Kafamı cama yasladım. Ashton ayaklarını önümüzde ki koltuğun altına doğru uzatmıştı. Otobüs yolculuklarını seviyordum. En çokta uzun olanları.
"Nereye gidiyoruz?"
"Hiçliğe."
Kafamı salladım. Camdan dışarı baktım. Gözlerimi sadece olağan bir yere odakladım. Bir şeyler düşünüyordum fakat bunları dile getirmek zordu. Dizimi dürttü. Kafamı hızlıca kaldırdım. "Haydi."
Çantamı koluma taktım ve otobüsün çıkış kapısına doğru yürüdük. Birkaç sarsıntılı duruş sonrası, şehrin sonuna gelmiştik. Ashton'a baktım.
"Sana güvenmekle hata mı yaptım?"
Dişleri yarım ağızla gösterirken, gözleri kısılmıştı. "Komiksin."
İki parmağını 'gel' işareti yaparak omzunun arkasından gösterdi ve bana sırtını dönerek yürümeye başladı. Onu takip ediyordum. Karanlık sokaklar beni korkutuyordu, Ashton karanlığın doğan çocuğuydu. Nefeslerim düzenlenmeye başlarken, Ashton'ın beni nereye getirdiğini daha çok merak ediyordum. Arazinin dışına çıkmak için çitlere yaklaştık. Ashton çitlerin üstünden çevik bir sportmen gibi atladı. Çitlerin diğer tarafından bana baktı. Elini uzattı. Nefesimi içime çekti ve onun yaptığı gibi atladım. Gülümsedi.
"Sadece yoga yaptığını sanıyordum."
"Herkes benim hakkımda bir şeyler bildiğini 'sanıyor'."
Kafasını salladı ve arazinin dışına çıktık. Gözlerimi hızlıca etrafta gezdirdim. Ashton cebinden ellerini çıkardı. Görkemli ağaç görüş alanımdan çekildiğinde yanan kiliseye baktım.
"Horgis Kilisesin de ne arıyoruz?"Ashton güldü. "Burayı seviyorum."
Neredeyse çamura bürünmüş kapıyı açtı. Kilisinin dışında durarak içeride ki karanlığa baktım. Ashton içeri girdiğinde, kayboldu. Kaşlarımı çattım, ben siyahın kızı değildim. Karanlık olan hiçbir şeyi sevmezdim. Kasvet, mutsuzluk ve bütün negatif enerjinin çekim gücüydü. Ashton orta holün ışığını açtı ve kilise hafif bir loşluğa kapıldı. Gözlerimi kapı eşiğine sabitledim. Dudaklarımı bastırarak kilisenin içine girdim.
Normalde kilisiye gitmezdim ama bu yanan bir kiliseye gideceğim anlamına gelmiyordu. Her şey normaldi. Sadece biraz toz, biraz kırık dökük şeyler ve kırık camlar vardı. Ashton sağ taraftan üçüncü sıraya oturdu. Çantamı önüme aldım ve sol tarafın üçüncü sırasına oturdum. Ayağını dizinin üzerine koydu ve kendini biraz öne itti. Vaftiz edilen suya bakıyordu. Tabii şu an içinde kutsal su yoktu.
"Yanmaktan kilise bile kurtulamadı."
Gözlerimi basamaklardan alarak, Ashton'a baktım. Gözlerini kısmış ve İsa'ya bakıyordu. "Herkesin yanacağı bir yer burası. Yanlışlar, doğru oluyor. Doğrular yanlış oluyor. İnançlar sorgulanıyor, inanç sınanılıyor. Ellerini açıp dudaklarını kıpırtatırken biri ölüyor. Birine merhamet birine acı veriliyor."
Dudaklarıma yaladım. O kadar iyi konuşmuştu ki, kendimi Dünya'ya geliş nedenimi sorgulamakta buldum. Ashton ellerini tahta, oturma başlıklarına koydu. "Herkesin başına kötü şeyler geliyor."
Bana baktı. Gözlerimi ondan çekemedim. İçimde ki o dürttü ona bakma isteğimi yok edemedi. "Senin başına ne geldi ki, ağladın?"
Gözlerimi ondan çektim. "Ben kötü biriyim Ashton."
Güldü, yüksek sesle. Boş kilisede onun kutsanılası sesi yankılandı. Kulaklarım gerçek bir ses duymuşluğum sevinçliğindeydi fakat duygularım için aynısını söyleyemezdim. Beni küçük düşürmeye çalışıyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
P.S: Flora
Fanfiction"Saçlarına neden çiçek takıyorsun?" Ona doğru döndüm. "Mezarıma koyacakları çoğu çiçekleri daha yakından görmek için."