11. Bölüm

4K 168 11
                                    

Multimedia'da bölüm şarkısı ve Lauren var! 

Bölüm janseninlattesi için, yorum yapan nadir insanlardandı. ^^

Her bölümü 75 kişi okuyor ama en fazla 7-8 vote, 1 yorum alıyorum. Çok üzülüyorum. Her okuyan votelarsa çok çok çok sevinirim. En azından en beğendiğiniz bölümleri votelayın, bir kaç cümle yazın lütfen. Yorum olmayınca insan paylaşmak istemiyor. İyi okumalar. Sizi seviyorum.

11. Bölüm

1 ay, ne olduğunu anlamadan geçip gitti. Ve işte, Dük’ün düğünü gelip çatmıştı. Saçlarımı tepeden topuz yaptırdım. Simsiyah bir göz makyajı ve koyu pembe bir rujla siyah-koyu pembe elbisemi tamamlıyordum. Yüzüme bir kat fondoten ve bolca kırmızı allık sürdüğümde, işte, hazırdım. Miles odama daldığında Lisa elbisemin kopçalarını takıyordu.

“Sevgilim, müstakbel Düşes’ten daha güzel olacaksın sanırım.”

“Ah, Miles, beni utandırıyorsun.”

“Çok güzelsin.”

Pencereden gelen hafif esintiden dolayı topuzumdan alnıma düşen birkaç tel saçı eliyle düzeltti.

“Bu gece benimle kalır mısın?”

“Kraliçe odaya girip bizi bassın diye mi? Yo, sevgilim, bunu göze alamam.”

“Merak etme, gelmeyecek. Düşes ve Dük’ü şato misali evlerine yolladıktan sonra kendini yatağa atacağından eminim. Eh, bende seni atarım.”

“Miles, sen hiç uslanmayacak mısın?” Kıkırdamamı engelleyememiştim.

“Hmm, bir düşüneyim. İnsanın bu kadar güzel ve aşık bir sevgilisi varken nasıl uslanabilir ki? Üzgünüm, sanırım yaramaz kalacağım.”

“Öyleyse biraz yaramazlıktan zarar gelmez.” Gülümsedim. Dudaklarını boynuma hafifçe sürttü ve geri çekildi.

“Çok güzel kokuyorsun, sevgilim.”

“Beni utandırıyorsun. Haydi, git artık, Dük belki seni görmek istiyordur.”

“Haklısın, seni de Düşes’le tanıştıracağım. Belki o Kraliçeyi ikna eder.”

“Ah, süper fikir! Ne zaman tanıştıracaksın! Ah, heyecanlandım!”

Güldü. “Bu kadar heyecanlanma. Onu tanıyorum. İsmi Lauren. Çok iyi biridir. İstersen hemen gel.”

“Yo, sen git, makyajımı tazeleyip hemen geliyorum!”

Çok heyecanlanmıştım. Lisa’yla bir Düşes’le nasıl konuşmam hakkında tartıştık. Sonuç olarak aşırı kibar olmamam gerektiği kanısına vardık. Kendim gibi olmalıydım. Ve “Kraliçe olma” potansiyeline sahip olduğumu düşünmesi için ciddiyet ve resmiyeti elden bırakmamalıydım. Sonuçta o sadece bir Düşes’ti, bense müstakbel Kraliçe. Bu fikir beni gülümsetti.

Sonra odadan küçük adımlarla çıkıp, uzun eteğimi tutarak manken edasında yürümeye başladım. Birkaç merdiven çıktıktan sonra, işte, balo salonunun kapısı karşımdaydı. Ve Miles tam da onun önünde Dükle konuşuyordu. Konuşmaları sonlandığında, Dük salona girdi, Miles ise beklemeye devam etti.

Hemen yanına gittim.

“Hoş geldin, Melinda.”

“Teşekkür ederim Prensim.”

Miles’ın uzattığı koluna girdim ve yanımda sade bir elbiseyle gelen Lisa’ya dudaklarımı oynatarak “peşimizden gel” dedim. Düşes’le tanışmaya hazırdım.

Salonun kapısını açtığımızda üzerimize çevrilen sevgi dolu, kıskanç, sinirli bir çok bakış vardı. Ama en kötüsü, Kraliçe’nin “Siz bittiniz” bakışıydı. Aldırmadan yürümeye devam ettik.

Sanki bütün salon her adımımızı takip ediyor ve biz de ağır çekimde yürüyormuşuz gibi hissediyordum. Bir tek etrafa yapmacık gülücükler saçmadığım kalmıştı. Fondaki ağır, hoş klasik müzik kendimi manken edasında hissettiriyordu. Lisa’nın seslenişiyle hayata döndüm.

“Efendim.”

“Söyle Lisa?”

“Düşes…” Ah, ne kadar aptalım! Meşhur gelinimizin yanına varmamıza birkaç adım kalmış, ben hülyalı hülyalı yürüyorum. Hemen toparlanıp yüzüme hem samimi, hem resmi bir gülücük kondurmaya çalıştım.

Ve işte!

“Merhabalar, Bayan Lauren.”

“Ah, merhaba, Bayan…”

“Kusuruma bakmayın. Melinda. Melinda Callive.” Elimi uzattım ve zarifçe tokalaştık.

“Heureux de vous rencontrer*, Sevgili Melinda.” Yemyeşil gözlerinin adeta içi gülüyordu. Büyük bir ağzı, uzun, kahverengi saçları vardı. –Saçlarının uzun olduğunu büyük topuzundan anlamıştım.- Fransız olduğu sert yüz hatlarından da belliydi.

“Je*, Bayan Lauren. Bir soru sorabilir miyim?”

“Elbette.”

“Acaba niçin siz Fransızken, isminiz İngiliz ismi?”

Hafifçe güldü. Gerçekten bir Düşes’e yakışır tavırları vardı. Kendimi, ne bileyim, vasat hissettim. “Annem İngiliz, babam Fransız’dır. Sanıyorum bu yüzden. İsmimi seviyorum ama Fransa benim için her zaman büyüleyici olmuştur. Donc*, bazen konuşurken Fransızca sözcükler kullanıyorum.”

“Ah, anlıyorum.”

Düşes’le, nikah törenleri başlamadan önce uzunca sohbet ettik. Beni sevdiğini ve kendine yakın bulduğunu “Lütfen Düğün’den sonra beni bul, seninle Miles hakkında da konuşmak isterim!” deyişinden anlamama rağmen, bunu gösterecek bir jest daha yaptı.

“Haydi, Miles’a haber ver de Gelinliğimi giyerken yanımda ol. S'il vous plaît*!”

“Elbette!” Bende onu gerçekten çok sevmiştim. Ama bu daveti, Kraliçeyle bir kez daha ters düşmemize sebep olacaktı. Elbette, Kraliçe Dük’ün müstakbel eşinin Gelinlik giymesine yardım edecekti! Buna aldırmadan Miles’a Düşes’in nazik davetini kabul ettiğimi bildirip Lauren’in peşine düştüm. Aceleci adımları beni neredeyse güldürüyordu.

Odaya girdiğimizde, karşımda –ömrüm boyunca bir sürü gelinlik provasında bulunmuştum çünkü birçok kuzinim vardı- hayatımda gördüğüm en güzel gelinlik duruyordu!

Korsajlı üst kısmında işlemeler –kesinlikle sade ve taşsız- bulunuyordu ve hepsi çiçek desenindeydi. Göz yormamakla birlikte, göz alıcıydı. Altı ise kabarık tüldü ve hiçbir süsü yoktu. Sade ve şıktı. Evet, tam anlamıyla böyleydi.. Duvağı ise dantelliydi ve çok uzun değildi. Topuzunun üst kısmından başlıyor ve tülün başladığı yerde bitiyordu. Gelinliğe hayran hayran baktığımı görünce, “Miss Tailleur, ünlü saray terzisi dikti. Düğününde senin içinde yapacaktır.” Kıkırdadı. Bense umutsuz gözlerle bakınca, şaşırmıştı. “Hey, ne oldu?” “Kraliçe Joys, o…” diye söze başladım ama vazgeçtiğimi belirtircesine kafamı iki yana salladım. “Her neyse. Bu gün uygun zaman değil. Bir gün uzun uzun konuşmak isterim.”

“Tabii! Bende.” Sesini yükselterek devam etti, “Haydi kızlar yardım edin!” Birden çevresini arkadaşları sardı. Birlikte giydirdik, makyajını tazeledik. Göz makyajı yeşil gözlerini ortaya çıkartırcasına koyu, ruju ise büyük dudaklarını daha zarif gösterircesine pastel tonlarında ve açık renkti.

Tık tık tık.

Kraliçe ve Dük’ün annesi gelmiş olmalıydılar. Ben odanın arka taraflarına doğru gittim, göze çarpmak istemiyordum. Kraliçe içeri zarif adımlarla girdiğinde elinde koyu mavi, kadife kumaşla kaplanmış küçük bir kutu tutuyordu. Bir kız sadece benim duyabileceğim şekilde fısıldadı;

“İşte hediyesi! Bakalım ne olacak.”

__________________________________

*Tanıştığıma memnun oldum.
**Ben de.
***Bu yüzden.
****Lütfen.

Kraliçe [WATR Watty'13 En İyi Historical Fiction Hikayesi]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin