KÜÇÜK RUH

990 41 3
                                    

"Bir kere de şu eve girdiğimde içki kokusu gelmesin be! Bıktım artık, bari çocuğunu düşün! Ne biçim bir babasın sen, Allah belanı versin. Senden nefret ediyorum! Ölde kurtulal..." Odada yankılanan tokat sesiyle annemin daha sarf etmekte olduğu sözler birer birer boğazına düğümlendi. Kelimeler kan ağladı, annem sustu. Babamın suratı içinden kopup, odada çığlıkları yankılanan öfkeden dolayı buruştu. Parmak boğumları beyazlamıştı. Kaskatı olan parmakları yavaş yavaş gevşemeye başlarken, babamın suratındaki karanlık ama bir kor olan öfke, dağılmış ve yerini duygusuzluğa bırakmıştı. Hiçlikten ibaret olan babamın suratı ecel gibiydi. Babamın elindeki boş içki şişesi elinden düşüp yuvarlanarak minik ayağımın önüne gelirken nefesimi tuttum. Bu kavga hepsinden farklıydı. Küçük, artçı kavgalar değildi. Sarsılmıştık, hayatımın en büyük depremini yaşamıştım. Ruhum babamın ellerindeydi ve o parçalara ayırarak etrafa saçmıştı.

Dolu dolu bakan gözlerimi yerde baygın yatan annemden çekip, sigaradan dolayı sararmış sakallara sahip olan babama çevirdim. Buz mavisi gözleri hiçlik saçıyordu. Onun maviliklerinde değersizlikten boğulduğumu hissettiğim saniyelerde derinden gelen bir hıçkırıkla sarsıldım. Ağlamak istemiyordum. Bana kısa bir bakış atıp yerde yatan annemin üzerinden atlayarak dış kapıya ilerledi. Kapı gıcırtılı bir şekilde açılırken seslice yutkundum.

"Nereye gidiyorsun baba? Annem baygın..." Cılız sesim odada savrulup babamın duvarlarına çarparken omuzlarım çöktü. Babam önce durdu. Durdu, durdu, durdu... Bana saatler gibi gelen zaman dilimi boyunca durdu. Sonra yavaşça bana döndü. Koşup ona sarılmak istedim. Gitmemesi için yalvarmak istedim ama o zamanlar bile gurur benim için önümden çekilmeyen bir engeldi.

Gözleri boş duvara bakar gibi bakıyordu. Babamla aramızda hep boşluk vardı. Şu an gözlerinde gördüğüm ise daha fazla boşluktu, hiçlikti. Babam ördüğü duvarlarla beni kendinden uzak tutuyordu.

"Annenin istediğini yapıyorum, kızım; gidiyorum. Ayrıca üzülme..." dedikten sonra anneme yandan bir bakış atıp bana döndü ve ardından ekledi: "...olmaz ona bir şey."

Kapıyı sertçe kapattığında evde yankılanan ses hafızamın karanlık köşelerine kazınırken titreyen bacaklarımla anneme ilerledim. Bir yandan da göz yaşlarımı silip mırıldanıyordum. "10'a kadar say, geçecek..."

Geçmedi.

Dakikalar geçti, saatler geçti, aylar geçti... Hatta yıllar geçti. Zaman geçti, acılarım geçmedi. Babamın gittiği günün görüntüleri geçmedi. Zihnimdeki karanlık bölgede saklanan acılar bana pusu kurmuş bekliyordu yıllardır. Her bi' baba-kız görüşümde ortaya çıkıp beni zehiriyle boğuyordu. Boğazımdaki yumru yutkundukça geçmiyor, aksine çoğalıyor, kalbimi ele geçiriyordu.

Ben babam için sevgisiz bir evlilikten meydana gelmiş bir et yığınından başka bir şey değildim. Aynaya her baktığımda gördüğüm buz mavisi gözler, babama benzerliğimi haykırıyor, acı beni saçlarımdan sürüklüyordu. Acının bir sınırı yoktu, acı düşmandı. Acı dünyanın en azılı katiliydi.

Sıcaktan alnımda biriken terleri silip saçımı yukarıdan topuz yaptım. Bu Allah'ın sıcağında dışarı çıkmak keyfimden değildi. Annemin ilaçlarını almak için eczaneye gidiyordum ve resmen işkence gibiydi. Tepemdeki güneş birazcık sağa kayabilir miydi acaba? Oflamalar eşliğinde eczaneye vardığımda cebimdeki reçeteyi çıkarıyordum. Eczaneye girdiğimde klimadan çıkan soğuk hava beni serinletirken yüzümde rahatlamanın etkisiyle bir gülümseme oluştu. Elimdeki reçeteyi karşımdaki çelimsiz gence uzattım.

"Bu ilaçları alacaktım. Yalnız biraz çabuk olursanız iyi olur." Çocuk hızla başını sallayıp raflara dönerken bende önümdeki tezgâha yaslanıp yüzümü kapıya çevirdim. Genç, işini hallederken bende sokaktan geçen insanları izliyordum. Herkesin acelesi vardı. Dünya üzerindeki herkesin... Eczanenin önünde siyah, lüks bir araba durduğunda gözlerimi kıstım. Biz annemle yıllarca sefalet içinde sürünürken bazılarının parayla banyo yapması adil değildi.

