SEVİM ANLATIYOR:
Kurtarıcımı beklemiştim seneler boyu içten içe. Önce bu kurtarıcıyı Zeynep sanmış, sevinmiştim içten içe; ama beklediğim o değilmiş. Zeynep, tatlı küçük bir kardeş, sağlam bir dost, iyi bir sırdaştı. İyi sırdaş da en büyük sırrımı söyledim mi ona? Söylemedim, kendime bile söyleyemiyorum ki... Anlıyor kız, cin gibi, "Neden kendini cezalandırıyorsun?" diye sormamış mıydı açık açık. "Neden hala bu evdesin, neden hiç kimseyle iletişim kurmuyorsun?" Nasıl da gevelemiştim cevapları... Zeynep çok kıymetliydi ama içimdeki boşluğu dolduracak kişi değildi. Benim aradığım daha farklı bir şeylerdi. Bunlar da işte onda vardı: Belgin'de.
Zeynep'in odası güzel olmuştu. Beğenen bakışlarla odasını süzdükten sonra kuru bir teşekkürle kapatmıştı konuyu. Ondan sulu öpücüklerle dolu teşekkür beklemek ne kadar da anlamsız olurdu! Zeynep'in beğeni dolu bakışları teşekkürdü ve bu bakışlarını kuru bir teşekkürle kapatmaya çalıştığını fark etmiştim; beğendiğini belli etse borçlu kalacaktı bize ya da belki de içten içe borçlu hissettiği açığa çıkacaktı. İstedi mi nasıl da soğuk olabiliyordu bu kız. Belgin zaten yapısı gereği mesafeli biriydi. Çekik, sürmeli gözleri ve yukarıdan bakar bakışları ona ayrı bir soğukluk katıyordu. Böyle olunca Belgin'le Zeynep'in tanışmalarında da buz gibi bir el sıkışmadan ötesi olmamıştı. Zamanla birbirlerine ısınacaklarını umuyordum.
Bir gece, her gece gibi, balkonda sigara keyfi yapıyordum. Hiçbir şey olmasa şu balkon yeter. Ankara tüm suskunluğuyla ayaklarımın altında, karanlık, ılık hava, hafif bir rüzgar, sigaram... İşte böyle bir gecede gecenin atmosferine tezat pembe renkli geceliği ve dağınık saçlarıyla Zeynep gelip dikilmişti karşıma.
"Hiç uyumadın mı sen?" diye sordum. Saat sabahın dördüne geliyordu.
"Uyuyamadım." Gözlerinden uyku akıyordu kızın.
"Neden?"
Bu soruyu beklercesine yüzü gevşedi Zeynep'in. Söze nasıl başlayacağını bilemeden incecik parmaklarını çıtlattı.
"Çıtlatma şunları, çok yapıyorsun bunu, ileride kireçlenme olur parmaklarında!" Küçük kardeşimi azarlamıştım gene. Bu kez kızmadı Zeynep. Durgundu. "Sen bir şey diyeceksin ama diyemiyorsun. Söyle hadi." dedim.
Balkon demirlerine yaslandı ve anlatmaya başladı. Aklı hala bu yaz için düzenlemeyi planladığımız tiyatro turnesindeydi. Yazı ortalamıştık ve artık provalar için zaman yoktu. Zeynep ısrarcıydı. "Adana'ya gidelim!" diyordu. "Hem Nihat'la Cenk de orada... Kırmızı Başlıklı Kız'ı oynarız. Sen, ben, Nihat, Cenk. Kırmızı Başlıklı Kız, babaanne, kötü kalpli kurt ve avcı. 4 kişi, 4 karakter." Yalvaran gözlerle bakıyordu bana. "Ben her şeyi ayarlayacağım. Kostüm, senaryo, mekanlar, hatta para... Sen sadece Nihatlarla konuş." diyordu.
Her şeyi düşünmüştü o. Bu denli umursamaz kıza bu kadar çok detayı düşündüren şey neydi? Dur bir eşeleyeyim şunu, belki bir şeyler çıkar altından.
"Bakıyorum da her detayı düşünmüşsün sen. Çok mu istiyorsun Adana'ya gitmeyi?"
Yanakları pembeleşti Zeynep'in. Evet işte! Doğru bilmiştim, başka bir şey vardı altında bunun. Ne vardı Adana'da? Hızlıca aklımdan geçirdim Zeynep'in arkadaşlarını. Bulmuştum: Kaya! Zeynep onun hapisten çıktığı gibi Adana'ya gittiğini söylemişti geçen gün. Zaten son zamanlarda bu Kaya sohbetlerimizde epey yer etmeye başlamıştı.
Zeynep'i daha fazla süründürmemek için bitirdim oyunumu:
"Tamam, yarın Nihat'ı bir arayayım bakalım..."
Canım benim, nasıl da gülmüştü gözlerinin içi.
Ertesi gün Nihatlarla konuştum. Fikir hoşlarına gitti. Mekan ve izin konusuyla ilgileneceklerini söylediler. Ben de kostüm bulabilirdim. Zeynep senaryoyu yazmaya çoktan başlamıştı bile...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEPYA
Narrativa StoricaSepya, geçmişin tozlu sayfalarında kalan umudun rengi... Zorluklara, yoksulluğa, baskılara, haksızlıklara karşı direncin, inadına gülümseyebilmenin hikayesi... 68'in isimsiz kahramanlarının inançla bakan çocuk gözlerinin ışığı altında yazılmış bir k...