Not: Olumsuz etkilenecek olanlar lütfen okumasın.
Gökyüzüne baktığınızda sadece yıldızları mı görürsünüz? Birkaç parlayan, şekli net bile olmayan cisimlerle dolu bir gökyüzü... Tek gördüğünüz bu mudur?
Ecrin gökyüzüne bakarken daha fazlasını görüyordu. Yaşadığı tüm acıları gökyüzüne yolluyor, tüm yıldızlara eşit şekilde dağıtıyordu. Böylece acılarının azalmasını diliyordu, aslında yalvarıyordu.
Ama bu olmuyordu. Her şey beyninin içinde oluşuyor, gerçeklikten uzak kalıyordu. Sızlayan burnunu iki parmağının arasına alıp sıktı ve tekrar serbest bıraktı. Yan odadan gelen bağırış sesleri artarken dikkati tamamen kayboldu ve bakışlarını artık sönmüş yıldızlardan çekip boş duvara çevirdi. En az ruhu kadar boş olan gözleriyle duvarı tararken istemeden sesleri algılamaya başladı. Ve tam o an, sesleri duyan kulaklarını söküp atmak istedi.
"Senden iğrendiğimi biliyorsun değil mi, Fırat?" diyordu annesi babasına. Bu sözün ardından Ecrin soğukça güldü. Bunu sadece babası değil, tüm tanıdıkları biliyordu.
"Biliyorum, Ecren, biliyorum. Senin benden ettiğin nefretin on katını besliyorum sana karşı, peki sen bunu biliyor musun?" diye bağırdı babası aniden. Ecrin, bu yükselişi beklemediğinden olduğu yerde hafifçe sıçradı. Dışarıda yağan yağmur fırtınayla seviştiğinde ortalığı korkunç bir uğultu kapladı. Tam o an, Ecrin beynine saplanan düşünceyi hissetti. Bu düşünceden kurtulmak için annesinin ve babasının kavgasına odaklandı, lakin bunu yapmak her şeyi daha kötü yapmıştı.
"Hâlâ sana neden katlanıyorum bilmiyorum, Allah'ın belası. Al kızını da defol git hayatımdan!" diye ciyakladı annesi. Ecrin tekrar soğukça güldü.
Bu defa gülmesine eşlik eden bir göz yaşı vardı.
"Kızımı mı? Güldürme beni, Ecren! Gidersem yanımda senden bir parça götüreceğimi nereden çıkardın? Arkama bile bakmadan gideceğim!" Babasının gür sesi duvarları kanatacak derecede güçlüydü. Ağzından fırlayan kelimeler duvarlardan geçip Ecrin'in kalbine saplanıyordu. Hepsi, tek tek, acılı bir şekilde, sertçe, durmaksızın kalbinde tekrar varoluyordu.
"Ne duruyorsun o zaman? Defolup gitsene!" diye bağırdı annesi, boğazı patlarcasına. Ecrin artık beyninde yeşeren düşünceye savaş açmayı bırakmış, düşüncenin onu ele geçirirken hissettiği acıyla başbaşa kalmıştı. Sarsak, acı dolu birkaç adım atarak yatağının önünde durdu. Annesi ve babası ise hâlâ kavga ediyordu.
"Eşyalarımı niye topluyorum sanıyorsun, aptal kadın? Çekil dibimden artık, bir huzur ver!"
Ecrin'in dudağının bir kenarı alaycı bir biçimde havaya kalkarken yatağını kaldırdı ve bazanın karanlık köşelerinden siyah kutusunu çıkardı.
"Sen gerçekten dünyadaki en iğrenç adamsın! Şerefsiz herif." Annesinin tükürür gibi konuşması Ecrin'e tanıdık geliyordu. Annesi onunla konuşurken de böyle konuşurdu. Nefret edercesine, aşağılarcasına...
Bazayı kapatıp kutuyu yatağına yerleştirdi ve yere çöktü. Birkaç saniye boş gözlerle kutuyu incelerken sesler daha fazla yükselmiş, yağmur şiddetini iki katına çıkarmış ve damlalar camı döver hale gelmişti.
"Ulan ben mi iğrencim? Daha geçen gün seni kendi yatağımda başka bir adamla gördüm! Utanmadan hâlâ bana laf ediyor bir de! Ailen bile utanıyor senden, rezil kadın." Annesinin kahkahasını duyduğunda neredeyse kendisi de gülecekti. Ama samimi bir gülme hissi değildi bu. Deli gibi gülüp, ardından çığlık atarak ağlamak isteyeceği türden bir gülmekti.
"Sen sütten çıkmış ak kaşıksın çünkü, değil mi? Bıktım artık, gerçekten bıktım. Bu aileden, senden, kızından, hepinizden bıktım!"
Ecrin annesinin son sözleriyle birlikte hızla kutusunu açtı ve içindeki cismi avuçladı. Ayağı kalkıp cismi arkasına sakladıktan sonra delirmişçesine bağırdı.
"Anne! Baba!" Ecrin, yaklaşık beş yıl sonra ilk defa bu hitap kelimelerini kullanıyordu. Ailesi de bunun bilincinde olduklarından mütevellit birkaç saniye bocalayıp öylece kalakaldılar. Babası annesine yandan bir bakış attığında annesi tedirginlikle alt dudağını dişliyordu. Ardından yavaşça Ecrin'in odasına girdiler.