Arabanın içinden çıkan adam ön taraftan dolanıp arka kapıya ilerledi ve arabanın içinden 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu çıkardı. Uzaktan bile belli olan kızın mavi gözleri beni eski bir tanıdıklık hissiyle sarsarken eczanedeki çalışanın omzuma dokunmasıyla sırtımı kapıya çevirdim. Bana dokunduğu eline ters bir bakış attığımda çocuk yutkunarak elini çekti.

"Seslendim ama duymadınız." Birkaç saniye durup devam etti. "İlaçlar burada, hepsi 42 lira tutuyor." Kafamı sallayıp elimi cebime koyarken gözümün önüne geçmişten gelen kesitler dolmuştu. Kafamı sallayıp düşünceleri savdım, elimdeki parayı gence uzattım. Nasır tutmuş, uzun parmaklı elleriyle parayı elimden aldı. Para üstünü beklerken tezgâhın üzerindeki ilaç poşetini aldım.

"Annem bu ilaçları içince artık grip olmayacak mı, babacığım?" Küçük bir kızın sesi eczaneyi doldururken kafamı sesin geldiği yöne çevirdim. Bu arabadaki kızdı. Elleri saçlarında oyalanırken gözleriyle etrafı tarıyordu. Küçük elinin hapsolduğu büyük elin sahibi çevirdim gözlerimi.

Ve acı her yanımı sardı.

Zehirli bir sarmaşık her noktamı ele geçirirken yutkunamıyor, nefes alamıyordum. Buz mavisi gözleri nerede görürsem tanırdım. Ellerim titriyor, bacaklarım beni taşıyamayacağının sinyallerini veriyordu. Karanlık beni yutmak için bekliyordu. Zihnimdeki acılar sandığı bir bir açılırken acıdan ölecek, karanlığa gömülecektim. Yutkundum, sesi eczaneyi inletiyor gibiydi. Yoksa kulaklarım mı uğulduyordu?

Sararan sakalları gitmişti, saçları az da olsa dökülmüştü. Elini bir kere bile tutamadan giden babam, yıllar sonra karşıma çocuğunun elini sevgiyle tutarak çıkmıştı. Zaman durmuş gibiydi, sanki bulunduğumuz mekânda sadece o ve ben var gibiydik. O bana bakmıyordu, beni görmüyordu. Bakışlarımı farkederek mavi gözlerini bana çevirdiğinde nefesimi tuttum. Bu gözler bana hayatım boyunca unutamayacağım bir tramva bahşetmişti. Sonra ise gitmişti.

Tanımayacaktı beni, tanıyamazdı.

"İ-ipek?" Adımı telaffuz edişi kalbimi tekletirken görüşüm gözümde biriken göz yaşlarıyla bulandı. Babam, yıllar sonra karşılaştığımız yerde beni tanımıştı. Yanında kızı, altında lüks arabası vardı. Babam beni tanımıştı.

"B-ben..." dediğinde sırtımı dikleştirdim. Acı beni iki büklüm etse de, nefes almam zorlaşsa da, yıllardır yaptığım şeyi yapıp yüzüme ifadesizlik maskemi takındım. Kalbim içimde bir yerlerde büzüşüp kaybolurken verdiğim savaş takdir edilesiydi. Yıllar sonra onun-babamın- 'ben üzgünüm' temalı sözlerini dinleyemezdim. Ona tek bir soru sorcaktım. Yıllar kendime sorup durduğum o soruyu.

"Yıllardır aynı evde oturmamıza rağmen, neden bir kere bile beni görmeye gelmedin?" Annemle birbirlerini sevmediklerini biliyordum, ama benim suçum neydi? Küçük kızının babasız büyümesini vicdanına nasıl yedirdi? Babam gözlerini kaçırdığında verecek bir cevabı olmadığını anladım.

"Baba, bu ablayı tanıyor musun? Kim o?" Küçük kızın sesi aramızdaki bakışmayı böldü. Saçları platin sarısıydı ve yumuşacık görünüyordu. Üzerinde benim asla sahip olamayacağım kalitedeki elbiseler bana göz kırpıyordu. Kıskançlık hissetmedim. Nefret hissetmedim. Öfke hissetmedim. Tek bildiğim hissedemediğimdi. Babam ne diyeceğini düşünür gibi etrafa kaçamak bakışlar atıyordu.

"O... O benim..." Tok sesi içimi sızlatırken duymazdan geldim.

"Ben sadece..." deyip lafını böldüm babamın. "Ben sadece eski bir tanıdığım."

Babama son kez baktım. İyice hafızama kazıdım bu görüntüyü. Babamın kızını, bensiz veya bizsiz mutlu oluşunu, yeni hayatını... Ben anneme bakabilmek için okulu bırakırken onun aslında mükemmel bir hayatı olduğunu anladım. Ve anladım ki, bu hayatta babamın gözünde arabasındaki herhangi bir objeden bile değersizdim. Babam ölmüş gibi davranmaya devam edecektim. Yıllardır yaptığım gibi.

Elimdeki ilaç poşetiyle eczanenin kapısında çıkarken, babama dair tüm umutlarımı o kapının arkasında bıraktım.

TEK BÖLÜMLÜK HİKAYELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin