12. Bölüm

3.5K 150 7
                                    

Canlarım, okuyucular neredeyse yarı yarıya düştü. 80'dik 44 olduk. *-* Çok üzülüyorum. Ama yorumlarınız votelarınız beni çok mutlu ediyor! Lütfen yorum ve voteları eksik etmeyin. Bölüm şarkımızla birlikte okuyun! Biliyorum o dönemde bu şarkı yoktur ama kitap işte, en uygun buydu. Yorumlarınızı bekliyorum!

Bölüm ayinondordu için, bir önceki eleştirili yorumun içi teşekkürler canım!

12. Bölüm

Bir kız sadece benim duyabileceğim şekilde fısıldadı;

 "İşte hediyesi! Bakalım ne olacak."

Ona aldırmadan Kraliçe’nin kutuyu zarifçe açışını izledim. Gözleri Düşes’in ellerine kenetlenmişti. Sonunda Kutunun içindeki elmas göz alıcı bir şekilde ortaya çıktı. Hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir elmas görüyordum. Bu, bir gerdanlıktı. Gelinin straplez gelinliğinin üstünde kalan boynu ve bağrını şık bir şekilde kapatacak bir gerdanlıktı. Çok şıktı, hatta fazla süslü değildi.

Bu, her kadının sahip olmak isteyeceği türden bir şeydi. Yutkundum. Ben, Düşes değil, Kraliçe ünvanına sahip olacaktım belki ama Joys bana asla böyle bir hediye almazdı -daha doğrusu yaptırmazdı. Bu kendi çapında adeta küçük bir servetti.

Düşes Lauren’in gözlerinin dolduğunu yeşil irisinin buğulanmasından fark edebiliyordum. Çok beğendiği, titreyen ellerinden belliydi. Dük’ün Annesi Lauren’in boynuna gerdanlığı takarken Lauren’in annesi –sonunda- içeri girdi. Kızının güzelliği karşısında ufak bir kıskançlık yaşamış olabileceğini hissetmiştim, pek sevgi dolu bakmıyordu ama her neyse, bu beni ilgilendirmezdi. 3 anne, gelini bize emanet edip Lauren’in babasının birazdan geleceğini, hazır olması gerektiğini söylediler.

Lauren onlar çıkar çıkmaz bize döndü.

“Aman Tanrım! Hey, Les filles*, hediyem hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Herkesten beğendiğine dair cümleler yükseldi.

Kapı çalıyordu, Lauren’in babası gelmişti. Müstakbel Düşes, babasıyla yalnız konuşmak istediğinden biz Balo Salonu’na döndük. Miles’ın yanına oturup içerisi ve hediyeyle ilgili biraz Lisa’yla dedikodu yaptık. Ve işte, Lauren babasının kolunda geliyordu! Orkestra, Düşes babasının kolundan dolu gözlerle çıkıp Dük’ün koluna girdiğinde romantik bir müzik çalmaya başladı. Dük, gözlerini Lauren’den alamıyor gibiydi. Düşes ve Dük yeminlerini ederken birbirlerinin gözlerine bakmışlardı ama bir terslik var gibiydi, ne olduğunu anlayamasam da töreni gülümseyerek izlemeye devam ettim. Düğün başlıyordu.

Je t'aime, je t'aime

Comme un fou, comme un soldat

Comme une star de cinéma

Je t'aime, je t'aime

Comme un loup, comme un roi

Comme un homme que je ne suis pas, Tu vois, je t'aime comme ça*

 Dans ediyorlardı. Şarkı iki kez tekrarladı ve Miles’la ben ikinci tekrar da dans pistine, diğer çiftlerle beraber katıldık. Kraliçe Joys’tan yana bakmamaya çalışıyordum. Miles’ın tek eli belimdeydi, bense onun boynuna sarılmıştım.  Miles’ın diğer eli yanağımı okşuyordu. “Seni seviyorum,” dedi yavaşça. “Ve senden hiç vazgeçmeyeceğim.” Bildiğimi belli edercesine kafamı salladım ve kafamı çevirerek elini öptüm. Tam o sırada Kraliçe yanımızdan geçiyordu. Bana doğru eğildi ve bir cümle sarfetti.

“Kendi iyiliğin için oğlumdan uzak dur.”

Buz gibi sesi tüylerimi ürpertiyordu. “Tahttan vazgeç. Oğlumdan da.”

“Yeter!” Kendime hakim olamamıştım. Miles’ın kollarından sıyrılıp koşarak Balo salonundan çıktım. Bu işkence yeterdi artık! Bana çevrilen bakışlara aldırmadan hıçkıra hıçkıra ağlıyordum salonun kapısında. Yere oturmuştum. Lisa yanıma koştu.

“Efendim! İyi misiniz?” Kafamı olumsuzlama anlamında iki yana salladım. Hafifçe başımı çevirerek balo salonuna baktım.

Titreyen bir sesle sordum; “Neler oluyor orada Lisa?”

“Miles,” diye başladı, “Kraliçe’yle tartışıyor. Ah, Aman Tanrım! Düşes buraya geliyor.”Artık resmen Düşes’ti. Ayağa kalktım ve hıçkırıklarımı bastırarak reverans verdim.

“Bayan Lauren, saygısızlığımı bağışlayın.”

Ondan bekleneceği gibi yumuşak ses tonuyla konuşuyordu. Melodik sesi, bana yatıştırıcı bir etki yaratıyordu.

“Üzülme, cher*, neler oldu?”

Ona anlatmamalıydım ama içimi dökmem gerekiyordu. Birden anlatmaya başladım ve kendimi durduramıyordum. Sadece aralarda hıçkırıklarım konuşmamı bölüyordu. Bu kadar dolduğumun farkında değildim. Sonunda konuşmamla birlikte gözyaşlarımda bitmişti.

“Bu konuyu halletmeye çalışacağım. Kraliçe Joys beni sever.”

“Minnettar olurum Düşesim.” Bu sırada sevgilimin bilindik ayak seslerini duyunca arkama döndüm.

“Ah, Miles!” Sonunda beni saracak bir çift kol bulmuş olmanın verdiği mutlulukla ona sarıldım ve Miles’ın kokusu sinirimi yatıştırdı.  Ancak o birkaç dakika sonra kollarımdan sıyrılıp Lauren’e döndü.

“Lauren, annemi bağışla. Yine yapacağını yaptı. Biz, müsaadenle düğünden çıkmak istiyoruz. Melinda’nın bana ihtiyacı var.”

“Elbette, Miles, sorun etme. Onunla ilgilen.” Birbirlerine gülümseyerek baktılar. Bende düğünü ardımda bırakıp, Miles’ın koluna girdim ve başımı omzuna koydum.

Aniden aklıma Lisa geldi. “Lisa, sen istiyorsan düğünde kalabilirsin.”

“Ah, bence de bu harika olur.” Yanıt veren Miles’tı. Tabii ki onun emrine karşı gelemezdi. Sabah yanıma uğrayacağına dair bir şeyler mırıldanıp –çünkü geç olmuştu- salondan içeri girdi. Biz de, anladığım kadarıyla Miles’ın odasına gidiyorduk.

Odaya girer girmez beni duvara yasladı. “Miles, ben, iyi de-“

“İyi olacaksın, sadece sessiz ol.” İki eli sağ ve sol yanımda, duvarda duruyordu. Dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı ve öpmeye başladı. Bunu çok özlediğimi fark edip, kollarımı boynuna doladım. O da ellerini belime koyup beni kendisine bastırmıştı. Biraz sonra tek eli boynumdayken, diğer eliyse belimden aşağılara inmişti. Nefes almak için öpücüğümüze ara verdiğimizde yine utançtan kızarmaya başlamıştım. Elimde olmadan mırıldandım, “Tanrım.”

Yavaşça kıvrılan dudakları benimle alay edercesine gülümsüyordu. Tekrar dudaklarıma yapıştı ve geri geri giderek beni yatağa götürdü, sonra da yatırdı. Kendiside benim üstüme yatmıştı. Dudakları dudaklarımdan boynuma inmişti. Beni tek hamlede kucağına alıp kaldırdı ve arkama geçip elbisemin korsesini çıkardı. Kendi de üstündekilerden kurtulur kurtulmaz beni yeniden yatırmıştı ve kaldığımız yerden devam ettik. Bu sefer uzun ve her zamankinden tutkulu olmuştu, çünkü bende utangaçlığımı bir kenara bırakmıştım. Nefes nefese kalıp yan yana uzandığımızda yatak örtüsünü üzerime çektim.

“Kraliçe gelmediği için şanslı mı sayılırız?”

“Tanrım! Melinda! Annemi düşünmeyi kes artık.”

“Üzgünüm.” Küçük bir çocuk gibi dudağımı büzüp başımı kaslı göğsüne yasladım.

 _____________

*Les filles: Kızlar

*Cher: Canım

Kraliçe [WATR Watty'13 En İyi Historical Fiction Hikayesi]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin