Siyah gök yüzünün üzerine serpiştirilmiş beyaz lekeler gözlerimin bulanmasına ve hipnoz olmuş gibi onlara bakmama neden oluyordu. Ruhumun derinliklerinden gelen çığlıkla sarsıldığımda ellerimi birbirine kenetledim ve sıktım. Duymak istemiyordum. Bana yalvaran, kaç kurtul diyen o sesi daha derine gömmek için acı dolu bir şarkı mırıldanmaya başladım. Yoğun duygular kalbime koşup acımasızca dans ederken, duyguların altında büzülen kalbim isyan edecek gücü bile bulamıyordu. Cama değen yağmur tanelerini takip eden kısılmış gözlerim bulanıklaşmaya başladığında alt dudağımı dişlerimin arasına aldım ve sertçe ısırdım. Yapmayacaktım, ağlamayacaktım. Bütün acılarımı ve mutluluklarımı koyduğum terazi daha fazla acıya dayanamadı ve parçalara ayrıldı. Huzursuzluk saçlarımdan tutup beni karanlık odalarda gezdirirken seslice yutkundum ve titrek bir nefes verdim.
Şiddetlenen yağmur geceyi oldukça acımasız gösteriyordu. Saate baktığımda 04.43 rakamlarını görünce dudaklarımı bir kez daha ısırdım ve bu defa kanadıklarına emin oldum. Ağzıma dolan metalik tat beni tatmin etmiyordu. Dış kapıdan gelen gıcırtılı sesle başımı hızla oraya çevirdim ve nefesimi tuttum. Karanlık koridorda yüzünün yarısı dolunayla aydınlan siluete baktığımda parmak uçlarımdan beynimin en küçük hücrelerine kadar acıyla sarsıldım ve cılız bile sayılamayacak bir çığlıkla ileriye doğru bir adım attım.
"Peyami, sana ne oldu?" Ağzımdan çıkan sözcükler, acıyla boyanmış, çaresizlikle harmanlanmış ve haykırışların en acı olanıyla sevişmişti. Moraran sağ gözü, ağzından ve burnundan yere damlayan kanlar ve seken sağ bacağıyla enkaz gibi duran Peyami'ye adım atmak istiyordum; lakin ayaklarım yere çivilenmiş gibiydi. Olduğum yerde mıhlanmış dururken Peyami acıyla dudaklarını sağa kaydırdı ve aşık olduğum gülümsemesini bana yolladı.
"İyiyim Müzeyyen, iyiyim." Çatallaşmış ve pürüzlü sesi iyi olmadığını suratıma haykırırken ona doğru adımladım ve bir çırpıda koluna girerek onu koltuğa oturttum. Ellerim endişeyle titriyor, gördüklerim karşısında gözyaşlarım gözlerimi zorluyordu. Acıyla kısılan gözlerim Peyami'nin yaralarında dolaşırken dudağımı ısırdım ve ağzımdan kaçan boğuk iniltiye engel olamadım. Sol elim istemsizce havaya kalktı ve Peyami'nin moraran gözüne dokundum. Dudaklarından bir tıslama kaçtığında vücuduma elektik verilmiş gibi hızla ellerimi çektim ve özür dileyen bakışlarımı ona yolladım.
"Özür dilerim, canın çok acıyor mu? Ne yapmam gerekiyor? Krem mi sürmeliyim?" Art arda sıraladığım sorularla birlikte Peyami gözlerini kapattı ve hüzün dolu bir iç çekti. Kalbim teklerken vücudumun her bir noktasına bıçak batırılıyor gibi hissediyordum. Gözlerini açtığında karanlık gecede yalnızlık kokan bakışlarını üzerimde sabitledi. Kafasını olumsuz anlamda sallarken ellerime uzandı ve onları sert ve biçimsiz elleriyle hapsetti.
"Yapamıyorum, Müzeyyen..." diye fısıldadığında nefesimi tuttum. Kaşlarım acıyla çatılırken Peyami seslice yutkundu.
"Denedim, yemin ederim denedim. Sana âşık olmayı denedim, olmuyor." Duyduklarım beynimde kapsüllerin patlaması etkisini yaratırken nefesim boğazımda takıldı ve en ücra köşelerde saklanan şeytanlarım kalbimde gezintiye çıktı. Kalbimin üzerinde hissettiğim her kırbaç darbesiyle gözlerimin görüşü bulanıklaşırken Peyami ellerimi biraz daha sıktı.
"Nâlan'ı unutamıyorum. O benim kalbimde canlı kalan umutların sahibi. Onu silemiyorum." Ellerimi sertçe ellerinden çekerken sözlerinin ağırlığının altında ezilen kalbim ve suratına yumruk indirmemi söyleyen beynimle savaşın ortasında çırılçıplak kaldım.
"Lütfen dinle," diye konuştuğunda keskin bir nefes aldım.
"Devam et, Peyami." Eliyle yüzünü avuçladı ve sertçe ovaladıktan sonra tekrar odağına aldı beni.