(Genel olarak daha açıklayıcı bir bölm olduğunu söyleyebilirim. Kurgu hala benim kafamda bile oturmadığından ucunu açık bırakıyorum. Bide biraz merak iyidir :)
Yine de sanırım çok yeni olmama rağmen oy ve yorum istemek gibi bir yüzsüzlük yapıcam :) lütfen :) )
Bir anda Finn ve Blair'in neler yaptığını unutmuştum. "Alice'e haber verdin mi?" dedim zar zor duyduğum sesimle. Evet anlamında başını salladı. Annemi aradım.
"Anne. Taşınıyoruz. Toparlan."
Blair kolumdan tutup beni oturttu ve kontrollü bir sesle "Bak." dedi. "Sonsuza kadar kaçamazsın. Kaç defa taşındın zaten, sonunda yine buraya gelmişken hem biz seni bırakmayız, hem de daha fazla onunla yüzleşmemene izin vermeyiz. Onunla yüzleş ve olsun bitsin, kurtul. Böyle devam etmemelisin, bu seni yıpratıyor. Eğer seni dediği kadar seviyorsa, sana zarar veremez. Seni böyle yıpranmış, sürekli kaçarken görmek bizi de üzüyor." dedi gittikçe yumuşayan sesiyle.
Anlamıyordu. Nasıl anlamasını bekleyebilirdim ki? Bilmiyorlardı. Çünlü anlatmıyordum. Evet, bana zarar vermezdi belki ama beni elde etmek uğruna etrafımdaki herkese zarar verebilirdi. Ve ben kimseye zarar gelmeden ondan kurtulmak istiyordum. Her ne kadar imkansız gözükse de.
İçimden bir ses Hadi ama dedi. Neden kafan almıyor? Ya etrafındaki herkese zarar verecek, ya da seni elde edecek.
Kapa çeneni salak iç ses. Ondan kurtulmanın bir yolunu bulacaktım. Buna da konuşmakla başlayabilirdim.
"Sanırım haklısın. Onu çağırayım. Bana biraz zaman verir misin?"
Başıyla onayladı. "Bana şans dile." diye mırıldandım. "Şansa ihtiyacın yok bebeğim. Onunla baş edebileceğini biliyorum." dedi ve bana sarıldı.
Evet. Sanırım bunu yapabilirdim. Yine de ondan korkuyordum.
Çok uzun süredir hiç aramadığım ama içimde onu seven salak bir parça yüzünden numarasına kafenin adını ve ne olur ne olmaz diyerek kendi adımı mesaj atttıktan sonra gelmesinin 5 dakika bile sürmemesi şüphelenmeme yetmişti.
Rahatsız bir sesle "Beni mi takip ediyordun?" diye sordum o çok tanıdık, masmavi gözlerine bakmadan. Çenemden tutup mutlulukla parıldayan gözlerine bakmaya zorladı. "Hayır, seni takip etmiyordum sevgilim. Ben seni her yerde bulurum." diye fısıldadı.
Ah! Bilerek yapıyordu! Sırf hatırlamam için! Tabii ki hatırlıyordum. Hatırlamam için o eşsiz mavi gözlerine bakmama bile gerek yoktu.
***
Kucağında oturmuş, onu uzun uzun öpmüştüm. Dudaklarının yumuşaklığını her hücremde hissetmiştim. Tabii ki ilkim değildi, ama her seferinde ilkimmiş gibi hissettirmeyi başarabiliyordu. Sırtımdaki eli şehvetten çok endişeyle hareket ediyordu. Yanaklarımı ıslatan gözyaşlarını teker teker öpüp "Ben seninim, sonsuza dek. Tıpkı senin benim olman gibi." dedi yumuşacık mavi gözleriyle bakarak pürüzsüz, şefkat dolu sesiyle.
Bir hata yapıp onu kaybetmekten öyle korkuyordum ki... Evet, bunun için ağlıyordum. Tıpkı onun için yaşadığım gibi. Bunu biliyordu. Bu yüzden beni bi köşeye çekilmiş tek başına ağlarken gördüğünde içimden geçenleri okurcasına hareket etmişti.
Beni tekrar öpmeden önce dudaklarıma "Beni kaybetmekten korkmana gerek yok, sevgilim. Ben seni her yerde bulurum." diye fısıldamıştı dudaklarını yumuşakça dudaklarıma bastırmadan önce.
Sözlerini mühürlercesine.
***
Zihnimin bana tekrar yaşattığı sahneden çıkıp gerçeğe döndüm. Hayır, zayıflık göstermeyecektim. Gösteremezdim. Onu hatırlayamzdım. Bizi hatırlayamazdım. Şimdi olmazdı. Gözlerimi yumup gözyaşlarımı geldikleri yere gönderdim ve sesimin titrememesini umarak "Peşimi bırak Jack. Git o sarışınla bir hayat kur kendine. Beni rahat bırak." dedim. Sesim son derece kendinden emin çıkmıştı.
Sanki hiçbişi olmamış gibi bi sandalye çekti kendine ve eskiden yaptığı gibi ters oturup bi portakal suyu ısmarladı. Yapma bunu bana ya. Eskisi gibi olma. Hatırlamamalıyım. Hatırlarsam kendimi kaybederim. Hem ben kendimi kontrol etmek için olağanüstü bi çaba harcamışken bu nasıl bu kadar rahat olabiliyordu ki? Hayır yani insan bi ciddiye alır. Portakal suyuymuş. Neden artık çıkmadığımızı anlamıyordu ki?
O muhteşem ikna edici gülümsemelerinden birini takınıp "Otursana. Ayakta kaldın. Hem bak sana meyve suyu aldım. Eskisi gibi." dedi. Meyve suyu değil. Portakal suyu.
Portakal suyu... Niye portakal suyu acaba?! İlk tanışmamız benim onun üstüne bi bardak portakal suyu boşaltmamla olmuştu. Yanlışlıkla tabii. Sonra da her buluşmamızda bana portakal suyu almıştı. Aramızda şifre gibi bişiydi. Kafeye girer, portakal suyunun olduğu masaya otururdum. Bardağın altında hep bir kağıt olurdu. Bazen "seni seviyorum." yazardı, bazen de "peçeteliğin içine bak"gibi bişiler. Hep çok eğlenirdim. Özlemiş-
Hayır. Özlememiştim.
Getirilen portakal suyunu içerken merakla bana bakıp "Neden o sürtük sarışınla bi hayat kurmak isteyeyim ki sen varken?" dedi. Hadi ama. Bunu konuşmayacaktım. Son yudumlarımı da alıp ayağa kalktım ve "Seni buraya kadar sadece beni rahat bırakmanı söylemen için çağırdım. Bu konuşmaya buraya kadar. Ben gidiyorum." dedim duygusuz bir sesle ve kafenin önünden geçen bi taksiye atlayıp gözyaşlarımı serbest bıraktım. Bir özür bile dilememişti. Bütün o şeyler yokmuş gibi davranıyordu. Ve tek sorun o sarışın değildi. Bana yaptıklarına rağmen...
Lanet olsun. Onu özlemiştim.
![](https://img.wattpad.com/cover/7008843-288-k504670.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bela.
RomanceJack'i hala seviyordum. Ama ya Aiden? Peki babamı ne yapacaktım? Hepsini birden halletmek imkansız gibiydi, Çok fazla şey vardı ama yine de her şeyi bilmiyordum. Öğrendiğimde ise dengeler tersine dönmüştü bile.