Güzel bir sabaha GÜNAYDIN.
Kendimi pek iyi hissetmiyordum. Bugün dışarı çıkmasam ve dinlensem iyi olur diye düşündüm. Kahvaltımı odama istedim ve televizyondan bir kaç film seyrettim. Sosyal medya hesaplarım tatil planıma dahil değildi.
Akşama kadar yatağımdan hiç çıkmadım. Patron da bugün gelmemişti. Arada bir odamın telefonununa gözüm kayıyordu, arar mı, gelir mi diye. Gelmedi aramadı da.
Akşam yemeğini odama isteyip manzaralı balkonumda küçük masamda yedim. Şehrin dans eden ışıklarını seyrettim.
Bir an bu koca şehirde yalnız olmak korkuttu beni. Uzaklara dalmış gözlerim yaşla doldu. Annem, babam, kardeşim, can dostlarım nasıl da merak ediyorlardır beni. Daha fazla tutamadım kendimi ağlamaya başladım. Sıkıntılarımı unutmak için günlerdir yok saymaya çalışmıştım.
Bir yandan Patronla tanışmak bana iyi gelmişti. Onu görünce kalbimi sıcacık bir heyecan kaplıyor, başka bir hayattaymışım gibi hissettiriyordu.
Yanlış zamanda doğru hemde fazlasıyla doğru bu adamdan hoşlanıyordum. Gülümsemesi aklıma geldikçe kalbimin atışı hızlanıyordu sanki. Etkileyici bakışlarını gözlerimde hissetmek istiyordum.
Beni o kadar fazla etkilemiş olacak ki birden yüzümde aptal bir gülümseme oluşmuştu.
Gerçekten bu kadar etkileyici birisi miydi? Yoksa şu ruh eşi kavramı gerçek miydi?
Benimle ilgilendiğinin farkındaydım fakat, ilk adımı erkek atmalıydı. Ben de pek anlamazdım bu işlerden. İpler tamamen onun elindeydi. Yön verecek olan taraf patron olmalıydı.
*Hayat, en zor zamanında öyle bir hediye verir ki kendini mucizeyi yaşarken bulursun.*
Vakit ilerlemişti iyice. Kalkıp masadaki tabakları aldım ve kapının dışına bıraktım. Bir yandan ıslanmış bir yandan gülen gözlerimi kapattım. Dinlenmek için uyumam lazımdı. Yarın Patron gelir mi, düşünceleri içinde uyumuştum.
Uyandığımda güneş doğmak üzereydi. Hala kendimi duygusal bir karışıklık içinde hissediyordum. Kulaklığımı taktım, birkaç şarkı dinleyecektim. Bu arada zamanın nasıl geçtiğini saatin kaç olduğunu fark etmemiştim.
Bir an kapı açılır gibi bir ses duydum. Kulaklığımı çıkardım. Patron odama girmişti. Büyük bir şaşkınlık ve heyecan içinde donup kaldım. Tek kelime çıkmadı ağzımdan. Fakat onun yüzünde bir korku vardı.
"Günaydın Melek hanım korkuttun beni" dedi. Onu neden korkutmuş olabilirdim ki? Anlam veremedim bu cümlesine. Bende heyecandan yatağımda doğrulup oturmuştum. Saçlarım dağılmış, biraz şiş ve hala yıkanmamış gözlerim, üzerimde pijamalarla karşısındaydım.
"Özür dilerim, neden korkuttum seni?" dedim. Hafiften içini çekerek yatağın kenarına oturdu. Sol elini dizimin üzerine koydu. Kafasını duvara çevirdi. Bende önce dizimdeki eline baktım heyecanla. Yüzünü görmek için başımı yana eğerek ona baktım.
"Ne oldu patron kötü birşey mi yaptım bilmeden?"dedim. Kafasını bana doğru yavaşça çevirdi, gözlerimin içine bakıyordu ve o meşhur gülümseme yüzündeydi. Patron bana bunu yapmasa iyi olacaktı çünkü kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu.
"Saatten haberin var mı?"
"Hayır, kaç olmuş?" dedim. Yatağın yanındaki komidinin üzerindeki saatimi uzandım.
"Sakin ol" dedi ve sağ eliyle elimi tutup saatimi almamı engelledi. Sol eliyle de diğer elimi de kendine doğru çekti. Ellerim avuçlarının arasındaydı. Hafif sıktığı ellerime baktı ve ciddi bir tavırla da gözlerime.
" Sabah saat sekizden bu saate kadar seni aşağıda bekledim. Resepsiyon görevlisine çıkıp çıkmadığını sordum. Görevlide 'siz bıraktıktan sonra hiç çıkmadı hala odasında' dedi. Geldim kapıyı çaldım açmadın. Sana birşey olmasından korktum ve görevliye kapıyı açtırdım"dedi. Şaşkınlık içinde sessizce onu dinledim. Aslında sevinmiştim de, beni merak etmişti.
Sözünü bitirince gülümsedim o ise benden bir cevap bekliyordu.
"Dün biraz halsiz hissettim kendimi. Dinlenmek istedim sadece ve biraz önce de kulaklıktan müzik dinliyordum ondan duymamışım kapıyı" dedim. Öyle bir bakışı vardı ki, Türkçe bilse''yuh sana' felan derdi sanırım. Bu arada hala ellerini çekmedi bende çekemedim.
"Hasta değilsin umarım" dedi.
Canım, çok düşünceli adam diye içimden geçirdim.
"Teşekkür ederim. Sadece yorgunluk başka birşey yok yarına birşeyim kalmaz" dedim.
Ayağa kalktı ve ellerini çekti.
"Hadi o zaman, önce güzel bir kahvaltı yapalım sonrasını da senin rahatlamana göre ayarlarız"
"Tamam"dedim. Zaten fark etmeden o ne söylese yapar oldum.
Hemen telefonu aldı
"İki kişilik kahvaltı istiyorum yalnız çabuk olsun lütfen" dedi.
Bende nihayet yatağımdan kalktım. Şişmiş yüzümü yıkadım, üzerimi değişti, saçlarımı sıkıca ördüm. Yanına geldiğimde, eline televizyon kumandasını almış kanalları karıştırıyordu. Beni görünce yanıma geldi elini omzuma koydu yüzüme iyice yaklaşıp gözlerime bakarak
"Gördün mü ? Toparlanmaya başladın bile"dedi. Televizyona dönüp kapattı. İzleyebileceği birşey bulamamıştı galiba.
" Biz kahvaltı yaparken muhabbet edelim bence"dedi. Bende sessizce gülümsedim sadece ve balkona geçip oturduk ki kapı çaldı. Kahvaltılardı muhtemelen. Patron benden önce davranım kapıyı açtı, kahvaltımızı masaya getirdi. Sandalyemde onu izliyordum. Enerji yüklüydü sanki. Benim için birşeyler yapmaya çalışıyordu ve bu beni mutu ediyordu.
Karşıma oturdu ve benim çatalımı eline aldı. Bir parça peyniri çatala takıp bana uzattı.
"Ye bakalım benim elimden"dedi.
Her hareketiyle beni şaşırtmaya devam ediyordu. Eli havada kalmıştı. Bende elimi elinin üzerine koyup kendime doğru çektim ve peyniri yedim. Dikkatle gözlerime baktı bir kaç saniye. Bana böyle bakınca etkilenmemem mümkün değildi sanki.
"Melek, sana birşey olmasın, sen hep iyi ol"
"İyi olmayı herkes ister, bence önemli olan iyi bir hayat yaşayabilmek"
" Hayat sana daha yeni başlıyor" dedi.
Bende gülümsedim ve kahvaltıya devam ettik.
Hayatını merak etmiştim. Nasıl bir hayatı vardı? Ne iş yapıyordu? Neleri severdi? Hemen sordum.
" Bana kendinden bahseder misin"
Kahkaha attı önce
"Doğru ya hala ismimi bilmiyorsun" dedi. Haklıydı ona ismini söyleme fırsatı vermeden Patron demiştim.
"Evet, seni dinliyorum"dedim.
