ON DOKUZ - part bir

97 12 1
                                        

BU BÖLÜMÜ CerenEvaAyaz A ADIYORUM TŞK BY İYİ OKUMALAR CİRJDĞRMZŞMC

POYRAZ'dan

"Emre! Deniz'leri toplayıp aşağı gel!" diye sınıfa doğru bağırdım. Koridorda 360 derece dönüp etrafa baktığımda Cadoloz İdil'in gittiği aklıma tak etti.
"Ah İdil. Kaç hep sen." diye kendi kendime kısık bir ses ile konuştum.

Ellerimi cebime atıp kapının önüne çıktığımda İdil'in babasının arabasını gördüm. İdil de içindeydi. Beni görmemişti ve diğer camdan dışarı sarkıp yerdeki kediye ellerini uzatıyordu. Onun bu haline kendimce gülüp arabanın gittiğinden emin olduğumda cebimde elimle oynadığım sigara kutusunu çıkartıp kafeye doğru ilerledim. Kutudan bir sigara aldıktan sonra diğer cebimden de çakmağımı çıkardım. Esen rüzgar ile yanmakta biraz dirense de sonunda yenik düşmüştü. Dudaklarıma götürdüğümde sigarayı, içime derince çektim. Hayatın zorunlu nedenlerinden dolayı şu zehire alıştırmıştım kendimi.
Hiç istemiyordum oysa. Hele İdil'in o sinirli veya mutlu bakışlarını görünce sigara denen şey hayatımdan uçup gidiyordu. Sanki bağımlısı olduğum tek şey onun mimikleri oluyordu bir anda.

Omzuma yerleşen el ile sigarayı yere atıp ayağımın ucuyla ezdim.
Elleri cebinde, normale göre suratı asık bir şekilde, "E nereye?" dedi Deniz.

"Benim bildiğim bir yer var!" diye bağıran Emre'ye hepimiz bir anda döndük. Emre'nin takıldığı yerler pek hayra alamet yerler sayılmazdı ama bayadır birlikte bir şeyler yapmadığımızdan onun kararına uyacaktım.
"Biliyoruz senin yerlerini." diye kısık gözlerle Ozan, Emre'ye baktı.
Emre güldükten sonra öne geçerek bizi dediği yere götürmeye başladı.

•••

Kapının girişinden güzel bir yere benzese de içerisi tam tahmin ettiğim gibi bir yerdi. İdil kararımı kabul edip gelseydi ne yapardı acaba. Yapabileceği şebeklikleri gözümde canlandırıp kendi kendime güldüm.
İçerisi sarhoş gençlerin delice dans ettiği bir yerdi. Aşırı derecede içki ve sigara kokusu hakimdi ayrıca da.
Girer girmez yüzümün önüne üflenen dumanı elimle dağıttım ve kıvırcık saçlı koca popolu kıza kızgınca baktım.
Hepsi aynıydı. Sarhoştular. Ayrıca da sapıtmışa benziyorlardı.

İçeri geçtikten sonra açık alana geçtik. Burada sigara dumanları daha seyrekti. Ama yok değildi yani.

Oturduğumuz gibi Deniz ve Eren telefonlarına gömüldüler.
Ben bulunduğumuz yeri süzerken Emre koluma, dirseğiyle birkaç defa dokundu. Fesatça bakışları üstündeydi. "Ne var oğlum şuraya bak kerhane sanki." diye biraz kızdım.
İri ve korkunç yapım yüzünden kötü birine benzesem de daha önce böyle bir yere gelmemiştim. Bara gitmiştim elbette ama böyle yerler değildi. Şarkı çalınır, sakince içkiler içilir ve gülüşülürdü arkadaş aralarında. Tuhaf gelmesi normaldi.
Emre kaşlarını kaldırıp omzunu silkip önüne döndü.

Eren hızlı hızlı parmaklarını oynatıp mesaj yazarken Deniz bir şey okur gibiydi. Ya da sadece boş boş ekrana bakıyordu.

Elimi önlerine savurdum, "Hadi lan asosyalleşin diye mi geldik şuraya!" diye onlara bağırdım bu sefer de. Telefonlarını çekmeye çalıştım ama ikisi de buna izin vermedi.

Arkama yaslanıp yanımıza gelen garson bir şeyler isteyip istemediğimizi sordu. Garson dediğim de neredeyse yaşıtım bir çocuktu. Buralarda böyle çalışması onun geleceğini pek de olumlu etkilemez açıkcası.
Emre hepimiz için bir şeyler sipariş etti ve adını daha önce duymadığım birinin adına yazdırdı.
Kolunu tıklattım ve ona doğru eğildim, "Kim bu Hayri Bey ?" dedim.

THE RAINBOWHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin