Not: Okuyucularım sizleri nasıl seviyorum anlatamam! Üye olmayan varsa bana www.ask.fm/oyleiste 'den yorum bırakabilir. Çok sevinirim. Yeni bölümümüzle birlikte yeni karakterler eklenecek, göreceksiniz zaten. Umarım seversiniz. Bölüm parçamız var, lütfen dinleyerek okuyun. (Videosu da mı hikayemize hoş olmuş ne?) Vote ve yorumlarınızı dört gözle bekliyorum!
10. Bölüm
Hıçkırıklara boğulmuştum. Kraliçe Joys’un ağladığı belli olan boğuk sesini duydum. “Doktor çağırın! Ah, ne duruyorsunuz ahmaklar, KOŞSANIZA!” İnce sesi kulak tırmalıyordu. Yaşından dolayı grileşmiş saçları dağılmış, elbisesi yana kaymıştı. Miles’tan gözlerini alamıyordu. Koşarak geldi.
“Oğlum! Bunu yapanı bulun! Tanrım! Oğlum, cevap ver!” Ayağa kalktı. Bir şeyler yapamadığı için çaresizce dönüp duruyordu.
Ne yapacağım şimdi ben? Bu durumda kendimi düşündüğüm için utanıyordum. Kraliçe Joys’a tekrar bakmamla ayaklarımın dibine yığılması bir oldu.
“Kraliçem!” Bir de senle mi uğraşacağız dememek için kendimi zor tutuyordum. “Kraliçem, açın gözlerinizi!” Bütün hizmetçiler başımıza toplanmıştı.
O an kendinden 2 metre ileride giden göbeğiyle zar zor koşarak gelen doktoru gördüm. Elinde büyük bir ilk yardım çantası vardı. Gelip, oku hızla sevgilimin bağrından çektiği an bende Kraliçe’nin yanına yığılıvermiş olmalıyım. Uyandığımda odamda olduğuma şaşırmıştım. Sanırım oğlunun acısıyla Kraliçe benle uğraşamamıştı. Sahi, Miles’a ne olmuştu? Yaşıyor muydu? Biraz sonra gözlerim ileride, baş ucumda dikilen Lisa’yı seçti.
“Lisa! Miles, o yaşıyor mu?”
“Efendim, Prensimiz…”
“Evet, Lisa. İnsanı meraktan çatlatma!” Gözlerim dolmuştu. Çok, çok korkuyordum.
“Prensimiz yaşıyor. Lakin durumu pek iyi değil. Çok kan kaybettiği için güçlükle nefes alıyor ve kalp atışları zor duyuluyor. Ne yapılacağı konusunda henüz bilgilendirilmedim.”
“Onu görebilir miyim?”
“Elbette, ama biraz dinlenmelisiniz.”
“Lisa, dinlenmenin hiç sırası değil! Lütfen.”
“Ah, peki. Beni takip edin.”
Uzun koridorlar geçtik. Sarayın hiç bilmediğim alt katında, adeta bir labirenti andıracak şekilde dizayn edilmiş uzun koridorlar olduğunu bilmiyordum ama o an onu düşünemezdim. Tek istediğim sevgilimi bir an önce görmekti. Önce maske görevi görmesi için elime bir eşarp tutuşturdular ve Miles’ın kaldığı hastane misali odaya girdim.
“Mel!” Bana ilk kez böyle diyordu. Gücü yetmediğinden mi, öyle istediği için mi dediğini bilmiyordum. Gözlerime dolan yaşları elimin tersiyle sildim ve gülümsedim.
“Miles! Harika görünüyorsun.“ Çok berbat görünüyordu.
“Seni çok özledim, Melinda. Şu lanet yataktan kalkmak istiyorum, iyiyim diyorum, inanmıyorlar.”
“Şşşt.” Elimi dudaklarına götürdüm. Sonra bir enfeksiyon kapmasından korkarak hızla geri çektim. “Kendini yorma. Kalkar kalkmaz hep yanında olacağım.” Bana muzip bir ifadeyle baktı. Bu halde bile hınzırlık düşünmesine inanamıyordum. “Yaramaz düşüncelerini sonraya sakla ve iyileşmeye bak, ağır yaralandın.”
“Korkma, göğsümden vurulmadım. Kaburgamın biraz altına denk gelmiş. Doktor öyle söyledi. O yüzden biraz kısık sesle konuşuyorum, kaburgam –ah- acıyor.”
“Miles, lütfen sesini kesip sadece seni izlememe izin verir misin?”
“Bende aynısını yapacağım zaten.”
Orada ne kadar süre kalıp elim Miles’ın elindeyken birbirimizi izlediğimizi bilmiyordum. Ta ki Lisa gelene kadar sustuk.
“Efendim, Kraliçe Joys geliyor. Biz de yukarı çıkalım mı?”
Miles’a baktım. Dudaklarını hafifçe kıpırdattı.
“Kal.”
“Git.” Evet, bu uğursuz ses Kraliçe’ye aitti, tabii ki.
Dizlerimi hafifçe bükerek reverans verdim.
“Tanrı sizi korusun. Hoşçakalın.”
Kraliçe bana “def ol git cadı kadın” bakışı atarken ona da reverans verip adeta koşarak uzaklaştım. Bir gün o benden kaçacaktı, biliyordum.
***
Uzanmış, Miles’ın ne yaptığını düşünüyordum. Bu arada çok acıkmıştım.
“Lisa!” Neredeydi bu kız?
“LISA!” Sonunda. Biri kapımı tıklatıyordu. “Girin.”
Yerimden fırladım. “Ah, Kraliçem. Teşrifinizi neye borçluyuz?” Sesimde ki kinayeli imayı fark etmemiş olması imkansızdı. Grili siyahlı kapalı bir elbise giymişti. Bu kesinlikle onun tarzı değildi. Anladım ki, oğlunun hastalığı için “yas tutmaya benzer” bir şey yapıyordu. Lafı fazla uzatmak istemediği ve benden iğrenircesine konuştuğu aceleci ses tonundan anlaşılıyordu.
“Sürgüne gidiyorsun. Hemen.” Tahmin etmeliydim.
“Ama Miles, onun bana ihtiyacı var! Beni istiyor. İyileşsin, sonra gideyim, lütfen.”
“Benimle laf yarıştırma ve gevezelik etme, ukala! Şimdi diyorsam, şimdi gideceksin. Eşyalarını hazırla.” Cevap veremiyordum. Gitmemeliydim, Miles’ı bırakamazdım.
“Hayır Kraliçem, Melinda hiçbir yere gitmiyor.”
A-man Tan-rım! Bu Miles’ın sesiydi. “O giderse ben de giderim. Seçiminizi yapın.”
Miles benim için sarayı terk etmeye hazırdı. Bu, gurur verici bir şey olmalıydı. Ancak o an gururlanamıyordum. Kraliçe ikimizi de süzdü. “Pekala, Miles. Bu kızla evlenemeyeceksin. Benim iznim olmadan yapamayacağını biliyorsun. Ve, iyileşene kadar sen odandan, bu ukala kızda odasından çıkmayacak. Daha sonra birlikte sürgüne gideceksiniz. Oğlum, istediğin her an sarayın kapıları sana açık. Ama bu soysuz kızla seni asla yan yana Kral-Kraliçe tahtında görmeyeceğim!” Cevap beklemeden, kapıyı ardından hızla kapatarak çekip gitti.
“Miles! Ne yaptın sen?” Sesim ağlamaklı çıkıyordu. Miles yavaşça yatağıma oturdu.
“Şşt, sevgilim. Ben çok iyiyim. Büyükanne Natallie, yani sarayımızın şifacısı bana özel bir ilaç hazırlamış. Annem dahil kimsenin bundan haberi yok, yaram neredeyse iyileşti sayılır. Doktora göre kemiklerimde veya iç organlarımda hiçbir sorun yokmuş. Artık konuşurken zorlanmıyorum da. Anlayacağın, çok iyiyim.” Göz kırptı. İnanamıyordum! Ona olanların üzerinden yalnızca 2 hafta geçmişti ama Miles eskisi gibi görünüyordu.
Ona ateşli bir bakış fırlatmamla dudaklarıma yapışması bir oldu. Ama, bir patavatsız yine kapımı tıklatıyordu. “Girin!”
Lisa. “Efendim, beni çağırdığınızı duydum ama hemen sonra Kraliçe geldi. Üzgünüm, sanırım yanlış zamanlama.”
“Yo, acıkmıştım, yemek hazırlatır mısın?”
“Hemen.”
Kaldığımız yerden devam ettik.
1 hafta sonra, artık Miles hasta rolü yapamayacak kadar iyiydi. Ve düşündüğü tek şey, bunu ona kimin, neden yaptığıydı. Bana kimse hiçbir şey anlatmıyordu ama sarayda bunu “Stephan”ın yaptığına dair dedikodular dönüyordu. Stephan kimdi, benden, Miles’tan ne istiyordu? Önce bana saldırmıştı, şimdide Miles’ın canına kast mı etmişti? Ama keskin nişancı olmasa bunu yapmazdı. Bence, sadece gözdağı veriyordu. Fikirlerimi Miles’la paylaştığımda aldığım yanıt, “Sen bunlarla kafanı yorma, sevgilim” olmuştu.
Sonra, Miles’tan haberi aldım. Kraliçe sürgünümüzü ertelemişti. Çünkü, 1 ay sonra sarayda, Dük’ün düğünü yapılacaktı ve Miles’ın bu davete katılması zorunluydu. Düşes’in nasıl biri olacağını çok merak ediyordum, ne de olsa onun sayesinde 1 ay daha sarayda kalacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe [WATR Watty'13 En İyi Historical Fiction Hikayesi]
Romance[WATR Watty 2013 En İyi Historical Fiction Hikayesi.] Herkese zarar verebilecek, acımasız bir kraliçe ve sırılsıklam aşık bir prens karşı karşıya gelirse ne olur? Masumların kötü adam sanıldığı, kötülerin örtbas edildiği, aşkların savunmasız kaldığı...