DOKUZ

148 18 11
                                    

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE KİŞİLERİ PAYLAŞMAYA BAŞLAYACAĞIM 💫 UMARIM BÖLÜMLER HOŞUNUZA GİDİYORDUR DERSLERİM OLDUĞUNDAN BİRAZ TUHAF YAZIYOR OLABİLİRİM. BİRAZCIK DAHA BÖYLE GİDECEK. AMA ALTI HAFTA SONRA HUZURA ERECEĞİM SPDKSĞDĞ TEOGUM BİTECEK.

NEYSE İYİ OKUMALAR 💖🌈

Poyraz yanıma inip beni kaldırmaya çalıştığında sağlam kolumla yüzüne her ne kadar gücüm olmasa da yumruk attım. Burnunun kanamasına yetmişti.

"İdil! Bak ben böyle olsun istemedim!" deyip sessizce yalvarıyordu. Aynı zamanda da burnunu tutmaya çalışıyordu.
İnledi. Acımış olmalı fakat benim halime bakılırsa, burnumun kanamasını tercih ederdim.

"Kes sesini! Sonucu görüyoruz! Senin böyle olsun istememen sonuca etki etmiyor!" diye hırladığımda ayağa kalkıp güvenlik görevlisini çağırdı.

Burnundan kafamın yanına damlayan kan buradan başlayıp adım attıkça yerlere damlıyordu.

Hadi ama! O kadar sert vurmuş olamazdım. Burnu hassasmış banane!

Güvenlik görevlisi kulağında telefonla - tahminimce ambulansı arıyordu- yanıma geldi.
Ben merdivende ters bir şekilde burkmuş olduğum bacağımla kırık kolum ile öylece yatıyor ve acılar içinde kıvrılıyordum.

Ambulansı arama faslı bittikten sonra güvenlik gelip yardım etmek için uzandı.

Birden Poyraz'ın güvenliği çaktırmadan iten ellerini belimde hissettim.

Güvenlik geri çekilip bir süre baktıktan sonra kapının dışına gitti.

Poyraz beklenmedik bir şekilde nazik hareketlerle beni döndürmeye çalışıyordu.
"Hangi kolun?"

Sol kolumu gösterdim. O pezevenk için nefesimi harcamayacaktım.

Sonunda hiçbir yerime zarar vermeden beni merdivende dikleştirdi. Burkuk bacağımı kendi bacağının üstünden uzatıp kırık kolumu son derece nazik bir şekilde önümde tuttu.
"İyi misin şimdi?"

Kafamı aşağı yukarı çatık kaşlarla salladığım sırada ambulans sesleri çalmaya başlamıştı. İçeri sedye ile birlikte 3 ambulans görevlisi girdi.

Çok ekşınlıydı ama kolum hala sızlıyordu. Hareket ettiremiyordum.

Ambulans sesinden meraklananlar sınıflardan çıkmış merdivenin başından buraya bakıyorlardı.

Beni sedyeye yerleştirip götürecekleri sırada Özgür'ün sesini duydum. "İdil? Ne oldu?!" dedi tam koşacakken kızıl kıvırcık saçlı bir kızın onu tuttuğunu gördüm.

Bundan sonra görüş alanımda bir tek peşimden gelen Poyraz vardı.

Kafamı arkaya çevirmeyi çabalamayı bırakıp gözlerimi yumdum.
Ağrı şiddetlenmişti.

Vücuduma bir anda gelen yoğun yorgunluk hissi nedeniyle kendimi sedyeye bulut üstündeymişim gibi bıraktım.

Kendimi bulduğum boşlukta ilerlemeye zorladım. Sessizdi. Kulağı rahatsız edecek kadar...

Yürüdüm. Yürüdüm. Fakat en sonunda kedimi koşarken buldum.
Nereyeydi bu yolculuk?
İstemsiz koşuşum karşımda Kayra'yı görmemle son buldu. Aramızda en az 50 metre vardı.
Tam net göremiyordum. Ama o olduğuna emindim.
Beyaz elbisesiyle çok güzel gözüküyordu.
Elbisesinin uçları yerleri sıyırıp geçerken bir ormanda olduğumuzu gördüm. Sonbahardayız. Yerlerde sarı çıtırtılı yapraklar var. Elbisesi sayesinde bu sesler yükseliyor. Her hareket edişinde ezdiği yapraklar kana dönüşüyor.

THE RAINBOWHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin