Gözlerimin değdiği her noktada, anılarım birikip kalbime çarpıyordu.
Geçmiş canımı acıtıyordu. Uzun zamandır aklımda olan bu düşünceyi gerçekleştirmek için geldiğim bu uçurum kenarı, nefesimin boğazımda düğümlenmesine sebep oluyordu. İnsan hayatı boyunca âşkı bir kere yaşar. Şanslıysan sürer gider bu âşk. Ama şansızsan...
Elimi sıkışan kalbimin üzerine götürüp baskı uyguladım. Kalbime oturan taş parçası yıllardır oradaydı ve gitmeye niyeti yoktu. Hayatımın cennet sandığım günlerini takip edecek cehennemi başlatan hikayemi anlatayım size. Yeniden var olduğumu sandığım, ama aslında her gün öldüğüm...
Yıllar önce karşılaşmıştık, Eylül ayında. Delicesine yağan yağmura yakalanmıştım kütüphane çıkışı. Bir binanın altına girip yağmurun durmasını beklerlen bana yaklaşan siluetin hayatımı değiştireceğini nereden bilebilirdim?
Kemikli yüzü ve uzun kıvrımlı kirpikleriyle çok güzeldi. Elleri siyah deri ceketinin ceplerinde koşar adımlarla yanıma geldi. Ah hayır, tabii ki benim için değil. O da yağmurdan korunmaya çalışıyordu. Ellerini cebinden çıkardı ve ağzına doğru yaklaştırıp sıcak nefesini üfledi. Pür dikkat onu izlerken bakışları bana dönünce utancımdan ölmüştüm. Seslice yutkunup kafamı başka tarafa çevirdim.
"Hiç duracak gibi durmuyor," diye mırıldandığında bakışlarımı ona çevirdim. Güzelliği karşısında gözlerimi kırpıştırıken ne dediğini anlamamıştım.
"Yağmur diyorum, hiç duracak gibi değil."
"Evet..." dedim gözlerine bakmaya çekinerek. "Öyle görünüyor."
"Gecenin bu saatinde nereden geliyordun bakalım?" dediğinde konuşmak istediğini anlamıştım. Bende konuşmak istiyordum ama anlamadığım bir şey vardı. Bu yakışıklılıkla neden benimle konuşmak istiyordu? Tamam, çok çirkin birisi değildim, ama onun gibi birisi benimle konuşmayacak kadar güzeldi.
"İki sokak ötedeki kütüphanede çalışıyorum. Yaz aylarında bu saatte çıkmak sorun olmuyordu." Kafasını onaylarcasına sallarken boyunun uzunluğu dikkatimi çekmişti. Sarılırsak, kafam tam kalbine denk gelirdi. O nereden geldiğini söylemedi, ben sormadım.
"Böyle havaları sevmiyorum. İçim sıkılıyor." Söylediği şeye cevap verdiğimde bitmek bilmeyen bir muhabbetin içinde buldum kendimi. Kitaplardan konuştuk biraz, vizyona giren filmlerden. Okuldan bahsettik, gülüştük. Güldüğünde sağ yanağında çıkan gamzesine takıldı gözlerim. Tam gamzesinden öpmek istedim. Fazla güzeldi, çıldıracaktım.
"Yağmur durmuyor, babam çok kızacak..." diye mırıldandığımda telefonuyla uğraşıyordu.
Kafasını telefondan kaldırmadan "Kızması doğal, kızının bu saatte sokakta dolaşmasını istemez," dedi. Güldüm. Samimiyetsiz bir gülüştü.
"Babam kızacak çünkü içki alabilmesi için ona vermem gereken parayı hâlâ vermedim." Kafasını yavaşça telefondan kaldırıp bakışlarını gözlerime sabitledi.
"Üzgünüm."
"Salla," dediğimde yağmur azalmaya başlamıştı. Adını bilmediğim çocuk, hâlâ bana bakıyordu. Bana acımış mıydı? Dayanamayarak ona döndüm.
"Bak, bana acıma tamam mı? Acıman için anlatmadım." Kafasını hızla sağa sola salladım.
"Hayır, acımadım. Yanlış anladın. Sana bakıyorum çünkü..." deyip sustuğunda tek kaşımı kaldırıp ona bakmaya devam ettim.