ZEYNEP ANLATIYOR:
Diğer öğrenciler gibi ben de bir ayı aşkın bir süredir tatildeydim. Benimkine tatil denirse tabii! Geçen hafta dönmüştüm Ankara'ya. Sevim'in bize geldiği temmuz sonundaki bir hafta hariç, İstanbul'da geçen her geçen gün benim için daha da dayanılmaz oluyordu. Annem hala beni şaşırtmayı başarabiliyordu. Hastalığını düşündükçe içim parçalanıyor, öte yandan her "baban" diyişinde, Orhun Mercanten'in (babam demiyorum!) bir senedir ortalarda olmayışını ağlayarak dile getirişinde içimde patlamak üzere olan bir öfke birikiyordu. Patlayacak, "Senin 'erkeğim' dediğin, yollarını gözlediğin, ardından ağlayıp bayıldığın o herif neden bir senedir saklanıyor biliyor musun? O kız kimdi biliyor musun? O benim yaşımdaki gencecik kıza ne oldu biliyor musun? Evet, kocan sandığın o adam yaptı bunları!" diyecektim! Annemin erken ölümü demekti bu da... Sanki şimdi yaşıyordu da... Ne Sevim'in annemle saatlerce konuşması ne de doktorun anlattıkları, yazdığı ilaçlar... Hiçbiri işe yaramıyordu. Annem hepsini sessizce dinliyor, dinledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkıyordu. Beni hiç ciddiye almıyordu bile. Bana kızıyordu; babamı sevmediğim, onu kabul etmediğim için. Babamın gelmeme sebebinin ben olduğumu sanıyor, beni suçluyordu sürekli. Bu süreçte benim akıl sağlığımı korumamı sağlayan kişi Sevim'di. Annemle bitmek bilmez tartışmalardan sonra Sevim'i arıyor, ona anlatıyor, ağlıyordum. Bazen telefon bağlandığında ağlamaya başlamış bile oluyordum. Tek derdim bu değildi ki...
Ulaş, Kaya, Levent. Hiçbiri yoktu ortalarda. Beklemekle olmayacaktı, aklıma gelen yerleri aradım. Ne kitapçının ne de Selma Teyze'nin komşusunun telefonu cevap veriyordu. Nergis Abla da yoktu. Artık kötü bir şey olduğuna inanıyordum. Felaket senaryoları yazıyor, bunlara inanıyor, kendimi hırpalıyordum.
Bu süreçte eminim ki en derin yaraları kardeşlerim alıyordu. Büyükler gürültülü bir şekilde birbirlerini yaralarken aslında en büyük yaralar küçük çocukların sessiz ruhlarında saklanır. Kendimden biliyorum, benim kendi çocukluğumdan... Kardeşlerim için bir şey yapamamak beni kahrediyordu. Bazen diyordum ki Ankara'ya al, getir... Her yer buradan iyiydi. Gelirler miydi? Annemden ayrılabilirler miydi? 5 yaşlarındaki iki çocuğu annelerinden koparıp sefil bir hayata sürüklemek ne derece doğruydu?
Kabus gibi geçen uzun günlerden sonra nihayet Ankara'daydım. Geçen dönem boykot ve işgaller yüzünden haziran sınavları yapılamamıştı, eylül başında İstanbul Üniversitesi başlıyordu sınavlara. Ardından da bizim fakülte... Daha bir ay varken bu sınavların bahanesiyle sığınmıştım Ankara'daki odama. Üstelik bugün 18 Ağustos'tu. ODTÜ açılalı üç gün olmuştu. Bu demektir ki...
Bu demektir ki Kaya buradaydı artık. Ee? Kaya buradaydı da, ne olacaktı? Gelecek miydi? Gelir miydi?
Yaz boyu İstanbul'daydım, bana ulaşması zordu. O da uzaklarda bir yerlerdeydi. Onsuz geçen zamanlarda görüşmemizin imkansız olduğunu düşünerek avunuyordum. Oysa şimdi aynı şehirdeydik, aynı havayı soluyorduk. Ve o yoktu! O gün yanımdan usulca geçip gidişini düşündükçe nefes alamıyordum. Canım acıyordu, çok acıyordu. Vicdan azabı değildi sadece, onsuzluk canımı yakıyordu. Nasıl söylemiştim o sözleri, ben miydim o? Ne zaman bir şeyi söyleyip söylememek arasında kalsam söyledikten sonra hep pişman oluyordum. Bu, pişmanlıktan da öteydi. Bedeli çok ağır olmuştu ama yerden göğe kadar haklıydı Kaya. Ona pasifist revizyonist dediğimi düşündükçe utançtan kızarıyordu yüzüm. Bağnaz, örümcek kafalı, feodal demiştim. Yer yarılsa da girsem şimdi içine... Sarılmak istiyorum, başımı göğsüne yaslayarak geçsin istiyordum yüreğime saplanan bıçağın acısı. Onu acıtırken benim canım da çok yanmıştı ve ben kendi yaralarımı sarabilecek kadar güçlü değildim. Ulaş da yoktu. Gelmiş miydi acaba Ankara'ya? Avucumdaki kum taneleri parmaklarımın arasından kayıp giderken uyuşmuş parmaklarımı kapatamıyor, sadece seyrediyordum onların ipek yumuşaklığıyla akıp gidişini...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEPYA
Fiksi SejarahSepya, geçmişin tozlu sayfalarında kalan umudun rengi... Zorluklara, yoksulluğa, baskılara, haksızlıklara karşı direncin, inadına gülümseyebilmenin hikayesi... 68'in isimsiz kahramanlarının inançla bakan çocuk gözlerinin ışığı altında yazılmış bir k...