21*

6.7K 646 162
                                    

Tam bir hafta.

Bir haftadır Ashton'ı görmüyordum. Tam bir haftadır saçlarıma çiçek takmıyordum. Tam bir haftadır renkli şeyler giymiyordum. Tam bir haftadır kendimi yaşamıyor gibi hissediyordum.

Tam bir haftadır Ashton'sız nefes almaya çalışıyordum.

Gözlerimi kaldırıp onun dolabına baktım. Yoktu. Büyük bir boşluk vardı. Restoranta gittiğimde beni görmek istemiyordu. Yüzüme bakmıyordu. Cassandra her gün beni oyalayıp duruyordu. Saçlarımda ağırlık yoktu. Yere düşürdüğüm çiçekler ve Ashton'ın bana söylediği şiirler yoktu. Dudaklarımı yaladım.

Sadece küçük bir cesaret olsaydı, giderdim. Yapamam. Ken ve Andy'nin bendem beklentileri varken bunu yapamam. Gerçi Ashton'ı düşünmekten ne ders dinliyordum ne de çalışabiliyordum.

Kafam bir anda Ashton'ın ile doluyor. O gözlerindeki hayal kırıklığını unutmak mümkün değildi. Gözlerimi dolaptan çektim. Matematik sınıfına yürümeye başladım. İnsanlar yanımdan öylece geçip gidiyordu. Bazıları bir şeyler fısıldıyordu. İnsanların nasıl hayata tutunduklarını merak ettim. Zamanın nasıl geçtiğini merak ettim.

Çünkü sanki zaman geçmiyor gibiydi. Ashton ne zaman hayatımda bu kadar önemli bir yere sahip oldu bilmiyorum ama benim teorim vicdan azabı çektiğim için böyle olduğu ya da bilmiyorum. Çok fazla düşünüp hiçbir sonuca varamıyorum. Son dört gündür onun yüzünü görmüyorum ve onunda benim gibi olup olmadığını merak ediyorum. Ken ve Andy restorantan ayrıldığını söylediğinde benden uzaklaşmaya çalıştığını anlamıştım.

"Flora?"

Kafamı kaldırıp yanımda duran Cassandra'ya baktım. "Efendim?"

"Birazdan Calum gelecek. Ashton ile ilgili bir şey olduğunu söyledi. Gelecek misin?"

Eğer gidersem, Ashton'ı görürsem yeni bir umut olacaktı. Ayrıca son dersimi asamazsım. Kimi kandırıyorum? Dersler umrumda bile değil. "Hayır."

Cassandra kolumu tuttu. "Ashton'da iyi değil."

Cassandra, Calum ile takıldığı için Ashton'ı görüyordu. Cassandra bana hep eski Ashton'ın döndüğünu söylerdi. Ona engel olmak istiyordum ama ona ümit veremezdim. Çünkü onunla gitmeyecektim.

"Üzgünüm Cass, gelemem. " Defterlerimi göğüsümde birleştirdim. "Şimdi derse gitmem gerek, sonda görüşürüz."

Koridoru döndüğüm an da nefesimi sertçe verdim. Lanet olsun gerçekten canım acıyordu. O da benim gibiydi. Ah, o da ağlıyor muydu acaba? Dudaklarım titrediği anda kendime fısıldadım.

"Hayır Flora, ağlama. Kes ağlamayı!"

Sırama otururken, yorgun bir şekilde defterimi açtım. Bir haftadır uyku düzenim iyice bozulmuştu. Burnum daha sık kanıyor olmuştu. Yüzümü buruşturdum. Biri sırama ellerini koydu. Kafamı yavaşça kaldırdım.

Luke tam karşımda duruyordu. Kirli sakalları ve dağınık saçlarıyla o da kendini bırakmış gibiydi. "Çiçeklerin nerede?"

"Artık on sekiz yaşındayım."

"Onlar seni Flora yapan şeyler."

Omuz silktim. Konuşmaya bile enerji harcamak istemiyordum. Sandalye çekerek sıramın yanına koydu. Ellerimi masadan çekerek dizlerimin üzerine koydum.

"Flora, renklerin nerede?"

"Siyah beni daha güzel gösteriyor."

Kafasını 'hayır' anlamında salladı. "Güzel durmuyor. Senin üzerinde sana ait olmayan her şey kötü duruyor."

P.S: FloraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin