EKİN ANLATIYOR:
"Ekiiin, gel hele biraz!"
Koşarak gittim annemin yanına. Anne - babaya karşı itaatkar olmak yazısız bir kuraldı bizim evde, onlara hayatımın hiçbir döneminde karşı gelmemişimdir. Mutlu bir aile içinde yoklukla terbiye edilmiş çocukların genel özellliğidir bu.
Annem yünlü kazaklarımızı jiletliyordu.
"Tut şu uçtan, iyice gerdir. Sakın bırakma yoksa kazak yırtılır bak."
Ben kazağın bir ucundan tutardım minik ellerimle, annem ise sol eliyle kazağı diğer ucundan gerdirir, sağ elindeki jileti de gerdirdiği yüzeyde hafifçe gezdirirdi. Böylece kazak, üstünde topak topak olmuş yünlerinden kurtulur, yepyeni bir görünüme kavuşurdu. Her kış sonunda kışlıkları kaldırmadan önce büyük bir özenle yapardı bu işi.
Kazakların ardından sıra babamın eskimiş gömleklerine gelirdi. Annem yine büyük bir özenle eskimiş gömleklerin yakalarını söker, sonra ters çevirerek onları yeniden dikerdi. Rengi solmuş, yıpranmış yaka gömleğin iç kısmında kalırdı böylece.
Kazak jiletleme işini her kış sonunda yapardı ama elbette ki gömleklerin yakalarına iyice eskiyene dek dokunmazdı. Ne zaman ki gömlek artık kullanılmayacak hale gelir, o zaman onu iyice bir elden geçirirdi. Terzi işine eli çok yatkındı, daha önce de dediğim gibi, Selma Abla'nın eskilerini öyle güzel değerlendirirdi ki, bambaşka bir çehreye bürünürdü o kıyafetler.
Annemin terzi işlerine olan el yatkınlığı sayesinde ailemiz ayakta kaldı desem yanlış olmaz. Annem önce mahalle içinde, kısa bir sonra da çevre villaların zenginleri arasında nam yaptı. Babamın fabrikadan düzenli bir geliri yoktu, bazen aylarca maaşını alamazdı. Öyle zamanlarda çok öfkeli ve keyifsiz olurdu, sürekli sigara içer, hiç konuşmazdı. Babamın üzerinden akan keyifsizliği benim paçalarıma bulaşır, bütün hayallerimi siyaha boyardı. Öyle günlerde erkenden uykuya kaçardım, kaybettiğim hayallerimi rüyalarımda bulmak için...
Mayıs bütün güzelliğiyle gelmişti o sene. 6 yaşımı doldurmak üzereydim, eylül ayında da okula başlayacaktım. Annem yine okula gidiyor, dikiş dikiyordu. Babamı pek gördüğüm yoktu. Sabah erkenden evden çıkar, ben uyuduktan sonra gelirdi. Babamın ben uyuduktan sonra eve gelmesi çift mesai çalışmak demekmiş. Annem anlatmıştı; hem gündüz hem de gece çalışıyormuş, böylece daha çok para kazanıyormuş babam. Onu özlüyordum.
Bir gün yine kuzenim Suna'yla sokakta oyun oynuyorduk, birden tanıdık bir ıslık, ve ardından güçlü bir elin beni kollarımdan tutarak havaya kaldırması ve hızla döndürmesi... O güçlü eller beni yere bıraktığında başım döndüğü için bir süreliğine hiçbir şeyi algılayamasam da başımı kadırdığımda pencerede Melek Abla'yı aygın baygın bakarken görünce hemen anladım: Benim prensim gelmişti! Kollarına öyle bir atılmıştım ki gören, askerden dönen sevgiliyi karşılıyorum sanırdı. Ulaş Abi keyifli kahkahasını patlattı: "Dur kız dur, bu ne özlem böyle." Sonra bana bakarak: "Oo, sen kocaman bir genç kız olmuşsun." dedi. Suna'nın de yanağından bir makas alarak bizim eve – yani kendisinin eski evine doğru ilerledi. Bu sürprize annem de çok sevinmişti. Babam her zamanki gibi fabrikadaydı.
Ben de söylemeye gerek var mı bilmem, Ulaş Abi'nin peşinden eve... Sunacık sokak ortasında elinde ortak oyuncağımız bez bebekle kalakalmıştı. Zaten Suna'dan kurtulmak için bir bahane arıyordum, Ulaş Abi yine kurtarmıştı beni. Ben, kız oyunlarına bayılan Suna'nın aksine hiçbir zaman oyuncak bebekleri, evcilik oyunlarını sevmedim. Ben daha çok Kemal Dayı'nın bıçakla yontarak yaptığı tahta tüfekle oynamayı severdim. Bir köşeye saklanır, sokaktan geçenleri vururdum: Dan dan dan!
Annem şaşkınlık ve sevinçle karşıladı Ulaş Abi'yi. Ulaş Abi babamı, annem Selma Teyze'yi sordu, haber alıp vermeler... Ardından konu tabii ki siyasete geldi. Ulaş Abi gözleri kah bulutlu kah ışıl ışıl anlatıyordu:
"Her şey öyle kötüye gidiyor ki Nergis Abla... Siyasilerden bir fayda göremedik; 65'teki seçimle Adalet Partisi %53'e yakın bir çoğunlukla iktidar oldu ama gençler ve işçiler mutsuz. Adalet Partisi'nin hazırladığı 'Temel Hak ve Hürriyetler' tasarısı solcu gençleri sağcıların içinde güçsüz düşürecek nitelikte. Daha doğrusu, amaç o. Sen de farkındasındır, üniversiteler iyice kaynıyor artık. Çünkü biz üniversite gençlerine düşüyor görev. Ben de tam bunun için buradaydım. Sizin okuldan arkadaşlarla konuşuyoruz, benim liseden arkadaşlarım da var aralarında. Bu gidişe bir dur demek gerek ve bunun için gönüllü binlerce genç var. Örgütleniyoruz. Derdimiz hükümet filan da değil, çarpıklıkları tümüyle düzeltmek. Görmeliydin Nergis Abla, o Taksim meydanı nasıl da dolup taşıyordu. Herkes Amerika'ya, NATO'ya hayır demek için oradaydı. İnsanlar uyanıyor. NATO'ya girmek Amerika'nın evine girmek demek. Amerika, NATO'ya ait silah ve techizatın Kıbrs'ta kullanılmasını yasaklayarak bağımsızlığımıza ket vurmayı amaçladı. Öte yandan NATO, yardım diye ülkemize silahlar sokuyor ve bu şekilde milli sanayiimizi yok etmeye çalışıyor. Otobüsten indiğimiz gibi meydana gittik. Koskoca bir NATO amblemini yaktılar önce. Basın bildirisi verildi. Halkı uyandırmak gerek. Tabii ki engellemek isteyenler oldu ama susturuldu onlar. Hatta dediklerine göre polis tuzak kurmuş ve kalabalığı oraya yönlendirmeye çalışmış fakat başaramamışlar. Otobüsler taşlanmış. Ben arkadaşlarımla birlikte olayların uzağındaydım, bazı şeyleri görmedik, duyduklarım bunlar. Dediğim gibi biz daha çok seyirci kaldık ama inan ki Nergis Abla, o coşkuyu damarımda akan kanda hissediyordum."
Sonra sustu. Annemin üzerinde bıraktığı etkiyi ölçmek istercesine dikkatlice baktı anneme. Öylesine toy ve heyecanlıydı ki, insanı etkileyen şey söyledikleri ya da düşündükleri değil, ondaki heyecandı.
Sessizlik uzayınca annem aldı sözü. Bir şeyler deme gereği duyuyor gibiydi:
"Evet, Kadir bahsediyordu. Hatta fabrikada onlara Amerika'nın sömürüsünden ve de bu sömürünün başında NATO adlı bir teşkilatın olduğundan söz edilmiş."
Ulaş Abi'nin gözleri parlamıştı. Yarattığı etkiden ve işçilerin bilinçlenmeye başlamasından memnundu. Bir süre sessizlik oldu, sessizliklerden pek haz etmeyen annem boş çay bardaklarını gürültüyle tepsiye koymuş mutfağa yöneliyordu ki Ulaş Abi durdurdu onu:
"Hiç zahmet etme Nergis Abla. Kalkayım ben... Artık dönsem iyi olacak." dedi, duraksadı ve devam etti: "Annem İstanbul'da olduğumu bilmiyor."
Annem itiraz edecek oldu ama Ulaş Abi çoktan ayaklanmıştı. Ben ona doyamadan o gitti yine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEPYA
Historical FictionSepya, geçmişin tozlu sayfalarında kalan umudun rengi... Zorluklara, yoksulluğa, baskılara, haksızlıklara karşı direncin, inadına gülümseyebilmenin hikayesi... 68'in isimsiz kahramanlarının inançla bakan çocuk gözlerinin ışığı altında yazılmış bir k...