(Selaaam :D benim tatlı okurlarım, başkalarının da bunu okuduğunu görmek beni nasıl mutlu ediyor bilemesiniz! :D eleştiri, yorum ve oylarınızı bekliyouuuum <3
Bu arada ufak bir değişiklik; Jack'i Tyler Posey'nin daha iyi canlandıracağını düşünüyorum :D bu kadro değişiklikleri hep olmayacak, hatta büyük ihtimalle son, kusura bakmayın :) )
Gözlerini kapar kapamaz tekrar uyumuştu. O dedikleri de neydi öyle? Uyuduğuna emindim, ama konuşuyor, ağlıyor, gülüyor ve hatta eliyle basit hareketler yapıyordu. Uyur gezer? Belki. Bütün gece uyanıp uyanıp durmasının yanında bilinçsiz olduğu her an bana Jack demesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ama ona kızamazdım, bilinçaltına işlemiş olsa gerekti. Uykusunda da babasını sorup duruyordu. Tanrım, hayatında çok fazla kişi kaybetmişti. Bunu hak etmeyecek kadar iyi biriydi.
Derin bir uykuya daldığından emin olduktan sonra ayağa kalkıp odasını keşfe çıktım. Güneş yavaş yavaş ışımaya başlamıştı, en azından önümü görebiliyordum. En çok dikkatimi çeken orta büyüklükte bir kutuydu. Kutuyu açtım, içinde çok tuhaf şeyler vardı. Bir nevi hatıra kutusu. Pembe bir kalem, küçük peluş bir at, tatlı tarifleri, yuvarlak bir ayna, bi maket bıçağı (Tanrım, bununla ne yapıyordu merak ediyordum), kalp şeklinde bir kilit ve onun anahtarı, melek kanatları şeklinde bir bileklik, içinde arkadaşlıkla alakalı bir şeyler yazan zincire geçirilmiş bir kolye, beyaz bir tüy, siyah bir gitar penası, kurdele ile tutturulmuş küçük kare bir hediye kutusu, pembe üstüne siyah noktaları olan bir zar, Amsterdam yazılı bileklikler, siyah küçük bir zarf, minyatür Eyfel kuleleri, bir kar küresi ve daha neler... Her şeyi çıkarıp inceledikten sonra kutunun önünde, en altta başka bir çekmece gördüm. Kutunun alt kısmında kağıtlar vardı. Bazılarında basit çizimler vardı, bazıları ise destan gibi yazılardı. Çizimlere basit bir göz gezdirdikten sonra kalan kağıtları elime aldım. Bazıları küçük basit hikayelerdi, bazıları ise tamamiyle sırların döküldüğü kağıtlar. Okumamam gerektiğini biliyordum ama kendimi tutamamıştım. Tanrım. Benimle alakalı şeyler bile vardı. Ne ara yazabilmişti ki? Rastgele bir kağıdı elime alıp okumaya başladım.
***
"Alice? Lily? Blair?" Hadi ama. Krep kokusu alıyorsam evde biri vardır. Mutfağa gidecekkem gözüme bir şey takıldı. Masanın üstünde pembe bir zar vardı. Kutumda olması gereken pembe bir zar. Kutuyu açıp içine baktım. Aiden bakmıştır herhalde dedim ve zarı içine koydum. Daha önce görmediğim siyah bir zarf vardı. İçini açıp baktım. Beyaz düz bir yazıyla "Yaz sevgilim. Yazmadan kurtulamazsın." yazıyordu. Ne? Ne yazması? Neyden kurtulamazdım? Aiden!
"Cevap verse- Aiden! Ne işin var senin burada?" elimde olmadan sesin panik dolu çıkmıştı. Çok erken yatmıştım, uyuduğumda yanımdaydı ama gider diye tahmin etmiştim. "İyi uyuyamadın prenses, ben de gitmedim. Krep yer misin? Basit bir şeyler hazırlamak istedim." Başımı olur anlamında sallayıp yardım etmek için yanına gittim. Güldü ve "Hayır prenses, kahvaltı benden. Sadece otur ve bekle, hem birazdan okula gideceğiz." dedi. Tanrım, gülüşü ne kadar tatlıydı. Sanırım- bi saniye okula GİDECEĞİZ ne demek? Nasıl? Yani? Aynı okulda mıydık? Sessiz kalmaya karar verdim. Önceliklerim farklıydı. Boğazımı temizleyip "Sanırım siyah bir zarf görmemişsindir?" dedim. "Ee... Aslında kutun ilgimi çekti biraz. Onun içinde gördüm. Ama sana yemin ederim açıp okumadım. Neden?" Yalan söylemiyordu. Gözlerimin içine bakıp yalan söyleyemezdi değil mi? "O zarfı oraya ben koymadım. Dün sabah yoktu." dedim düz bir sesle.
