin sessizliğinde, hayatın bize sunduklarını, kendi seçimlerimizi, kaçırdığımız fırsatları ve yüzleşmekten kaçındığımız korkularımızı düşünürüz. Belki de her şey, bir anda sönen bir yıldız gibi; ardında yalnızca hatıralar, yarım kalmış hayaller ve içimizde usulca yankılanan cevaplar bırakır.
Kim bilir, belki de kendimizi bulmak, en derin kayboluşlardan geçer. Yalnızlık içinde aradığımız huzur, farkına varmadan kaçıp durduğumuz kendi gölgemizdir. Ve belki de, en derin anılar, kalbimizde yer eden izler değil; en çok cevapsız kalan, ruhumuzda boşluk yaratan sorulardır. Hayat, belki de bir sır olup çözülmeyi değil, bir bulmaca olup hissedilmeyi bekler.
Ben kaybolmuş gibi hissediyordum. Yönünü kaybetmiş, sanki bozulmuş bir pusula gibi. Etrafımdaki tüm faktörlerin bulnıklaşmış hali bakış açımın bir köşesinden bana görünürken ben sadece karşımda gözlerimin içine nefretle bakan adama odaklandım.
Gözlerindeki ifade içimde bir ürperti yarattı; bu nefret dolu bakışların nedenini çözmeye çalışırken, kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. O kadar soğuk ve kararlıydı ki, kelimeler dudaklarımdan sadece bir fısıltı halinde dökülebildi.
"Ozan?" dedim, şaşkınlıkla karışık sessiz bir sesle.
Ozan, bir adım öne çıkıp, dudaklarında soğuk bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Hoş geldin," dedi. Yavaşça yerinden kalkarken bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu, sanki aramızdaki mesafeyi daha da korkutucu hale getiriyordu. "Ben de seni bekliyordum."
Sözlerinin altında bir tehdit hissi vardı, bir şey söylemek istedim ama dilim tutulmuştu. Gözlerim onun gözlerine dikilmişken, yüzündeki her ayrıntıyı okuyordum. Ancak içimde yükselen korkuya engel olamıyordum.
Sonra sesi, olduğundan daha soğuk ve daha sert bir tona büründü. "Cehennemine hoş geldin, Feyza."
Sanki o an nefesim kesildi. Bu sözler, ikimizin arasında ne kadar derin bir uçurum oluştuğunu anlatmak için yeterliydi. Bir adım geri çekilmek istedim ama yerime mıhlanmış gibiydim.
İçim yanıyordu… Bu öfke dolu bakışlar içimdeki ateşi körüklüyordu ama artık beni ısıtmıyordu; sadece kalbimi yakıyor, kavuruyordu. Nasıl bu kadar yabancı olmuştu bana? Ozan'ın buz mavisi gözlerine tekrar bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Eskiden içinde boğulduğum bu gözlerde şimdi yalnızca dondurucu bir soğukluk hissediyordum. O kadar soğuktular ki... İçlerinde ayazla kaplı uçurumlar var sanki, ve o uçurumların kenarında duruyordum.
Eskiden bana huzur veren o bakışlarda artık hiçbir sıcaklık, hiçbir tanıdıklık yoktu. Orada, o derinliklerde ısınacak hiçbir şey bulamıyordum artık. Eskiden beni saran huzur şimdi yerini tarifsiz bir soğukluğa bırakmıştı. Kalbim… Paramparça… İçimdeki acı, tüm dünyamı yıkıyor gibi.
Ne diyeceğimi bilemedim bu sözlerden sonra, ne denirdi ki? Derin bir nefes alarak dolu gözlerimi kırptım. Yanağımdan süzülen gözyaşlarını elimin tersiyle silerek, karşımda tüm heybetiyle duran adama baktım.
“Beni terk edip giden sensin. Öfke dolu bakışlara sahip olması gereken kişi benim olmam gerekmiyor mu?” diye sordum, soğukkanlı olmaya çalıştığım bir ifadeyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay Işığı
Teen FictionGeçmişte derin yaralar almış iki insanın hayatları, beklenmedik bir şekilde kesişir. Feyza, çocukken yaşadığı acı dolu anıları hâlâ unutamamış, ancak tüm zorluklara rağmen hayata tutunmuş güçlü bir kadındır. Bir gün, yol kenarında terkedilmiş, konuş...