"Tamam o zaman, başlıyorum" dedi. Bende meraklı bir tavırla kendimi masaya yaklaştırdım. Dirseklerimi masaya dayayıp yüzümü ellerimin arasına koydum. Sesini düzeltircesine öksürdü önce.
" İsmim, Naval. 40 yaşındayım. Doğduğumdan bu zamana kadar hep bu şehirde yaşadım. Babamın işini yönetmeye çalışıyorum. Benim arabamın markasının satışını yapıyoruz. Annem ve babamla yaşıyorum. Bir ablam var, o evli ve iki tane çok tatlı kızları var. Hayatım hep iş üzerine. Zaten bu yaşıma kadar iş yüzünden evde kaldım. ( Bu cümleyi kocaman gülümseyerek söyledi ). Hayatımda çalışmaktan başka tek sosyal aktivitem spor yapmak. Eve erken döndüğümde ailemle vakit geçiririm. Seninle karşılaşmamız aradığım bir fırsattı. Dinlenmeye ve biraz ara vermeye çok ihtiyacım vardı" dedi.
Onu dinlerken yaşına çok şaşırmıştım. O kadar bakımlı ve genç görünüyordu ki 30 değildir diye yemin edebilirdim. Ailesine bağlıydı belli ki. Çalışmaktan yaşayamadığı ne varsa hayattan almak istiyordu. Bu arada beni fırsat olarak mı görmüştü? Yalnız eğlenemeyeceğini düşünüp yanına herhangi birisini yoldaş mı yapmak istemişti acaba?
Dayanamadım tabi ki hemen sordum.
"Benim yerime başkasıyla da vakit geçirebilirsin" dedim. Bozuk bir ifade vardı yüzümde. Böyle birşey söylemiş olmama şaşırmış gibiydi. Dudaklarını hafif büzerek gökyüzüne kaldırdı başını. Düşünüyormuş gibiydi. Bana döndü bir kaç saniye de gözlerime baktı.
"Benim belirli bir tatil planım yoktu. Seni görünce karar verdim. Bana bu kararı sen verdirdiğin için seninle birlikteyim" dedi. Mideme kelebek göçü vardı sanırım. Hem heyecan hem mutluluk bir aradaydı.
Kahvaltımızı bitirdik. Tabaklarımızı alıp televizyonun altındaki sehpaya bıraktı. Sandalyesine oturup
"Sen anlat bakalım"dedi. Anlatacaktım ama tamamen şeffaf olamazdım.
"Ben25 yaşındayım. Ailemle yaşıyorum. Bir tane kız kardeşim var Seza. Onları çok özledim. Şu anda hayalimi gerçekleştirmekle meşgulüm. Üniversiteden sonra babamla çalışacaktım ama önce biraz tembellik yapmak istedim."
Beni dikkatle dinliyordu. Konuşmam bitene kadar gözlerine bakamamıştım. Gözlerine bakınca kafam karışıyordu. Söyleyeceklerimi unuturum diye bakamamıştım. Geriye yaslanmış kollarını göğsün de bağlamıştı
"Kaç gün daha burdasın?"
"Ben iki ay olarak düşündüm gelirken. Duruma göre bakacağım, sıkılırsam giderim."
"O zaman sıkılmanı engellemem lazım"dedi.
Burda kalma mı istiyor muydu gerçekten? Benim gibi o da keyif alıyor muydu? Tek kaşımı kaldırıp
"Performansınızı görelim Patron, merakla bekliyorum"
"Tamam, bugün çıkmayalım sen biraz daha toparlanmış olursun. Burda kalalım, akşama doğru benim çıkmam lazım işlerim var çünkü. Ben uyumadan önce güzel bir plan yapacağım" dedi. Küçük bir otel odasın da akşama kadar oturmak ona sıkıcı gelebilir diye düşündüm.
"Tamam da sıkılmaz mısın?"
"Ben senin sıkılmana engel olacağım demiştim. Olmadı akşama kadar sen konuş ben seni dinlerim"
"Bak çok konuşurum ona göre"dedim. Akşama kadar küçücük odada beni dinleyebileceğini söyleyen bir adam vardı karşımda. Öyle güzel bir ifada vardı ki yüzünde, sözlerini özenle seçiyordu sanki. Masadan kalktı.
"Melek, çocuk gibi oyun oynayalım mı?"dedi. Ne demek çocuk gibi oynayalım mı? Biraz anlamsız geldi bana. 40 yaşında ki adam çocuk mu olmak istiyordu?
"Nasıl olacakmış o?"dedim.
Gülümseyerek içeri geçti.
"Saklambaç oynamayacağız. El kızartma var bilir misin? Ondan oynayalım ama sorulu olacak, sorulara da doğru cevap vereceksin"dedi.
Ergen miydi yada hala çıkamamış mıydı acaba? 40 yaşındaki bu ergen Patron dan çok hoşlanıyordum.
"Tamam " dedim.
Yere oturdu, bende tam karşısına. Ellerini açıp uzattı , bende ellerimi onun ellerinin üzerine koydum. Avuçları yumuşaktı ve avuç içi genişti. Temizliğe verdiği önem belliydi.
"Gözlerime bak , gözleri hareket ettirmek yasak"dedi. Gözlerine hayran oluyordum bakarken. Çok derin ve oldukça anlamlıydı. Bir çok his uyandırıyordu bende. Güven, sahiplenme, saygı, dürüstlük, heyecan...... Aşkın gözlerde olduğunu söyleyen şairleri haklı çıkarıyordu.
Bu güne kadar içimde hiç var olmamış bir duyguydu bu. Sebepsiz mutluluk hissediyordum. Bambaşka birşeydi.
"Hadi başlayalım,Önce ben başlıyorum. Eline vurmayı başarırsam soru sorma hakkı benim, vuramazsam sen deneyeceksin. Başarırsan soru hakkı sana geçecek"dedi. Benim şaşkın halimden ilk vuruşta başarılı oldu.
"Bir düşünelim, ne sorsam? Basit bir soruyla başlayalım. En sevdiğin renk?"dedi. İşte şimdi tam çocuk olmuştu.
"Mor"
"Hmm mor güzel renk, bende beyaz. Şimdi sıra tekrar bende"dedi.
Bu defa başarı bana aitti. Ben ellerimi uzattım, oda yavaşça ellerini ellerimin üzerine koydu.
"Gözlerime bak, başka tarafa bakmak yasak" dedim. Kaşlarımı çatarak hırslı durmaya çalıştım ama bir yandan da gülmemek için kendimi zor tuttuğumu fark etmişti. Başardım, sıra bendeydi.
"Soruyorum" Düşündüm biraz. Ne sormalıydım?
"Ne öğrensem ki acaba senden?" dedim.
"İstediğin sorudan başlayabilirsin. Gün uzun"
"Peki, hayatta olmazsa olmazın nedir?"
Önce düşündü biraz. Beklediği gibi bir soru değildi galiba.
"Kişi olarak mı, eşya mı yoksa farklı birşey mi?"
"Hepsine bir cevabın var belli ki. Hepsini söyle sende"
"Hiyle yapıyorsun. Bir soruya bir çok cevap vermem gerekiyor" dedi.
Gülümseyerek bakıyordu bana. O gülümsedikçe çiçek açıyordum sanki.
* Özel insanlar gülüşlerinde ömrü saklar. Gözlerine dokunur hisleri. Bakınca göremezsin hemen. O sana bakmalı, sen onda kaybolmalısın.*
"Kişiler ailem, eşya telefon ve arabam, karakter dürüstlük, aşk emek" cevaplarını verdi.
Konuşması hep akıcı ve netti. Dolaylı bir anlatımı yoktu. Hızlı bir şekilde cevaplamayı başardı.
Tekrar sıra bendeydi ama hızla çekti ellerini, vuramamıştım. İçten içe onu incitmek istemiyor muydum acaba?
"Bak şimdi neler soracağım sana"
"Hadi bakalım görelim maharetlerinizi"dedim.
Sol elime hızla vurdu. Acımıştı ve kızarmıştı. Farkında oldu ve mahçup bir yüz ifadesiyle
"Çok özür dilerim, canını acıttım"
İki eliyle elimi kavradı, bende yavaşça çektim. Oyun bozanlık da yapmak istemedim. Durumu belli etmemek için
"Tamam, telaş yapma oyun kazası oldu"
"Tekrar özür dilerim, çok üzgünüm"
Gerçekten çok fazla utanmıştı. Yüzündeki ifade ciddi birşey varmış gibi üzgündü. Kıyamıyor gibi bakıyordu. Onu rahatlatmak istedim.
"Tamam önemli değil geçti geçti bak. Soru hakkı sende. Sen sorunu sor"dedim.
"Benim sorularım biraz özel olacak. Daha önce sen benim fikirlerimi sordun ama ben seninkileri öğrenemedim. Aşk diyorum, sende ki tanımı nedir?"
Şimdi nasıl anlatacaktım ki ben aşkı? İlk defa hissettiğim birşeyin tanımını nasıl yapacaktım?
"Aşk, çok yüksek bir uçurumdan atlamak gibi. Zihnin uçurum kadar boştur. Düşüşün hızlı ama heyecan doludur. Aşkın sahibi olan kişi paraşütündür. Doğru ve sağlamsa yere çakılmanı önler ve bu heyecanına ortak olur"
"Güzelmiş"dedi ve sorularına devam etti.
"Peki doğru paraşüt nasıl olmalı?"
Biraz düşündüm. Ne cevap vereceğimi bende bilmiyordum. Şimdiye kadar hiç böyle hayallerim olmamıştı.
"Ben cisimden çok anlamıyla ilgileniyorum. Birini seversen herşeyi her hali yüreğine hoş gelir bence. Aşkın duygu olarak tarifi olabilir ama sevginin tarifi veya sınırları olamaz. Zamanla yaşlanıyoruz ve gerçek aşkı bulanlar birlikte yaşlanıp aklaşmış saçlarını, derinleşen kırışıklıkları da seviyorlar. Kalpte başlıyor demek ki"
Gözlerini hiç ayırmadan cevabımdan gayet hoşnut olmuş beni dinliyordu. Hiç sesini çıkarmadı.
"Hadi ama sıra bende olsun"dedim.
"Tamam, sen sor ama ellerimize vurmayalım, senin canın acıdı"dedi.
Bu kadar önem vermesi çok güzeldi bence.
"Neden bu yaşta hala bekarsın"dedim.
Yersiz bir soru oldu galiba ama sormuştum bir kere. Ellerini ensesinde bağladı başını önüne eğdi, bir süre ne cevap vereceğine karar veremedi sanırım. Bende üzerine gitmiş olmamak için
"Tamam, cevap vermek zorunda değilsin"dedim.
"Cevaplamak istiyorum fakat vereceğim bir cevap yok"dedi.
Nasıl yani cevap yok ne demek ki? Meraklı gözlerimi üzerine dikmiştim.
"Ben hep çalıştım. Hayatıma girmek isteyen sayısız kadın oldu çevremde. Hiçbiri bana istediğim duyguları yaşatmadı. Amaçları hep farklıydı. Annemin de sayısız adayı oldu ama ben hissetmeden yakınlık kuramam"dedi.
"Kimseyle birşey yaşamadın yani"
"Aşk olarak yaşadım denemez. Ufak hoşlantılardan ileri geçemedim"dedi.
Bu açıklama beni iyi hissettirdi. En azından unutamadığı bir aşk hikayesi olmaması beni rahatlattı. Şu anda bir rakibim yokmuş ve o sahip olmam gereken pahalı bir tabloymuş gibi bakıyordum ona.
"Sen sor"dedim.
"Eee.. Anlat bakalım aşk hayatını"dedi
"Ben sürekli ders çalışan,idealleri ve hayalleri olan, arada arkadaşlarıyla vakit geçiren bir kız oldum hep. Gelen teklifleri değerlendirmeye bile almadım. Gerçekleşmeyi bekleyen planlarım ve hayallerim vardı. Bakışları içime akan bir adam bekliyordum belki de"
Yüzündeki memnuniyet gayet fark edilebilir haldeydi.
