ZEYNEP ANLATIYOR:
O sabah hiçbir yere sığamıyordum. İçimde sürekli bir kıpırdanma vardı, hani her yer dar gelir, ne yaparsanız yapın içinizdeki o kıpırtıyı durduramazsınız ya... Öyle huzursuz bir sabahtı. Yarı uyur yarı uyanık geçen geceden sonra sabah altıda tamamen uyandım. Bitmişti uykum. Genellikle bu kadar erken olmasa da erkenden kalkar, hızlı bir duşun ardından iner gazete alırdım. Son zamanlarda çoğunlukla evde haber beklemekle geçen hayatım böyleydi. Artık örgütler kurulmuş, hatta kimileri dağılmıştı bile. Örgüt elemanlarının kimisi yakalanmış, kimisi dağlara çıkmış, kimileri şehirde eylem üstüne eylem yapıyordu. En önemlisi de hepsi büyük bir gizlilikle çalışıyordu. Bir zamanların sosyalist nutukçusu benim yaşamımın artık herhangi bir küçük burjuvadan farkı yoktu. Bu saatten sonra hangi örgütü bulacaktım da girecektim? En yakınlarım Kaya ve Ulaş dahi benden gizli çalışırken kim gelir de güvenip gizlerini anlatır, aralarına alırdı beni? Yeni bir oluşum yaratmaksa bu sıkılaşan ortamda artık neredeyse imkansızdı.
O sabah biraz daha yatakta kalmaya çalıştım. Duramadım. Huzursuzdum. Yataktan çıkıp giyindim, gazeteci çocukların seslerinin sokağı doldurmasını beklemeden fırladım sokağa. Her zamanki alışkanlığımla piyasadaki tüm gazeteleri aldım. Gazeteler kucağımda, geldim eve. Salonda tüm gazeteleri yere serdim, hızlı hızlı karıştırmaya başladım sayfaları. Manşetlere bakıyor, ilgimi çeken haberlere çabukça göz atıyordum. Artık hızına yetişemez olduğum olayları takip etmek değildi amacım. İsim arıyordum gazetelerde. Ulaş, Kaya ve diğer arkadaşların adlarını bulmaktan korkarak ama bir yandan da haber alabilme umuduyla çeviriyordum sayfaları. Yüreği ağzında yaşamak nasıl bir şeydir bilir misiniz? Her gazete sayfasında onların fotoğraflarını aramak, bugün öldürülenlerle ilgili haberlerde onların ismi var mı diye her sabah korkuyla uyanmak... Üstü gazete kağıtlarıyla örtülü cesetlerde onların yüzünü görmeye çalışmak, onları ceset fotoğraflarındaki ayakkabılardan tanımaya çalışmak... Tutuklananlara buruk bir gülümsemeyle sevinmek, 'En azından yaşıyor...' demek... O dönemde yaşamamış olanlar 'anlıyorum' dese de bilemez. Bu duyguyu, korkuyu o günlerin koşullarından bağımsız olarak düşününce ben bile anlayamıyorum.
Huzursuzum demiştim, boşa değilmiş. Köşede, minicik bir haber... O minicik haber hayatıma kocaman bir etki yapacak, ruhumu alıp götürerek ardında nefes almaya çalışan bir beden bırakacaktı. Bir süredir aranan Turgut Ersözen dün gece askerlerle girdiği bir çatışmada ölmüş. Öldürülmüştü! Üzerinden hüviyet olarak sadece Sinematek kimliği çıkmış. Turgut Ersözen... Kaya'nın sahte kimliğindeki isimdi. Fotoğraf yoktu haberde. İlk anda inanmadım; yalandır, tiraj sıkıntısındandır, Sıkıyönetim'e yaranmak içindir... Askere kurşun sıkacak kişi değildi Kaya, silahlara karşıydı. Tüm gazetelere baktım. Bir yerde daha küçük bir haber vardı, hemen hemen aynı şeyler yazıyordu. Olay gece sokağa çıkma yasağı başladıktan hemen sonra olmuş. Askerlerin 'Dur!' ihtarına kulak asmayarak askere kurşun sıkmış Kaya, onlar da...
Bu acıyla nasıl yaşayacaktım! İnanmıyordum! Yalandı! Kaya bu yaa, Kaya! Kaya mı ölmüştü?
Kaya ölmüş... Öyle diyordu gazete.
Suskundum. Tüm ev suskundu. Tüm şehir, koca bir ülke suskundu. İnsanlar yıllar sürecek derin bir uykuya dalmışlardı. Uyanık olanlar yakalanıyor, işkencelerden geçiriliyor ya da vuruluyordu. 12 Mart 1971'de bir muhtırayla ordu sadece yönetime değil, hayatlarımıza da el koymuştu.
Bugünün 10 Mayıs olduğu gözüme çarptı gazete sayfasında. Bugün evlenecektik... Bugün, onun doğum günüydü...
Nedense ilk anda aklıma Kaya'nın annesi ve kardeşi Defne düştü. Küçücük kızın akıllı bakan kocaman bal rengi gözlerini, "Ağbilerimden ayrılmamak için buraya (Çukurova'ya) geldim ama çok sıkılıyorum." deyişini, 'Kaya Ağbim' dediğinde yüreğimin nasıl da heyecanla dolduğunu hatırladım. Ulaş, ben ve Kaya hiç ayrılmazdık ki... Sabahlara kadar süren sohbetlerimiz, Kaya'nın kucağında uyuyakalmalarım... Parti günü ansızın ortaya çıkışı, kayboluşu birden... Kanlı Pazar'da adımı haykıran sesi, kanlar içinde başımı kollarına alıp ağlaması... "Devrim" masamızı yaparken ter içinde kalan yüzü... Bembeyaz pamukların içinde, başında hasır şapkası, elleri, yüzü, göğsü yara bere... Sonra ilk kez elimi tutarkenki o çekingen gülümsemesi... Ulaş'la bana düşüncelerini defalarca kez anlatmaya çalışması, gür sesindeki dalgalanmalar... Tartışmamız, çekip gitmesi, yağmurlu bir gecede hiç ummadığım bir anda çıkıp gelmesi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEPYA
Historical FictionSepya, geçmişin tozlu sayfalarında kalan umudun rengi... Zorluklara, yoksulluğa, baskılara, haksızlıklara karşı direncin, inadına gülümseyebilmenin hikayesi... 68'in isimsiz kahramanlarının inançla bakan çocuk gözlerinin ışığı altında yazılmış bir k...