Sevgili arkadaşlar bu bölüm de hızlı bir giriş yapacağız!!! Bu bölümde sizi şaşırttığımı biliyorum. Olayların hızlı olduğunu da; fakat neden böyle yaptığımı ilerleyen bölümlerde anlayacaksınız!!!
Medyada Manolya'nın(Tina) ofisinin bir benzeri :))) Yani böyle bir görüntü ve bu renkler ile ışıklandırmalar gelsin gözünüzün önüne :)))
Önümüzde duran açılmış siyah dosya ve üzerindeki özel tasarım kalemler bu kızın tüm şirketlerinde uygulanan bir prosedürdü. Büyük çaplı anlaşmalarda iki tarafı temsil eden özel kalemler yaptırılır ve anlaşma dosyasında anlaşmayı imzalayacak tarafın üzerine konulurdu. Ardından anlaşmayı imzalayan taraflar kendi sayfalarını imzalarken karşı tarafın kalemini, karşı tarafın sayfasını imzalarken de kendi kalemlerini kullanırlardı.
En sonunda bizim tarafın sayfasını imzalarken elindeki altın rengi kalemin bronz tenine ne kadar yakıştığı düşüncesi aklımı sürekli meşgul edip duruyordu. Nihayet anlaşma imzalandıktan sonra sıra el sıkışmaya geldiğinde önce dedemin sonra babamın elini sıktı. Sıra bana geldiğinde elimi uzattım. Kemikli ve zarif elini avucuma bıraktığında gözlerine baktım. Uzun ince parmakları elime dolanmışken düşünebildiğim tek şey bu kızı ne kadar çok arzuladığımdı. Dalgın bir şekilde birbirimize bakarken büyükbabamın boğazını temizlemesiyle kendimize geldik. Onlar bilmiş bir şekilde sırıtırken Tina'nın yanakları kızarmaya başlamıştı. Etrafımızı çember şeklinde saran insan topluluğu ise dikkatle bizi inceliyordu.
Tüm formaliteler tamamlandığında topluluk ile beraber yemeğe çıkıldı. Yemek boyunca pek çok konu açıldığı halde ikimiz birbirimize bakıp da iki çift laf etmemiştik. Aslında edemedik demek daha doğru olurdu. Öğlen yemeği ikindi vaktine doğru kayarken Tina ve asistanı Betül ayağa kalktı. Herkesle vedalaşıp ayrılırken onu incelemekten alıkoyamadım kendimi. Bu durumun fazla tehlikeli olduğunu her ne kadar bilsem de onu her saniye daha da arzuluyordum.
***
Bana bakan koyu renk gözlerin hapsinden kurtulup da arabamın tanıdık havasını soluyunca omzum alıp verdiğim derin nefesle önce kasılıp ardından gevşedi. Betül'ün sorgulayan bakışlarını görmezden gelsem de o beni şaşırtmayarak sordu.
"Allah aşkına, bugün olanlar neydi söylesene!" Yalnızken Türkçe konuşabilmek ikimizi de mutlu eden şeylerden biriydi. Yabancı bir ülkede kendi dilini konuşabildiğin birilerinin olması kadar güzel ne olabilirdi ki?
"Hiç sadece bu anlaşma beni fazla gerdi." Ben umursamazca omzumu silkerken Betül koluma yapıştı. Bu ani hareketiyle ona döndüm.
"Bana bak bana! Senin karşında iki günlük yabancı yok. Ben senin her halini bilirim kızım. O oscarlık oyunculuğunu başkasına sergile, çünkü bana yediremezsin. Senin gibi bir buz kütlesinin eridiğini anlayamam mı sanıyorsun?" Ona baktım. Doğduğum günden beri arkadaştan öte kardeşim olan kıza baktım. Benden on gün büyük olduğu için ablalık taslayan, başım her sıkıştığında koştuğum insana baktım. Betül benim duvarlar örmeden kalbime aldığım ailemden sonra ilk insandı. Doğduğumuzdan beri kardeştik. Ailelerimiz gibi. Dışarıdan ne kadar farklı gözüksek de birdik. Nasıl anlamazdı ki beni? Bal gibi de anlardı. Hatta beni en iyi o anlardı. Kendisinden sır saklayamadığım tek insan anlardı.
"Anlarsın yavrum anlarsın! Beni en iyi sen anlarsın kara böcüğüm!" Kahve gözleri tanıdık bir parlaklık kapladı. İşte beklediğim soru geliyordu.
"Öyleyse söyle bakalım hatun! Onu arzuluyor musun?" İşte aramızdaki farklardan biri de buydu. O pek çok erkeği arzulayabilirdi; fakat hoşlanmazdı. Bense pek çok kişiden hoşlanmıştım bugüne kadar; fakat hiç arzulamamıştım. İşte bu yüzden bir erkek için benim ona sorabileceğim en can alıcı sorulardan ilki 'Ondan hoşlanıyor musun?' iken onun ki ise 'Onu arzuluyor musun?' olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GİZEMLİ YABANCIM!
Romanceİki farklı ülke, İki farklı kültür ve İki gizemli yabancı... Birbirleri ile paylaşacakları çok fazla sır, birbirlerini tanıyacak çok az zamanları vardı!!! TÜM HAKLARI BANA AİT OLUP, İZİNSİZ ÇOĞALTILMASI ve PAYLAŞILMASI YASAKTIR!!!