BÖLÜM - 37

28 2 0
                                    

ZEYNEP ANLATIYOR:

Türkiye karanlık günlere doğru hızla sürükleniyordu...

1970 Ocak'ında ODTÜ'deki rektör eylemi yapılarak "devrime kadar boykot" ilan edilmişti. Akhisar'da Tütün Ekiciler Sendikası ile birlikte "Tütün Sömürüsüne Protesto" mitingi düzenlenmişti. Amerika, haşhaş üretimini Amerikan gençlerini uyuşturucuya alıştırdığı gerekçesiyle yasaklamıştı. Buna tepki olarak haşhaş üreticileri örgütleniyordu. Şubat başında ise Filistin'e giden arkadaşlar yakalanmış, cezaevine atılmışlardı.

1970 senesinin Mart ayı geldiğinde 6. Filo'nun İzmir ziyaretinin iptali şenlik gibi kutlansa da aslında Türkiye'nin bağımsızlığının tehlikede olduğunun bilincindeydik. 14 Mart tarihinden başlayan haftayı Bağımsızlık Haftası ilan ettik. Mustafa Kemal'in kurduğu 1. Büyük Millet Meclisi'nde açık hava forumu düzenlenerek yurdumuzun Amerikan üslerinden, tesislerinden, askerlerinden, sivil uzmanlarından ve Barış Gönüllüleri'nden bir an önce temizlenmesi kararı alındı. Yeraltı ve yer üstü kaynaklarımızı sömüren yabancı şirketlerin mallarına el konulacak, milli çıkarlarımızı zedeleyen NATO ve CENTO'dan çıkılacak, milli sınıfların ve tabakaların demokratik mücadelelerini engelleyen kısıtlamalar kaldırılacak; özetle tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye'nin kurulması için mücadele edilecekti.

Öte yandan hayat hızla ve aynı şekilde akmaya devam ediyordu. Ben hala aynı otelde çalışıyordum, Kaya da çeviriler yaparak geçimini sağlamaya çalışıyordu. Ulaş yine kendi havasındaydı, bazen günlerce kaybolurdu ortadan. İstanbul'a gidiş gelişleri sıklaşmıştı. Yine böyle günlerin birinde işten henüz gelmiştim ki telefon çaldı, Kaya'ydı. Ulaş'ın bizi acilen eve çağırdığını söyledi. Kendisi de birazdan yurttan çıkacakmış.

"Neymiş bu saatte bu kadar acil olan şey?" diye sordum. Aklıma kötü bir şey gelmedi çünkü kötü şeyleri Ulaş kendi başına çözer, sonra gelir bize anlatırdı. Şimdi kim bilir ne için çağırıyordu? Onu heyecanlandıran bir dergi yazısı, eski bir bildiri, belki de yaralı bir yavru kuş...

"Gelemem, ölüyorum yorgunluktan. Daha ders çalışmam lazım." dedim.

"Acilmiş ama."

"Aman, Kaya." dedim, "Bilmez misin Ulaş'ı? Önemli bir şey olsa arar mı? Kim bilir ne oldu da sabahı bekleyemedi."

Öyleydi Ulaş, yeter ki bir şeye coşsun, o zaman onu tutabilene aşk olsun!

Böyle demiştim ama yine de gittim. Ulaş bizi heyecanla bekliyordu. Tahmin ettiğim gibi, yüzü gülüyordu. Şimdi önce anlatmayacak, uzun uzun ballandıracaktı. Yok, bu kez kendisi de bekleyemeyecek kadar heyecanlıydı.

"İşte sizi bunun için çağırdım!" dedi.

"Bu ne!"

"Neye benziyor?"

Tabancaya benziyordu. Çok şık, kibar, antika bir silahtı. Kabzası el işlemesi motiflerle bezeliydi. Bir düğünde havaya ateş etmekten başka bir işe yaradığını sanmıyordum, öyle kibar ve ufak bir şey. Hele ki Ulaş'ın koca ellerinde oyuncak gibi duruyordu.

"Nereden buldun bunu?" diye sordu Kaya.

"Dayımın antika dükkanından kaçırdım! Ama ilk fırsatta doğru dürüst bir şey alarak bunu yerine koyacağım. Umarım o zamana dek fark etmez."

"Bu epeyce değerli bir şey olmalı." dedim.

"Ver şuna bir bakayım." diyerek tabancayı aldı Kaya, incelemeye başladı. "6.35'lik. Çalışıyor mu, denedin mi?"

"Hayır, nerede deneyeceğim ki..." dedi Ulaş.

"Ne yapacaksın bunu hocam, ne gerek var şimdi..."

Bu konu çok konuşulmuştu, bıkmıştık. Ulaş yanıt vermedi, Kaya da uzatmadı.

"İyi de sen silah kullanmayı biliyor musun?" diye sordum ben.

O sırada Kaya da tabancayı yerdeki yatağa fırlattı. Bu silah işinin hoşuna gitmeyeceği baştan belliydi. Bana kalırsa gerekliydi. Artık kuytularda değil, güpegündüz, yol ortasında öldürülüyordu devrimci gençler. Dört bir yandan saldırı vardı devrimcilere: Polis, hükümet, Ülkü Ocakları ve Komünizmle Mücadele Dernekleri. Kaya'ya kalırsa MDD'cilerin sandığının aksine, ordu da onlara karşıydı. Yine de silah taşıma fikrine bir türlü yanaşmıyordu işte.

Ulaş: "İşte o büyük sorun. Bilmiyorum. Ama çok da karışık bir şey değildir herhalde, basıyorsun şuraya: Dan! İşte bu kadar!" diyerek yanıtladı sorumu.

"Yahu onu mu sorduk? Nişan alabilecek misin? Yok! Ne zaman öğreneceksin bunu kullanmayı? Kendimi savunacağım derken kendini vurma da..." dedi Kaya dalga geçercesine.

"Siyasal'ın alt katındaki tiyatro salonunda silah talimi yapılıyor. Oraya gidip oradakilere katılabilirsin. Hem güvenli bir mekan hem de bir şeyler öğrenirsin."

"Sen nereden biliyorsun bunları?"

Bu kez bana çatmıştı Kaya.

"Katılanlar arasında kızlar da var, konuşuyoruz aramızda." dedim.

"Sen?"

"Ben ne?"

"Sen katılıyor musun?"

"Benim silahım yok ki! Olsa katılırdım!"

Kaya ters bir bakış attı bana. Ne yani yalan mı söyleyecektim ona! Bence de fazlasıyla abartıyordu. Karşı taraflar silahlıydı. Bu durumda prensipler söz konusu olamazdı. Hem adam öldürmek başkaydı, nefsi müdafaa başka. Çıkarıp adam vuracak değildik ya... Silah her zaman caydırıcıydı, bunun için silah taşıyacaktık. Havaya ateş edildiği takdirde karşı güçler çil yavrusu gibi dağılacak, biz de canımızı kurtaracaktık. İstanbul'a gittiğimde senelerdir evdeki yatak yorganların arasında saklı duran silahı alıp getirmeye karar vermiştim ama bu düşüncemi şimdilik kendime sakladım.

Ayrıca artık silah gelmişti, bunun tartışmasını yapmak manasızdı. Ulaş silahı nereye saklayacaktı, buydu konuşulması gereken.

"Ansiklopedinin içine." dedi.

"Ansiklopedinin içine mi? İyi de belli olmaz mı, kitap kabarır."

Kaya bile gülmüştü bu sözlerime. Ne demiştim ki?

"Saf sevgilim benim!" dedi. Sonra Ulaş'a dönerek devam etti: "Hadi ansiklopediyi getir de halledelim şu işi bir an önce."

Ulaş kalın kapaklı, ciltli ansiklopediyi getirdi. Sayfaları ortasından delmeye başladılar. O deliklere sayfa kenarlarına fazla yanaşmadan ölçüp biçerek şekil verdiler. Soluğumu tutmuş, titizlikle çalışan bu ikiliyi izliyordum. Sayfaların ortasında beliren boşluk, silah şeklindeydi. Silahı o oyuğa yerleştirerek kapağı kapattıklarında şaşırmadan edemedim. Görünüşte normal bir ansiklopediydi. İçini açınca ilk birkaç sayfaya kadar yine her şey normal ama ileriki sayfalar ortadan yarılarak silah şekli verilmiş kağıtlardan oluşuyordu. O yarığın içinde de bizim 6.35'lik. Çok zekice!

"Aslında devrimciler arasında yaygın bir zula taktiğidir ama sen bile şaşırdıysan kimse şüphelenmez demektir."

Ansiklopediyi de kitaplığın en altına koydular.

Kimin suçuydu evlere, okullara, yurtlara ve hatta kitaplıklara kadar giren, gencecik insanların hayatlarını sinsice eriten silahlara mecbur bırakılmak... Kimlerdi eline silah geçen bir delikanlının gözlerindeki ışıltının sebebi? Bu soruların gerçek yanıtını bilenler sonsuza dek susturulacaklardı.

SEPYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin