Hadi ama.
Sarhoş olabilirdim -kabul- ama Aiden'la duşa girdiğimi çok iyi hatırlıyordum. Şimdi. Hangi. Cehennemdeydi?!
Belki de o son şişeyi içmemeliydim. Hem kızlar nası anlamamıştı sarhoş olduğumu? Hahaha. Hem Aiden neden kıyafet sınırı koymuştu? Fazla uslu bu çocuk. Benim bildiğim erkek dediğin öyle bi kız bulunca yararlanır. O zaman Aiden yararlanmadığına göre yoksa..?
Tamam. Saçmalıyordum. Hala biraz kafam güzeldi, başım davul gibiydi ama saçmalayabiliyordum. Tebrikler been!
Kapının açılmasıyla irkildim. Aiden uykulu bir gülümsemeyle "Günaydın prenses." dedi ve perdeleri açtı. "Çok fazla ışık var. Uyumak istiyorum. Hem sen nerdeydin?" diye sıraladım aklımdan geçenleri. "Evdeydim." dedi çapkınca sırıtarak. Kulaklarıma kadar kızardığıma emindim. Elime geçen ilk şeyi -yumuşak, pofuduk en sevdiğim yastığımı- suratına fırlattım. Hazırlıksız olacağından emindim.
Bazı şeylerden bu kadar emin olmamalıyım.
Yastığı havada kaptığı gibi geri iade etti gülerek. Neye uğradığımı şaşırmıştım, ben yastıkla boğuşurken o da gülerek yanıma oturdu. Zaten kafam güzeldi, o yüzden gereğinden fazla kahkaha atıyordum. Ben biraz daha boğuştuktan sonra yastığı alıp üstüme çıktı. "Bi yastıkla başa çıkamıyorsun." dedi gülerek. Kaşlarımı yalancıktan çatıp "Hayır, o sadece bir yastık değil. O bir ejderha ve ben asil bir prenses olarak krallığımı korumalıyım. Onunla savaşmak zorundayım." dedim. Kahkahayı bastı tabii. Bende aynı şekilde gülüyordum. Gıdıklamaya başladığında daha fazla gülemeyeceğimi zannetmiştim ama bayağı krize giriyordum. Gülme krizine. Arada bir "Dur" "Yapma" "Gıdıklanıyorum" demeye çalışsam da henüz tamamlayabildiğim bi kelime yoktu. Gıdıklamayı bıraktığında biraz daha güldük ve sonra ikimiz de yorulup sırt üstü yatağa uzandık. "Bir daha prensesi gıdıklamayacaksın. Bu bir emirdir, eğer emirlerime uymazsan kral seni cezalandırır." dedim ciddi olmaya çalışarak. Kolundan destek alarak doğruldu ve "Kimse bana ceza veremez." dedi gülerek. Bende güldüm.
Tekrar üstüme çıktığında ikimiz de daha sakindik. "Gülüşünü seviyorum." dedi düşünceli bi tavırla. Sonra eğildi ve dudağımın kenarını öptü. "Saçlarını seviyorum." dedi ve saçlarımı öptü. "Köprücük kemiğini seviyorum." dedi ve köorücük kemiğimi öptü. Bense düşünceliydim. Son bikaç günde olanların ağırlığı birden üstüme çökmüştü. "Dudaklarını seviyorum." dedi ve dudağıma doğru eğildi. "Bi sorun mu var?" diye fısıldadı dudaklarıma. Başımı sağa sola salladım ve "Hiçbişi yok. Sanırım ödevlerimi unuttum." dedim. Okulu çok boşluyordum. Matematik hocam beni öldürebilir gibime geliyordu. Gerçi mazeretim vardı, ama yine de okul birinciliğimi korumak zorundaydım. Bunun için hiçbi zaman özel bi çaba göstermesem de bazen bahane olarak yeterli olabiliyordu. Durgunlaştığımın, sesimin bile farklı çıktığının farkındaydım. Anlamaması imkansızdı. Kaşlarını çattı ve "Bir sorun var ama bunu bana söylemek istemiyor musun?" dedi. Panikle "Hayır!" dedim.
"O zaman bunu gözlerimin içine bakarak söyle." dedi kesin bir dille. Gözlerimi kaçırıp kitaplarımla ilgilenmeye başladım. Kompozisyonu unutmuştum. Çok basit bir konuydu, çok az vakit harcayarak neredeyse mükemmel bir şey ortaya çıkaracağımdan emindim. Hem Türkçe hocam beni çok severdi, bi sorun olacağını zannetmezdim ama yazmayı seviyordum, o da benim yazdıklarımı okumayı seviyordu zaten.
"Catherine." dedi yumuşacık bir sesle ve nazikçe bileğimden tutup beni kucağına oturttu. Başımı göğsüne yasladım ve sessizce ağlamaya başladım. Neden ağladığımı bile bilmiyordum. Tanrım, neden bu kadar sulugöz olmuştum ki? En azından mantıklı bir sebebim olsaydı! Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum, ama bir süre sonra sıkıca sardığı kollarını gevşetip "İstediğin zaman bana anlatabilirsin." dedi aynı yumuşak sesle.
Bana acıyor muydu? Kimsenin bana acımasını istemiyordum. Her şeyi üstünden tek başıma gelebilirdim. Bu zamana kadar da gelmemiş miydim zaten? Annem ve babam boşandığından yanımda kimse yoktu, kimse yardım etmemişti. İçkilerle, partilerle, erkeklerle bir şekilde atlatmıştım. Kafamı dağıtarak. Sonra Jack gelmişti zaten. Onun aldatmasını da tek başıma atlatmamış mıydım? Kızlar yanımdaydı ama anlayamazlardı ki. Bir senedir idare ediyordum. Gayet güzel.
Sanırım neden ağladığımı bulmuştum. Şu ana kadar iki erkeğe çok güvenip sevmiştim. Biri babamdı, biri Jack. İkisi de bana zarar verip gitmişlerdi. Şimdi Aiden'a güvenecek cesareti kendimde bulamıyordum. Ama o iyi biriydi, bunu hak etmiyordu. Sırf geçmişim yüzünden ona güvenmemenin haksızlık olduğunun farkındaydım ama elimden bir şey gelmiyordu. "Sanırım son günlerde yaşadıklarım birden üstüme çöktü, kusura bakma." dige mırıldandım başımı tekrar göğüsüne yaslayıp.
Ona gerçekten güvenmiyor muydum? Güvenmediğim bi erkeğin yanında ağlar mıydım? Bilmiyordum. Aceleyle kalkıp "Ödev yapmam gerek." dedim. Anlayışla başını salladı ve odadan çktı. Ona dediğim gibi önceliği Türkçe ödevime verdim ve kompozisyonun güven üzerine olduğunu gördüm.
Evren, bana nasıl bir oyun oynuyorsun?
Yine de oturup bir kaç satır karaladım.
'Genelin bildiğinin aksine güven mutluluk verici, güzel bir şey değildir. Güven sahtedir, bir vardır bir yoktur. İzin verin açıklayayım. Birine güvenmek için çok uzun bir süre harcarsınız, sonunda güvenirsiniz ve güveniniz boşa çıkar ya? O duyguyu tanımlayamazsınız. Hayal kırıklığı? Fazla basit. İntikam? Fazla bencil. Burukluk? Belki. Bence hepsinden biraz. Aranızda bunun mutluluk olduğunu söyleyebilecek olan var mıdır? Peki ya sürekli güveniyorsanız ve bu sürekli boşa çıkıyorsa? Bir insan ne kadar güvenebilir ki?
Bunu biraz matematikle açıklayayım. Güvenin sonsuz olması için, karşındakinin mükemmel olması gerek. Bu da imkansızdır. Yani güven sonsuz olamaz. Bu durumda bir sınırı vardır, bu sınıra kadar güvenebiliriz. Sınır ne kadar çok olursa olsun, karşınızdakinin hataları mutlak sıfır -mükemmel insan- her bir adım insanı güven noktasının sınırına daha çok yaklaştırır. Sınırın 1000 birim ve yapılan hatanın da en az -yani 1 birim- olduğunu düşünelim. Ne olursa olsun bu 1 birimler birikir ve sonunda bir gün 1000 birim olur, değil mi? Denklemimize bir eleman daha ekleyelim. Bu da hayal kırıklığı olsun. Siz 1000 birim güvendiniz diyelim yeniden. Her bir hatanız 1 birim eksiltir, yani 1 birim hayal kırıklığı demektir. Peki ya güven 0 olursa ne olur? Eksilere inmeyeceği için hayal kırıklığı artmaz. Bu durumda özetle şunu söyleyebiliriz. Güven her şekilde sıfıra inecektir, ama eksilen her bir şey hayal kırıklığı demek oluyorsa niye güven katsayımızı yüksek tutup kendimizi yoralım ki?
Güven budur işte. Aslında hiç var olmamalıdır ama insan güvenmeye meyillidir. Başkaları güvenini boşa çıkarmadıkça anlayamayaz neden olmaması gerektiğini ama eninde sonunda anlayacak, güvendiği her insandan pişman olacaktır.'
Karamsarlığımı dışarı vurduğuma memnundum ama okuyanlar memnun olmayacaktı sanırım.
![](https://img.wattpad.com/cover/7008843-288-k504670.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bela.
RomanceJack'i hala seviyordum. Ama ya Aiden? Peki babamı ne yapacaktım? Hepsini birden halletmek imkansız gibiydi, Çok fazla şey vardı ama yine de her şeyi bilmiyordum. Öğrendiğimde ise dengeler tersine dönmüştü bile.