Dışarıda şiddetle yağan ve çarpıştığı her ruhu temizleyen yağmuru görünce kütüphanenin sıcaklığı için Tanrı'ya teşekkürlerimi sundum.
Sıcağı her zaman soğuğa tercih eden bir insanım; tıpkı gündüzü geceye tercih ettiğim gibi. Üzerimde ki düz siyah kazağın kollarını biraz daha çekerek parmaklarımı tamamiyle örttüm. Bu kütüphane tartışmasız hayatımda ki en güzel şeydi. Burası halka açık ve ücretsiz bir kütüphane; üstelik 24 saat hizmet veriyor. Çay bedava ve içerisi her daim sıcak. Çalışanlar çok sıcak kanlı ve tatlı insanlar. Dört yıl önce burayı keşfettiğimde tek tük kişinin geldiği bir mekândı ama yıllar geçtikçe adı duyulmaya başlamış ve iyice ünlenmişti.
Son zamanlarda ilk kez burayı bu kadar sakin görüyordum. Benim dışımda sadece Meltem hanım vardı.
"Çayını tazelememi ister misin, Rüya?" Meltem hanımın tatlı sesi kulaklarıma dolduğunda bakışlarımı ona çevirdim.
"Hayır, teşekkür ederim. Birazdan kalkarım zaten," dediğimde otomatik olarak elim kazağımın altında ki saate gitti ve onu kazağın altından kurtarak saate baktım. 01.20 rakamlarını görünce istemsizce dudağımı ısırdım. İlk defa bu kadar uzun süre vakit geçiriyordum burada.
"Saat epey geç oldu, değil mi?" Bakışlarımı tekrar Meltem hanıma çevirdim.
"Evet, ilk defa bu kadar kalıyorum. Umarım ev arkadaşlarım uyumuyordur. Anahtarım yanımda değil." Meltem hanım sıcak gülüşlerinden birini bana armağan ettiğinde bende gülümsedim.
"Sorun yok. Uyuyorlarsa buraya tekrar dönebilirsin. Şöminenin önündeki koltuklar çok rahattır." Bakışlarım şöminenin önündeki koltuklara döndüğünde memnuniyetle gülümsedim. En azından dışarıda kalmayacaktım. Yıllardır gelip gittiğim kütüphaneyi kısaca taradı gözlerim.
Oldukça büyük bir yerdi ve iki katlıydı. Her türlü kitap bulunuyordu. Öncelikle ilk kısım orta bölüme kadar ahşap masa ve sandalyelerle doluydu. Sağ taraf siyah bir paravanla ayrılmıştı ve orada da plak ve radyo bulunuyordu. Üst kat ise şirin mi şirin bir yerdi. 7-15 yaş arası küçük minikler için yapılmıştı. Küçük ve rengarenk sandalyeler, onlara eşlik eden masalar ve küçük raflar bulunuyordu. Sol tarafta ise beyaz bir duvar vardı. Buraya gelen herkes buraya anısını bırakıyordu. Beyaz duvardaki boyalı el izime ve yapıştırdığım renkli kağıtlara bakıp gülümsedim. Burası hayatımda gördüğüm en muazzam yerdi. Kapının önündeki çandan ses geldiğinde kafamı o tarafa çevirdim. Çanın sesi, içeriye birinin girdiğini haber veriyordu. Ve öylede olmuştu.
İçeriye sırıl sıklam olmuş bir genç geldiğinde gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Banyo yapmış gibi duruyordu. Üzerinde ki uzun yeşil montun kapüşonunu kafasına geçirmiş ve elleri ceplerinde her zamanki masasında kitap okuyan Meltem hanıma ilerledi.
"Islağım ama içeride durmam sorun olmaz değil mi?" Tok sesi kulaklarıma iliştiğinde ıslık çalmak istedim. Oldukça etkileyiciydi.
"Elbette, sorun yok. Rahatına bak. İstersen şöminenin önünde ısınabilirsin."
"Çok sağ olun," dedi genç adam kapüşonunu çıkarırken. Bana taraf döndüğünde bakışlarım benden bağımsız olarak yüzünü taramaya başladı. Karamel rengi gözlere sahip olan bu gencin ilk dikkatimi çeken yeri boynuydu. Uzun ve incecik. Adem elması aşağı inip tekrar yukarı çıkarken bende eş zamanlı olarak yutkundum. Kemikli bir yüze sahipti. Saçları ıslaklıktan dolayı koyu renk gibi görünsede, açık bir renge sahip olduğu belliydi. Genç adamı sapık gibi izlediğini farkettiğimde bakışlarımı önümdeki kitaba çevirdim ve artık buz gibi olan çayımdan bir yudum aldım. Bu midemi bulandırırken suratım ekşidi. Karşımda ki sandalye yavaşça çekildiğinde birinin oturduğunu anladım ve masaya dökülen su damlalarından kim olduğunu kavrayabildim. Bakışlarımı kitaptan çekip ona çevirdiğimde gülümseyerek bana bakıyordu.