Hikâyeye başlamadan önce burayı okumanızı istiyorum sizden, lütfen. Aşağıdaki hikâye aynı isim ve aynı içerikle başka bir kitapta daha yayımlanmıştı. O kitap arkadaşlarımızla ortak yazdığım ve yine tek bölümlük hikâyelerden oluşan bir kitaptı. Kendi kitabımda da paylaşmak istedim. Hikâye tamamiyle bana aittir.
Elindeki son koliyi de sert bir şekilde yere bıraktıktan sonra, arkadaşının yokluğundan faydalanarak ofladı. Bundan bir ay önce o da taşınmıştı ama kimse yardıma gitmemişti. Fakat dört yıllık arkadaşı onu yardım için çağırdığında 'hayır' diyememişti. Kolları yorgunluktan sızlarken alnından aşağıya doğru yol alan ter damlası onu olduğundan daha sinirli bir hale getiriyordu. Hırsla elini alnına götürdü ve bir çırpıda terleri söküp attı. Açlıktan guruldayan karnı onu utandırırken sinirle inledi ve sırtını duvara yaslayıp derin bir soluk aldı. Kafasını duvara yasladığında yorgunluk bir kere daha kendini belli etti ve göz kapaklarını kapatmaya zorladı. Lakin o kendiyle savaşıyor, buna izin vermiyordu.
"Yoruldun mu?" Gelen sesle kafasını sola çevirdi ve kapının eşiğinde dikilen arkadaşını gördü. Kafasına geçirdiği bandana, altındaki şort ve üstündeki koyu yeşil gömlekle hiç de yorulmuş gibi durmuyordu. Neden kendisi üzerinden bir tır geçmiş gibi hissediyordu peki?
"Eh, biraz," diye yanıtladı arkadaşını. Arkadaşı ona samimi bir gülüş yolladı ve yere bıraktığı koliyi tekrar kollarının arasına aldı.
"Mira şu son koli varya," diyerek kızın önündeki küçük karton parçasını işaret etti. "Onun içindekileri son odadaki dolaba yerleştir. Ben de o zamana kadar bize yiyecek bir şeyler ve soğuk bir içecek hazırlayayım."
Mira'nın yüzü elinde olmadan mutlulukla aydınlanırken heyecanla kafasını salladı ve yerdeki koliyi hızla kaldırdı. Bu beline ağrı girmesine sebep olmuştu ama umursamadı. Açlığı her şeyi unutturacak cinstendi çünkü. Arkadaşının ardından odadan çıktı ve arkadaşı banyoya girerken o hiç durmadan en sondaki odaya ilerledi ve kapıyı açtı. İçeri bir adım attığı andan itibaren hissettiği yoğun baskı onu afallatsa da elinde olmadan odadaki eski dolaba doğru ilerledi. Kutuyu yavaşça yere bırakırken tüm gün dayak yemiş gibi hissediyordu. Hayır, bu ev taşımanın getirdiği bir yorgunluk değildi. Bu, tam da o an odaya girdiğinde üzerinde hissettiği iğrenç baskıydı.
Başına saplanan ani ağrıyla dudaklarını dişlerinin arasına çekti ve kanatana kadar ısırdı. Derin bir soluk alıp gözlerini dolabın üzerinde gezdirdi. Çok eski duruyordu. Ahşap, kahverengiydi ve yer yer boyası kalkmış durumdaydı. Elini dolabın kulpuna ilerletti ve onu tuttu. Tuttuğu anda elektrik çarpmış gibi hissetse de elinde olmadan dolabı açtı. Yüzüne vuran ağır küf kokusu suratının ekşimesine neden olurken içi hiç aydınlık olmayan dolaba biraz daha yaklaştı. Koku burun deliğini sızlatıyordu, içinde bir yerler kaçmasını emrederken vücudunun kontrolü yok olmuş gibiydi. Bu yanacağını bile bile ateşe yürümek gibiydi ama engel olamıyordu.
Sol elini cebine attı ve telefonunu çıkararak hızla fenerini açtı. Işığı dolaba doğru yönelttiğinde nefesini tuttuğunun farkında değildi. Gözlerini kısarak dolaba baktığında hemen oracıkta parlayan cisimle kalbi tekledi. Anlam veremiyordu. Bu odaya girdiğinden beri vücudu öyle tepkiler veriyordu ki kafayı yediğini sanıyordu. Elinde olmadan kalbine aldığı yoğun acı nefesini kesip dursada elini ona göz kırpan cisme uzattı ve hızla çekti. Bu bir defterdi. Bordo renkli, eski olduğunu bir bakıştan anlayacağınız bir defter. Defter dolaptan daha fazla kötü kokarken burnundan değil ağzından nefes almayı tercih etti.
Defterin ilk sayfasını açtığında istemsizce gözüne dolan gözyaşları onu tedirgin ediyordu. Hissettiği acı o kadar fazlaydı ki beyninde binlerce sahipsiz çığlık yankılanıyor gibiydi. Her çığlıkta ruhundan bir parça koparıp uzaklara fırlatıyorlardı. Sararmış sayfa ve çirkin el yazısına iğrenerek baktı. Ama içinde patlayan merak onu okumaya zorluyordu. Elinde olmadan gözlerini yazıya çevirdi.