EKİN ANLATIYOR:
Yüzümü yastığa gömmüş, hıçkıra hıçkıra ağlıyormuşum beni bulduklarında. Kulaklarımda hala aynı uğultular: Her tarafı iyice arayın! Tek bir çöp bile kalmayacak bakılmadık! Rahat dur, kıpırdama! Uzat ellerini! Yat yere! Memleketin çivisi çıktı sizin gibi anarşistlerin yüzünüzden!
Sesler kesilse hep tiz bir çığlık kulaklarımda, anneciğimin sesi. Adımı ünlemeye çalışıyor, sesi bir çığlık olarak ulaşıyor bana. Çığlıklarını bana bırakarak arabaya binip uzaklaşıyor annem. Binerken biri kafasına dokunuyor, "Bırak annemi!" diye bağırmak istiyorum ama bağıramıyorum. Belki de bağırıyorum da kimse beni duymuyor. Duysalar da umursamıyorlar.
Kendi ağlama sesim beni rahatsız ediyor.
"Hala şokta." diyor birileri. Seçebildiğim tek net cümle bu. Dışarıdaki uğultular kafamın içindeki uğultulara karışıyor. "Susun!" diye bağırmak istiyorum hepsine ve ardından uyumak, hep uyumak... Uyutmuyorlar beni, çok tuzlu bir şeyler içirmeye çalışıyorlar. İçtiğim iki yudum ayranı da çıkarıyorum.
Üşüyorum, terliyorum, uyuyorum, uyanıyorum ama yüzüm hep ıslak. Hep ağlıyorum.
Bir anda olup bitmişti her şey. 23 Mayıs 1971 akşamı... Kaçırılan İsrail Başkonsolosu Elrom'u bulmak için İstanbul'daki tüm konutlar tek tek aranacaktı. Ve buna "Balyoz Operasyonu" adı verilecekti.
Mayıs sonuydu ve gecekondu mahallemiz kara bir duman bulutuyla kaplıydı. O gün tüm evlerde soba yakılmıştı. Kitaplarla...
Sadece bizim mahallede 500'e yakın kitap yakıldı o gün. Kitaplar bazen tek tek, bazen topluca sobaya atılırken odaya giremedi Ulaş Abi. Bakamadı cayır cayır yanan kitaplara.
Geçtiğimiz günlerde evimize yapılan baskından sonra babam bizim eski gecekondumuzun ön kısmını odunlarla doldurarak orayı odunluk haline getirmişti. Kulağımız yolda; araç sesini duyduğumuz gibi Ulaş Abi fırlayarak odunluğa girecek, tehlike geçene dek orada saklanacaktı.
Olmadı, tutmadı plan. Her şey çok hızlı gelişti. Aramalara bizim evden başladılar. Araç sesini duyduk duymasına ama öyle hızlı girdiler ki mahalleye, öyle birden çaldılar ki kapımızı, bırakın harekete geçmeyi düşünmeye bile zamanımız olmadı. Tüm evi alt üst ettiler, bebeklerimi yere fırlattılar. Benim Alice Harikalar Diyarında kitabımı da aldılar. Onu sınıf kitaplığından aldığımı, iade etmek zorunda olduğumu söyledim ama dinlemediler. Almadıkları kitapları da parçaladılar. Tabaklar, bardaklar yere düşerek kırıldı, kıyafetler dört bir yana saçıldı, yataklar dağıtıldı. Odadan odaya kocaman postallarıyla benim ders kitaplarımın ve yastıklarımızın, çarşaflarımızın üstüne basarak geçtiler. Bunun adı, arama idi...
Anlatınca nasıl da bitmez geliyor... Oysaki bana sorarsanız her şey yedi dakika içinde oldu. Ve tüm öfkeleri Ulaş Abi'ye idi.
Annemle babamı yardım ve yataklıktan tutukladılar. Onları bileklerine kelepçeler takılırken görmek... Babam yüzüme dahi bakmıyorken annem gözlerini bir saniye olsun benden ayırmamıştı. Babam ağzını açıp tek kelime bile etmezken annem ağlıyor, "Ekin bakma, Ekin gözlerini kapat!" diye haykırıyordu. Ulaş Öztekin ile Umut Kızıldem'i ise aynı anda tutukladılar. Ulaş direnmeye çalışınca onu yere yüz üstü yatırdılar, ellerini o şekilde arkadan kelepçelediler. Hem bu güne dek hem de bu günden sonra çok sayıda ölüm görmüştüm ve görecektim. Uçsuz bucaksız acılar yaşayacak, onulmaz yaralarım olacaktı. Yine de ben Ulaş Abi'yi o halde gördüğüm anda yaşadığım acıyı hayatım boyunca yaşamamıştım ve eminim ki yaşamayacaktım. Yerden kaldırırken elleri kelepçeli gencecik bedeni hırpalıyorlardı.
Bana sorarsanız bunlarsa beş dakika içinde oldu ve bitti.
On iki dakikada hayatlarımız alt üst oldu...
On iki dakikada koca bir nesil katledildi...
12 Mart'ın acısı ve izleriyse kuşaktan kuşağa geçti.
Poşetlerin uçlarına ip bağlanarak yapılan uçurtmalar öksüz kaldı, bir daha hiç uçamadılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEPYA
Ficción históricaSepya, geçmişin tozlu sayfalarında kalan umudun rengi... Zorluklara, yoksulluğa, baskılara, haksızlıklara karşı direncin, inadına gülümseyebilmenin hikayesi... 68'in isimsiz kahramanlarının inançla bakan çocuk gözlerinin ışığı altında yazılmış bir k...