***
"Bunların hepsini sen mi yazdın?" dedi mavi gözlerini kocaman açarak. Kucağında oturuyordum, beraber okuyorduk. Dudakları daima ince askılı bluzumun açıkta bıraktığı omzumda geziniyordu, ama dikkatini okuduklarına verdiğini biliyordum. Bir yerden sonra dikkatini ne zaman bana ne zaman başka bir şeye verdiğini anlayabiliyordum. Elindekini bırakıp başka bir tanesine uzandı. Dudağımı ısırdım, bunu okumamasını tercih ederdim aslında. "Bir sorun mu var?" diye sordu. Başımı iki yana salladım, ondan gizli saklım olmayacaktı. Öyle anlaşmıştık. Zaten bu gizli saklıyla alakalı değildi, daha farklıydı. İşin içine bebeğin girdiği bi farklılık.
Detayları vermek istemiyorum pek.
Yüzünde kocaman bi sırıtışla okuyuup bir şey demeden bir başkasına geçti. Hepsini bitirdikten sonra toplayıp kutuya geri koydu, bir yandan da neden yazdığımı sormuştu. "Rahatlıyorum. Mesela ne zaman kavga etsek yazdığımı fark etmişsindir, böylece sakinleşiyorum, haksızsam gelip özür diliyorum. Yazmadan kurtulamam gibi hissediyorum yaşadıklarımdan." dedim dalgın bir tavırla. "Düşüncelisin sevgilim." dedi. Gülüp "Sadece... Okuman tuhaf. Her ne kadar seninle ilgili olanlar sana hitaben de olsa okuyacağını düşünmemiştim. O kutuyu bulmasan bahsetmezdim zaten." dedim. "Ben bulurdum ki." dedi kollarını belime dolayıp. Kulağıma eğildi ve fısıltıyla devam etti.
"Çok şey yaşadın. Bu şekilde içini dökmen çok hoş. En çok haklı olduğun konu da kurtulacakmış gibi hissetmen. Haklısın. Yaz sevgilim. Yazmadan kurtulamazsın."
***
Tanrım! Hayır, hayır, hayır! Eskiden yazıyordum, tamam belki hala biraz yazıyordum ama eskisi gibi değildi yazdıklarım. Bunu mu kastetmişti? Ondan bahsetmemi mi istemişti? Anlayamıyordum. Aiden'ın yapmadığından emindim. Nasıl o benim yanımda uyurken gelip kutuma siyah bir zarf bırakabilmişti? "Kahvaltını yemeyecek misin?" diye sordu Aiden. "Hayır. İştahım yok." dedim ve aceleyle kalkmaya yeltendim. Bileğimden tutup beni kendine çevirdi ve "Sorun ne? O zarf mı? Yemin ederim ben koymadım, kim koydu bilmiyorum zaten." dedi. "Yo hayır, sorun o değil. İştahım yok sadece." dedim ama pek inandırıcı olmadığımın farkındaydım. "Dediğin gibi olsun. Ama... Bilmeni isterim, benimle istediğini konuşabilirsin." dedi tam gözlerimin içine bakıp samimi bir şekilde. Bir şey demeden arkamı dönüp mutfaktan çıktım. O kağıdı oraya koyamazdı. Aiden vardı. Ve kızlar...
Tanrım. Bu imkansızdı. Kızlar bunu yapmazdı. Onlar bana bunu yapmazdı. Kardeşlerim bana böyle bir şey yapmazdı. Onlardan şüphelenemezdim.
Şüphelenmiyecektim zaten. Bu şüphe değildi. Sadece emin olma isteğiydi.
Evden çıkıp koruluk bi yere gittim ve sırtımı bir ağaca dayayıp Finn'i aradım. "Alo?"
"Finn? Senden bir şey isteyebilir miyim?"
"Tabii ki."
Koruluğun adresini verip gelmesini söyledim. Blair'den başlayacaktım. Umarım hiçbiri yapmamıştır hiçbiri diye içimden geçirip telefonu cebime koydum. Koyar koymaz tekrar çalmaya başladı. Bilmediğim bir numaraydı.
"Alo?" diyip açtım.
"Benim kızım. Baban. Müsait misin? Uzun zaman oldu."
Tanrım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bela.
RomanceJack'i hala seviyordum. Ama ya Aiden? Peki babamı ne yapacaktım? Hepsini birden halletmek imkansız gibiydi, Çok fazla şey vardı ama yine de her şeyi bilmiyordum. Öğrendiğimde ise dengeler tersine dönmüştü bile.