* Aşk duygularını durdurulamaz bir hızla istila ederken,beyin duruma müdahale edemiyor.*
Sesini çıkarmadan beni izliyordu. Bende bir yandan ondan gözlerimi ayıramıyor bir yandan da utanarak onu seyre dalmıştım. Rüya gibiydi ve karşımda oturuyordu.
"Çok masum bir yüzün var"dedi.
Bunu söylerken iyice utanmıştım ve utangaçlık yüzümde kıpkırmızıydı. Cevap da veremiyordum ki açıkçası ne söylemem gerektiğini konusunda bir fikrim yoktu.
"Teşekkür ederim" diye bildim sadece.
"Kahvelerimizi söyleyeyim,sonra benim gitmem lazım" dedi. Gitmese de olurdu aslında. Ayağa kalktık, o telefonla kahvelerimizi istedi. Balkona geçtik, aşağı baktık balkon korkuluklarına dayanıp.
Şehrin çok ilerisinde yeşil bir alan fark ettim. Parmağımla işaret ederek
"Şurda bir yer var, bak uzakta. Orası neresi?"
Gösterdiğim yöne bakmak için bana iyice yaklaştı. Omzunu omzuma dayamıştı.
"Orası gezi planımıza dahil edeceğim özel bir yer"dedi.
"Merak ettim,ne zaman gideriz?"
"Orayı en sona sakladım. Cennetten bir köşe, bana güven" dedi.
Kapı çaldı, yavaş adımlarla kapıya gidip kahvelerimiz aldı ve balkona getirdi.
"Buyrunuz Melek hanım, kahveniz"dedi. Bana Melek hanım demesi espirili gibiydi, hoşuma da gitmişti.
Sessizce şehri seyrederek içtik kahvelerimizi. Kalkıp kahve fincanlarımızı da yemek tabaklarının yanına bıraktı. Düzenli birisi olduğu fark ediliyordu. Zaten kıyafetlerinde ki özen ve temizlik harikaydı.
"Kendini nasıl hissediyorsun, yarın sabah buluşalım mı?"dedi. Yarın toparlanmış olmayı bende fazlasıyla istiyordum. Çünkü Patronla vakit geçirmek güzeldi.
"İyi hissediyorum,buluşalım"dedim.
"Sabah saat 09.00 da aşağıda seni bekliyor olacağım"dedi.
Onunla vakit geçirmiş olmak, nereye gideceğimizden daha önemliydi benim için.
Sandalyesinden yavaşça kalkıp bana döndü. Yüzümü iki elinin arasına aldı. Gözlerime baktı dikkatle.
"Yarın seni mutlu görmek istiyorum. Kendine iyi bak ve en küçük ters giden birşey olursa mutlaka beni ara" dedi.
Heyecandan kalbim duracak gibiydi. Bende ellerimi yüzümdeki ellerinin üzerine koydum.
"Merak etme, mutlu olup çok eğleneceğim"
"Ben çıkıyorum o zaman, sehpanın üzerine de numaramı yazıp bırakayım"dedi. Numarasını yazdı, bende kalkıp kapıya kadar eşlik ettim ona. Kapıyı kapatmadan arkasından bakıyordum. Çıktı ve iki adım atıp başını çevirip bana baktı sonra önüne dönüp devam etti. Asansörün önünde bekliyordu ve ben hala onu izliyordum. Oda asansör gelene kadar beni izledi ve gelince el sallayıp gitti. Bende yavaşça odamın kapısını kapatıp balkona çıktım. Aşağıya bakıp arabasına binmesini izliyordum. Tam kapısını açtı durdu ve başını kaldırıp bana baktı. Bende ona el salladım o da elini kaldırdı ve gitti. Gözden kaybolana kadar baktım arkasından.
Sandalyeme oturup kollarımı gererek açtım iyice. İçimde çok büyük bir rahatlama vardı sanki. Farklı bir huzur gibiydi. Gözümü her kapattığımda güzel yüzü beliriyordu birden. Hayal gibiydi. Şu an ki tatil planımda aşkı hiç hesaba katmamıştım. Hemen sabah olsun istedim. Daha yanından ayrılalı dakikalar geçmişti. Beni bu kadar etki altına alabilmesi inanılmazdı.
Akşamı odamda geçirdim ve erkenden uyudum.