"Ne?" dedi annesi karşısında tüm ruhsuzluğuyla dikilen kızına bakarken. Onu sevmiyordu. Ama nefret de etmiyordu. Bu aileyi kendisi seçmemişti. Zorunlu bir evlilikti ve Ecrin'i de sırf ailesinin sesi kesilsin diye yapmışlardı. Değersiz bir et yığınıydı sadece. Hem Ecrin, babasına, Fırat'a çok benziyordu. Keskin bakışları bile aynıydı. Onu nasıl sevebilirdi ki?
"Ne oldu, Ecrin?" dedi babası yorgun bir sesle. Fırat, Ecren'e göre daha ılımlı davranırdı kızına. Zaten neredeyse hiç muhabbet kurmazlardı, kurduklarında ise terslememeye dikkat ediyordu. Bu evliliğin getirdiği kötü sonuçları hak etmediğini düşünüyordu ama onunla uğraşamayacak kadar da yorgundu.
"Siz ikiniz..." dedi Ecrin, boş elinin işaret parmağıyla ikisini gösterirken. "Benden neden nefret ediyorsunuz?"
Sesi bütün yorgunluğunu haykırırken, arkada elinde tuttuğu cisimden güç almaya çalışıyordu.
Fırat ve Ecren bu soruyu beklemiyorlardı. Hem de... Hiç beklemiyorlardı. Birkaç saniye durdu, Ecren. Ağzı açıldı, kapandı. Kelimeler anlamlı gelmiyordu. Sonunda konuştuğunda Ecrin'i adeta uçurumdan aşağı itmişti.
"Neden sevelim? Biz daha birbirimize katlanamıyoruz, sana nasıl katlanalım Ecrin?"
Ecrin küçük bir kahkaha attığında babası biraz endişlenmişti. Ecrin'i kısaca taradığında kendisine ne kadar benzediğini o an fark etti ve bu farkındalıkla seslice yutkundu. Sonra onu tekrar süzdü. Zayıftı. Kaburgaları sayılabilecek düzeyde zayıftı. Göz altları mor, kolları çizik içerisindeydi. Fırat sanki yeni yeni farkına varıyordu yarattıkları yıkımın.
"Ecrin, iyi misin?" diye soludu hızlıca. Ecrin bakışlarını babasına çevirdi. Ecrin babasını seviyordu. Her zaman ona sarılmak istemişti. Tek istediği, güveni hissetmekti.
"Bana..." dedi acı çekerek. "Bir kere kızım der misin?" Annesi Ecrin'in bu sözleri üzerine kahkaha attı.
"Bu saçmalıkta ne ol-" Annesinin sözünü babası kesmişti.
"Ecrin, kızım, neler oluyor?" dedi babası can havliyle. Farkındalık iğrençti. Kendinden tiksiniyor, olabileceklerden korkuyordu. Annesi, Fırat'ın bu sözüyle şok olmuş bir şekilde ikisine bakıyordu.
Ecrin artık tutamadığı göz yaşlarını saldığında hıçkırıkları boğazını parçalıyordu.
"Bu kelimeyi duyabilmek için her şeyimi verirdim," dedi hıçkırıklarının arasından. "Beni sevebilmeniz için her şeyi verirdim!"
Çığlıkları evi inletirken Fırat ve Ecren şok olmuşlardı. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Hatta öyle ki, Ecren bile derinden sarsılmıştı.
"Biz..." dedi babası mantıklı birkaç kelime ararken. Ama Ecrin onu susturdu.
"Sevginize çok ihtiyacım vardı. Size çok ihtiyacım vardı! Ama yoktunuz. Hiçbir zaman yoktunuz. Neden ben? Söylesenize, neden ben?" Annesi tedirgin bakışlarla Ecrin'i süzerken bu olanların iyiye gitmeyeceğini hissediyordu. Tam o an gözü Ecrin'in sabahtandır arkasında sakladığı eline kaydı. Yeni fark ediyordu. Her şey gibi, bunu da yeni fark ediyordu, ama artık çok geçti.
"Ecrin, arkanda ne saklıyorsun?" dediğinde Ecrin silahın varlığını tekrar hatırladı. Ve onu sakladığı yerden çıkardı. Annesi ve babası silahı gördüğü an Ecrin'in üzerine atılmaya kalkıştılar lakin Ecrin silahı alnına dayadı.
"Sakın! Artık çok geç..." dedi alnındaki silahı ağzına götürmeden önce. "Artık beni sevginiz bile kurtaramaz."
Ardından ağzında yer edinmiş silahın tetiğini çekti ve ateşledi. Cansız bedeni yere yığılırken babası kart bir çığlıkla Ecrin'in sevgisizlikten çürüyen bedenine atıldı. Ecrin aslında doğduğu gün ölmüştü. Sevgisizlikle lanetlenmiş bir çocuktu o. Yıllar önce ölmüştü ama şimdi intiharla sonuçlanıyordu hayatı. Her şey bu kadardı işte.
Bir çocuk daha sevgisizliğin getirdiği yıkıma dayanamadı. Bir çocuk daha kayboldu. O gece Ecrin, bir sürü kayıp çocuk ruhu götürdü yanında yıldızlara. Acılarını saklayabilsinler diye.
Sevgisiz büyüyen çocuklara adanmıştır.