13. Bölüm "Gerçekler"

154 26 5
                                    


GERÇEKLER

Genç kızın koluna yapıştırdığı minik alet, onun tenine işleyerek bir madde salgılamış ve bayılmasına neden olmuştu. Rüzgar denen adam, Kaan'ı ölüme terk ederek, Nur'u kucaklayıp hızlı adımlarla orman'ın çıkışına doğru yürüdü ve kızın ince bedenini arabasının arka koltuğuna koydu.
Kaan, kanlar içinde kalmış bedeniyle zor nefes alıyordu ve artık tamamen baygındı. Kulaklarındaki uğultular onu çağırıyor gibiydi. Bu kapkaranlık yerde onu bulabilirler miydi? Peki ya, kalbi atmaya devam edebilir miydi?

Melih, cep telefonuna gelen konum bilgisini eğer doğru anladıysa, onları bulmaları gerektiğini biliyordu ve arkasındaki birkaç adamla anayol üzerindeki karanlık yere ulaştılar. Ormanlık alan geniş olmasa da, yolun iki tarafını da kaplıyordu. Telefonuna gelen konuma her baktığında, çocukların ne tür bir belada olduğunu düşünüp duruyordu. Arkasındaki adamlarıyla birlikte çalılıkların arasında kulaklarını dikmiş bir kurt sürüsü gibiydiler. Melih Berenoğlu, kızının bulaştığı bu işin arkasını, ancak ve ancak Hamit'in ölümüyle son bulacağını biliyordu.

Melih, bir an sonra yerde kanlar içinde yatan bir beden gördüğünde korkuyla yaklaştı. Kaan'ı o şekilde görmesi boğazını düğümlemişti. Nazlı'ya ve Hakan'a ne diyecekti? Oğlunuz benim yüzümden bu halde diyebilir miydi?
Ölüp ölmediğini kontrol etmesi gerekiyordu. Hafifçe eğilip titreyen ellerimi umursamadan iki parmağını birleştirip boğazının yanına koydu ve nabzını yokladı. İçinden defalarca tanrıya yalvardı: Ne olur Kaan, ölmemiş ol...

Oldukça yavaş atan nabzı belki de durmak üzereydi. Erken yetişse de onun burada, bu şekilde dakikalardır kalmış olması ruhunu emip duruyordu. Ambulans çağırmaya vakit yoktu. Melih, yanındaki adamlardan birinin de yardımıyla Kaan'ın biraz ağır olan bedenini hızla araca kadar taşıdı. Nur'un nerede olduğunu bilen tek kişi Kaan'dı. Geride Nur'a ait bir iz aratmak için ormanlık alanı taramaları üzerine geride birkaç adam bıraktıktan sonra tüm süratle en yakın hastaneye sürdü ve kendi oğlu gibi gördüğü bu genç adamın ameliyathaneye girişini gözleri dolu dolu izledi. İçinden binlerce dualar etti ölmesin diye. Çünkü eğer Kaan ölseydi, kızı da dahil herkes için sarsıcı bir yıkım olabilirdi.

____

Genç kadın gözlerini açtığında oldukça sert, eski bir koltuğun üzerindeydi. Hava aydınlanmaya yüz tutmuş, sabaha karşı olmalıydı ve nerede olduğuna dair en ufak bir bilgisi bile yoktu. Bütün kemikleri ağrıyordu, başı deli gibi zonkluyordu. Elini dün gece başını çarptığı yere koyup yokladı, yara biraz derin olsa da abartılacak kadar değildi fakat bu, yüzünü buruşturmasına engel olmamıştı. Gözleri yanıyordu ve aslında saatlerdir uyumasına rağmen deli gibi uykusu vardı. Baygın gözleri yeniden kapanır gibi olduğu anda bulunduğu dairenin kapısı büyük bir sesle açıldı. Kullanılmayan, 4 katlı bir binanın en üst katındaydılar. İstanbul'un kenar köşesinde kalmış bu yerde onu bulmaları şanstan değildi.

"Uyuyan güzel uyanmış." Sesini duyduğu adam karşısında midesinin bulandığını fark etti. Belki de hayatında kimseden etmediği kadar nefret etmişti şuan karşısında duran kişiden: Hamit Demirtaş tüm canlılığıyla karşısındaydı.

Nur, irkilerek yerinde doğruldu ve her an atak yapabilecek bir kaplan gibi baktı karşısındaki adama. Ondan iğreniyordu ama öğrenmesi gereken bir şey vardı.
"Kaan nerede? Ona ne yaptınız!" Diye tısladı. Onu kanlar içinde gördüğü vakit, kalbindeki iğneler kocaman olmuş ve içini delik deşik etmişti.

Hamit büyük bir kahkaha attı. "Ölmüştür. Rüzgar, onu istemeden(!) vurduğunu söyledi, küçüğüm. Karanlık ve aç hayvanların dolu olduğu ağaçlık bir alanda, kanlar içinde kalmak istemezsin..." Üzülmüş gibi yaptı ve 'cık cık'ladı. "Ah, küçük Nur. Onu bu işe dahil etmemeliydin. Karşımda olan herkes ölümü tadacak." Gülümsedi ve Nur'a daha da yaklaşıp sır söylüyormuş gibi sağ elini ağzının köşesine koyup konuştu. "Sen de öyle.."

BATAKLIK (düzenleniyor..)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin