Sabah olmuş, uyan dünya, duy kalbimin sesini. İlk ve son olacak, gönlüme göre bir aşkım var benim.
Tembel tembel kalktım yataktan. Oyalanarak kahvaltımı yaptım. Terasta kahvemi içtim. Saat bir an önce 12.00 olsun istiyordum. Ailesiyle tanışma yemeğini hatırlayınca da zaman dursun istiyordum.
Saat 11.00 olmuştu ve bende kalkıp odama gidip hazırlanmalıydım. Herzaman ki gibi sade kıyafetleri tercih ettim. Beyaz bir gömlek ve altına siyah kot pantolon. Ayakkabı olarak da rahat beyaz ayakkabılarım. Saçlarımı sıkıca ördüm ve sade bir makyaj yaptım. Alışverişte aldığım hediyeliklerden bir tanesini çantama koymayı düşündüm. Küçük mavi süslü bir vazoyu aldım.
Zaman geldi bu arada. Yavaş adımlarla aşağı indiğimde kapıda tüm asaletiyle kalbimin sahibi beni bekliyordu. Her gördüğümde heyecan kaplıyordu içimi. Hayal ürünü gibiydi ve ben hala gerçekliğine inanamıyordum sanki.
Kapıdan çıktım ve etrafımdaki insanları, eşyaları fark etmeden gözlerine bakıyordum. Sadece onu görebiliyordum. Üzerine anlaşmışız gibi beyaz sade bir tişört, altına da koyu mavi bir kot giymişti. Saçları herzaman ki gibi özenli ve traş olmuştu. Onunda gözleri direk bendeydi ve başka tarafa hiç çevirmedi. Yanına geldim. Ellerimi tutup
"Çok güzelsin"dedi.
"Beni o kadar güzel sevdin ki gün geçtikçe sevgin gibi güzelleşiyorum demek ki " dedim.
Halinden gayet memnun ve heyecan dolu bir aceleyle açtı kapıyı. Ben geçtikten sonra oda hızlı adımlarla direksiyona geçti ve hiç beklemeden ilerledik. Otelden kısa bir mesafe uzaklaştıktan sonra bir çiçekçinin önünde durdu. Bir tane beyaz gül aldı eline ve aynı hızla geri döndü. Gülü bana uzattı.
"Özür dilerim, evime götürdüğüm kadınımın elinde beyaz gülü eksik kaldı" dedi. Onun yüzündeki bu mutluluk bütün sıkıntılarımı unutturabilecek güçteydi. Onunla olmanın bana verdiği huzur bir tarafa, onu böyle içten gülerken görmek beni ayrıca çok mutlu ediyordu. Gülümü gülümseyerek aldım ve kokladım. Kokusu harikaydı.
"Teşekkür ederim nazik beyefendi"dedim.
Gülümseyerek iki parmağıyla burnumu hafifçe sıkarak salladı.
"Rica ederim seni küçük tatlı şey " dedi. Bu sözünü dudaklarını büzerek söylemişti. O beni çocuk gibi sevip şımartırken ben onun her haline hayran oluyordum.
Biraz daha ilerledik ve daha önce oturup dinlendiğim parkın yanında kırmızı ışıkta durduk. Başımı çevirip parka baktığımda gördüm ki daha önce birlikte oynadığım çocuklar yine orada oynuyorlardı. Hemen camı açıp başımı dışarı çıkardım.
"Hey çocuklar!" deyip iki elimi birden beni görebilmeleri için salladım. Beni duydular ve hemen nerede olduğumu fark ettiler. Onlarda hep birlikte bir sevinçle bana el salladılar. Bende
" Bakın, bu benim sevdiğim adam. Hemde ondan beyaz gül aldım" dedim. Patron ne olduğunu anlamaya çalışarak şaşkınlıkla beni seyrediyordu. Yeşil ışık yanınca hareket ettik ama ben hala camın dışındaydım.
"Tekrar geleceğim" diyerek son haddime kadar bağırdım çocuklara. Patronun bir eli direksiyonda, gözü yolda telaşla diğer eliyle sırtımdan tutup beni arabanın içine çekti.
"Onları nereden tanıyorsun?" dedi.
"Daha önce birlikte parkta top oynamıştık"
"Sana inanmıyorum!!!" Gülümsedi ve bence hoşuna gitmiş rahatsız olmamıştı.
"Ben de kendime inanamıyorum!" dedim. Beraber kahkaha attık.
Birlikte ne güzel anılar ve anlar biriktirmiştik. Hatırlayınca herzaman yüzümü güldürecek ve asla unutmak istemeyeceğim anlardı.
Geçtiğimiz bütün yerlere dikkatle bakarak gidiyordum. Her gördüğüm farklı şeyi sordum. Gerçi gördüğüm herşey neredeyse bana farklı geliyordu. Çok fazla soru sorduğumdan olsa gerek cevaplamaktan sıkılmıştı. Daha sonra ben yine
"Şurda görünen ne ?" Dedim. Yüzüme baktı hoş olmayan yüz ifadesiyle
"Birşey, elbet onunda bir açıklaması vardır" dedi. Yüzü asıktı, onu bıktırmıştım.
Koltuğumdan doğruldum ve yönümü ona çevirdim. Başımı iyice öne eğdim yüzünü görebilmek için. Fark edince bana baktı sonra yola tekrar bana ve tekrar yola baktı. Ben de bakışlarımı üzerinden hiç çekmedim. Asık surat ona hiç yakışmamıştı. Devamın da dayanamadı ve
"Neden öyle bakıyorsun?"
"Yüzünün bu hali sana hiç yakışmadı. Sana yakışmayan birşey buldum sonunda " dedim. Bana doğru döndü, dişlerini göstererek sahte bir gülücük belirtti yüzünde.
"Yok, yok bu da olmadı " dedim.
Bir anda ritmi yüksek bir şarkı söylemeye başladı. Sesi aslında pek de güzel değildi ama onu böyle eğlenerek şarkı söylerken izleme şansım vardı. Tamamen ona doğru dönmüş dirseğimi koltuğa dayamış ve aynı elimle başımı desteklemiş onu izliyordum. Arada çeneme işaret parmağıyla dokunup bana göz kırpıyordu. Bu arada şarkının sözleriyle ilgili en ufak bir fikrim de yoktu. YENİ DÜNYAM'ın diliyle söyleniyordu. Ara bir sokağa girdik ve yavaşladık. Eyvah! Ailesinin oturduğu eve yaklaşmıştık belli ki. Aynı anda heyecan ve korku kaplamıştı içimi.
Büyük bembeyaz bir bahçe kapısının önünde durduk.kapıyı görünce anladım ki geldik ve hala vazgeçebilirim diye düşündüm.
Patron arabadan indi. Dur inme dönelim demek istedim ama tek kelime çıkmadı ağzımdan. Kapımı herzaman ki gibi kibarca açtı. Hiç kıpırdamadım yerimden. Arabanın kapısının üzerine kollarını koymuş bana bakıyordu. Bir kaç dakika baktı. Ban hala kıpırdamıyordum. Sabit bir şekilde kala kalmıştım. Ona baktım ve hızla çevirdim gözlerimi önüme. Merakla sordu
"İnmeyecek misin?"
"Hayır, geri dönelim mi?"
"Buraya kadar geldik ama. Seni bekliyorlar içerde" dedi sakince.
Onunla tanıştığımdan bu yana bu kadar zaman geçirmiştik ve kendimi hiçbir zaman dur diyememiştim. Ailesiyle tanışmak doğru olur muydu? Bir anda aklımdan bir çok soru geçti.
Yanımda ayakta duruyordu ve eğilip elimi tuttu.
"Yüzüme bakar mısın?" dedi. Döndüm utanarak. Utanmakıydım çünkü. Ona söz vermiştim ve yerine getirmem gerekirdi. Keşke en başta kabul etmeseydim fakat Patron bunu içtenlikle rica etmişti benden. Hayır diyememiştim. Sakince konuşmasına devam etti.
"Bak annem sana çok güzel yemekler hazırladı. Babam ve ablam da içerdi bekliyor. Korkma bu tanışmada seni kıracak veya üzecek hiç birşey yaşanmayacak. Şimdi tanışınca zaten sen de seveceksin onları emim bundan." dedi.
İçimi rahatlatmak istercesine derin bir nefes çekip indim arabadan. Evin kapısını açmadan ellerimi açtım Allah' a dua etmek için ona baktım ve gördüm ki o da ellerini açmış dua ediyordu. Şaşkınlıkla ellerime baktı ve ikimiz birden "Amin" dedik. Duamızın nurunu yüzümüze sürdük.
"Müslümansın" dedi. Şaşırmıştım ki o da şaşkındı.
"Müslümanım" dedim.
Kapıyı açtı yavaşça. Beni büyük ağaçları olan yeşil bir bahçe karşıladı. Bahçe gayet bakımlı ve çok güzel görünüyordu.
"Bahçeniz muhteşem"dedim.
"Daha bu ne ki.. Sen arka bahçe de annemin çiçeklerini görmelisin" dedi.
Patronun annesi de benim annem gibi çiçekleri seviyordu demek ki.
Evleri bembeyaz boyalı ve çok pencereliydi. Bahçenin yeşil görüntüsüne yakışmış samimi bir mimarisi vardı. Evin giriş kapısı büyük ve kahverengiydi. İki yanında büyük saksılar içinde pembe çiçekler açmıştı. Kapıya gelince durduk. Çalmadan önce bana baktı. Bakışlarıyla rahat olmamı istiyordu. Altın sarısı kapı tokmağını üç kere vurdu.
Bir dakika bile sürmeden kapı açıldı. Yüzünde tatlı bir gülümseme ve samimi tavrıyla bize kapıyı açanın ablası olduğunu tahmin ettim.
Kendi dilleriyle büyük ihtimalle haşgeldiniz diyordu bize. Patron da ona sırıtan ve hevesli gülüşüyle cevap verdi. Bende gülümsedim haififçe ama bu büyük heyecan her yanımı sarmış bacaklarım titriyordu.
Bizi evin salonuna yönlendirdi. Ev sade ama gayet şık döşenmişti. Salon girişimde anne ve babası bizi ayakta bekliyorlardı. Annesi kısa boylu hafif kilolu ama çok tatlı ve yaşına rağmen gayet güzel bir kadındı. Babasının ilk olarak kıvırcık ve çoğu beyazlaşmış saçları dikkatimi çekti. Patronla neredeyse aynı boyda hafif de göbekli bir beyefendiydi. Burnuna indirdiği gözlüklerin üzerinden bakıyordu bize. Her an bir espiri yapacakmış gibi samimi bir havası da vardı. İkisinin de yüzü gülüyordu belli ki onlarda gayet istekliydi. Bu halleri az da olsa beni rahatlatmıştı. Abla siyah saçlı, orta boylu ve gayet güzel bir vücuda sahip bakımlı bir kadındı. Daha önce tanışmışız gibi bana sıcak bakıyor ve gülümsüyordu. Kardeşini mutlu görmek ve bu mutluluğun sebebinin aşk olmasına hevesli gibiydi.
Önce babası sonra da annesi ellerini uzatıp benimle tokalaşarak birşeyler söylediler ama ben anlamadım tabi ki. Patron onlara cevap verdi. Birşeyler söylesem iyi olacaktı....patrona yaklaşıp
"Ne söylemeliyim??" dedim kısık bir sesle. Ablası hemen araya girdi.
"Nerelisin?" dedi. Şaşırmıştı aslında çünkü Patron benimle ilgili bir ayrıntıyı anlatmamıştı belli ki.
"Türkiye'den geldim efendim"dedim.
Anne ve baba fena halde şaşkındı. Birbirlerine baktılar ses çıkarmadan. Söylediğimi anlamışlardı. Patrona döndüler fakat ona şaşırarak değil sinirle baktılar. Belli ki bir açıklama yapmasını bekliyorlardı. Abla için problem yok gibiydi. Yüzünde farklı bir ifade yoktu ama anne ve baba da problem olduğu anlaşılıyordu. Abla durumun gerginliğini dağıtmak istercesine
"Bence masa da konuşmaya devam edelim yoksa yemekler soğuyacak" dedi.
Cesaretim kırılmıştı ve içimdeki heyecanın yerini umutsuzluk almıştı. Ailesi benden ilk görüşte hoşlanmamışa benziyordu. Kimseden hiç ses çıkmadı. Bir an kendi annem, babam ve kardeşim aklıma geldi. Onlar bu masa da olsalardı ne tepki verirlerdi acaba? Babam belki itiraz etmezdi. Annem bence kabullenemezdi. Kardeşim de aşık olduğum için işin şakasında olur ama tam desteğini hissettirirdi. Böyle bir masa da oturduğumu bilseler neler söylerlerdi kim bilir.
Sessizce masaya oturduk. Baba masanın baş köşesine, Anne soluna, abla sağına oturdu. Ben ablanın yanına, Patron da tam karşıma oturdu. Yardımcıları servise başladılar. Hala konuşan olmamıştı. İyice sıkıntı basmıştı içimi hatta kalkıp gitmek bile geçmişti aklımdan ama Patronun gözlerine bakınca herşey renk değiştiriyordu. Abla sessizliği bozdu.
"Evimize tekrar hoşgeldin. Umarım yemeklerimizi beğenirsin" dedi. Masayı büyük bir zahmetle donatmışlardı. Bekledikleri gibi birisi oturmamıştı maalesef masaya.
"Teşekkür ederim, yemekler harika görünüyor" dedim.
"Hepsini senin için yaptık, bu arada ismin nedir?"
"İsmim Melek" dedim titreyen sesimle. Patron da hemen ismimin ne anlama geldiğini açıkladı ailesine. Ablanın beğendiği anlaşılıyordu.
"İsminin anlamı çok güzel " dedi.
"Teşekkür ederim. Bende sizin isimlerinizi bilmek isterim" dedim, belki anne babadan ses çıkar umuduyla. Abla konuşmayı seviyordu galiba onlara söz söyleme fırsatı vermeden
"Bana abla, anneme anne, babama da baba diyebilirsin" deyip patrona döndü ve birlikte kahkaha attılar. Ne olduğunu anlamadım. Bence ailesine böyle hitap edebilmem için evlenmiş olmamız lazımdı. Anne ve baba ciddiyetle yemeklerini yiyorlardı ve anne gülüşmelerini kesmek ister gibi öksürdü. Bana döndü
"Kaç yaşındasın?" dedi. İşte beklenen soru da gelmişti. Yaş problemi karşımızda.
"25 efendim"
"Küçük olduğunu tahmin ettim"dedi. Aramızda ki yaş farkı sorun olacaktı belli ki. Ciddiyet akan ses tonuyla devam etti.
"Naval'ın 40 yaşında olduğunu biliyorsun değil mi?"
"Evet edendim." İyice gerilmeye başladım. Patron annesinin masada duran elinin üzerine kendi elini koyup
"Anne, Melek benim açımdan yeterince kusursuz" dedi. Beni bu kadar sevmesini hak ediyor muydum gerçekten? Yüzüm kızarmıştı. Sadece elimde ki çatalla önümdeki tabağa bakıyordum. Anne
"Lütfen Melek, bütün yemeklerden tatmanı istiyorum" dedi ama yüzündeki ifade gayet seviyeliydi. Bir yandan da Allah'a şükür ilk olumlu cümleyi duymuştum.
"Hepsi de çok güzel görünüyor efendim" dedim. İçimde ki duyguların neler olduğunu ben de anlayamıyordum artık. Patron da bir yandan yemeğini yiyor bir yandan da gözlerini benden hiç ayırmıyordu.
Anne daha yumuşayan ses tonuyla
"Oğlum seninle ilgili hiçbirşey anlatmadı. Bize kendinden bahseder misin?" dedi. Tam ben cevap verecekken baba katıldı sohbete. Bir eliyle eşini göstererek
"Bu kadın benim 42 yıllık eşim ve ben hala onu tanıyamadım. Önümüzde uzun bir ömür var. Acele etmemize gerek yok"dedi. Anne biraz bozulmuş fakat gülümsüyordu sonra hep birlikte kahkaha attılar. Ortamın gerginliği dağılmıştı. Anne bana dönüp bir eliyle babayı göstererek
"Bu da benim 42 yıllık eşim. İlk gün ki gibi hala konuşmayı bilmiyor " dedi. Tekrar gülüşmeye başladılar. Birbirlerine bakışlarından hiç eskimemiş hala birbirlerini çok seven bir çift oldukları açıkça görünüyordu. 42 yıllık evlilik ve geçen bir ömür. Gerçek aşktı onların ki.
Baba daha önümüzde uzun bir ömür var demişti. Bir ömür ki kime göre? Kimine göre uzun, kimine göre kısaydı. Biz ki ömrümüzün ne uzunlukta olduğunu bilemezdik ki.
Yemeye devam ettik. Yine resmi bir ortama dönüştü masa. Bir an Patronun gözünü hiç ayırmadan beni seyrettiğini fark ettim. Başka yöne çevirmiyordu gözlerini. Karşımda gözlerini bana sabitlemişti sanki. Ben de ona bakıp gözümle önce önündeki tabağı sonra anne babasını işaret ettim. Ailesinin yanında bana böyle bakmasından utanmıştım. İşaret ettiğimi anne fark etmişti. Zaten belli etmemeye çalışarak sürekli beni izliyordu. Anneye her baktığımda göz göze geliyorduk. Sessizce yemeği bitirdik. Anne
"Hadi bakalım, tatlılarımızı bahçe de yiyelim. Oğlum sen de bana yardım et" dedi. Masayı yardımcıları toplamaya başladı. Anne tatlıyı bahane etmişti bence oğluna söylemek istedikleri vardı.
Kalktık baba önden bize kapıyı açtı. Büyük cam sürgülü bir kapıydı. Abla belimden nazikçe tutup
"Çıkalım" dedi. Samimiydi hep. Benden hoşlanmış bir abla, oğlunun sadece mutluluğunu isteyen bir baba ve durumdan pek de hoşlanmamış bir anne. Bende bahçeye çıkmadan çantamda kalan hediyeyi çıkarıp ablaya uzattım.
"Sizin için küçük bir hediye" dedim.
Abla nazikçe getirdiğim vazoyu aldı ve sehpanın üzerine bırakıp
"Çok naziksin, teşekkürler. Annem çok beğenecek eminim" dedi. Umarım beğenirdi.
Bahçe evin arka tarafındaydı. Yüksek duvarlarla çevrili, bir kaç yaşlı ağaç ve yerler tamamen yeşildi. İleride etrafı küçük taşlarla çevrilmiş çiçeklerin dikili olduğu alan vardı. Bahçenin tam ortasında bambudan yapılmış beyaz minderli koltuklar vardı. Bahçeyi hayran kalmış gözlerle gözlerle izleyerek koltuklara geçip oturduk. Bir tane geniş koltuk ve karşısına iki tane tek kişilik koltuk ortalarında genişçe bir orta sehpa birbirlerine daire şeklinde çevrilmiş bir düzendeydi. Abla ve ben geniş olana baba da tam karşımızda tekli koltuğa oturdu. Bana
"Telefonumu alıp gelmeliyim, hem de tatlıcılara bakalım satmaya hazır mı?" dedi. Tam da tahmin ettiğim gibi baba espiri yapmak için fırsat kolluyordu sanki. Baba kalkınca ailemden gördüğüm saygıdan ayağa kalktım. Biraz şaşkın ama hoşuna gitmişti. Gülümsedi. Baba eve girince abla hemen merakla bana döndü
"Oldu bu iş"
"Nasıl yani?"
"Bak, kardeşim sana çok aşık bu açık belli zaten. Sen de ona çok aşıksın bunu da anladık. Babam seni görmeden sevmişti zaten ama seni görünce içi rahatladı. Annemin de tavrına bakma senden hoşlanmasaydı bahçeye davet etmezdi. Ben de senden muhteşem bir enerji aldım" dedi. Çok çabuk ve ard arda sıraladı. Bende yapmacık bir halde gülümsedim ona.
"Teşekkür ederim, ben de sizi çok sevdim" dedim. Sevmiştim ama anneden çekinmiştim. Tekrar devam etti sözlerine
"Annemin Naval'la ilgili başka planları vardı. Bu yüzden şaşırdı seninle ilgisi yok yani. Benim de şaşırdığım tek konu yaşın ama belli ki arada aşk var ve aşkınız bütün sorunları aşmaya yetmiş"dedi. Bütün sorunları aşabilir miydik gerçekten?
"Evet, onu çok seviyoru " dedim.
"O da seni çok seviyor onu daha önce hiç bu kadar hayat dolu görmemiştim" dedi. Söylerken gayet hevesliydi.
Kapıdan ellerinde tabaklarla gülerek önce baba arkasından da anne ve yakışıklı sevdiğim geldiler. Patron sanki kanat takmış uçarak geliyordu. Ben de onları görünce ayağa kalktım. Annenin bana uzattığı tabağı aldım. Baba elindeki tabağa fazlaca tatlı almış yiyerek gelip oturdu. Baba ve annenin oturmasını bekledim. Tekli koltuklara oturdular bende onlardan sonra oturdum. Patron da yer kapmaca oynayan çocuk edasıyla ablasıyla aramıza oturdu. Kolunu arkama uzattı. Ben de kibarca kolunu yanına indirdim. Kaşlarımı kaldırıp kısık bir sesle
"Uslu dur" dedim. Annenin gözünden hiçbirşey kaçmıyordu. Hemen fark etmişti ve bizi göz hapsine almıştı sanki. Babanın tatlıyı iştahla yemesi annenin dikkatini çekmişti. Hemen babaya döndü ve sinirli ses tonuyla
"Daha yeni ameliyat oldun. Bu kadar tatlının sana zararı olacak. Sonra benden birşey bekleme" dedi. Baba buna hiç sıkılmamıştı. Bana dönüp
"Melek kızım doktormuş o bana müdahale eder. Mutfakta Naval sana anlatırken duydum"dedi. Annenin yüzü kızarmıştı. Baba büyük bir pot kırmıştı. Anne sinirle ve yüksek sesle
"Sen oğlumla beni gizli gizli dinliyor musun?"
"Evet, telefonumu bahane edip sizi dinledim. Telefon cebimdeydi. Yaşın veya nereli olduğunun ne önemi var? Naval da Melek de mutlu. Hem senin benden 20 yaş büyük olduğunu herkes biliyor" dedi. Baba konuşurken hiçbir ciddi tavır yoktu. İnsan bu adama kızgınken bile gülebilir. Anne kocaman bir kahkaha patlattı
"20 yaş mı? Emin misin? Sayı saymayı unuttun bence seni ihtiyar"
"Tamam, tamam uzatma misafirimizle ilgilenmek istiyorum"dedi baba.
Abla hemen söze katıldı.
"Melek bize yaşadığın ülkeden bahseder misin?"
"Tabi ki. Benim güzel ülkem cennetin dünyaya yansıyan resmi gibidir. Dört mevsim aynı anda yaşanır. Aynı zaman da kuzeyinde yaylalarda üşür güneyinde sıcak denizlerde yüzebilirsiniz. Tarihimizi ve yerleşmiş dillere destan kültürümüzü anlatmak için aylar yetmez. Türk insanı misafirperverliğiyle ve hoşgörüsüyle ünlüdür. Tarihi yapıları müzeleri doğal oluşum alanları kesinlikle görülmeye değerdir. Mutfağımız çok çeşitli ve harika lezzette yemekler barındırır. Modernlik ve teknoloji olarak da gayet ileri düzeydeyiz."
Nasıl da anlatmıştım onlara düşman çatlatır gibi. Ahhh vatanım toprağım çok özlemiştim. Buram buram memleket kokusu burnumu sızlattı. Baba anlatışımdan etkilenmişti
"Ülkene aşık gibisin"dedi.
"Evet çünkü aşık olmaya değer"dedim. Anne
"Peki burayı nasıl buldun?"
"Çok sevdim. Sıcacık bir ülkeniz var. Her açıdan dünyaya ve değişen düzene inat eder gibi kendi farklılıklarını yaşamaya devam ediyor. En çok da dikkatimi çeken tamamen kendine ait belli kalıpları var. Giyim, yemek, müzik....., bunlar sizi herkesten ayıran özellikler halinde. Tüm dünya çapında bu kalıplardan herhangi birini gören hemen sizin ülkenize ait olduğunu anlıyor" dedim. Memnun olmuşlardı. Onlara yaşadıkları ülkenin ne kadar kendine has olduğunu anlatmam babayı gururlandırmıştı. Baba burnuna indirdiği gözlüklerini eline aldı.
"Kısa zamanda çok güzel izlenimlerin olmuş. Buna sevindim" dedi. Anne daha yumuşak yüz ifadesiyle izliyordu beni ve elindeki tabağı sehpaya bıraktı.
"Gel sana çiçeklerimi göstereyim"dedi. Bende yavaşça tabağımı bırakıp kalktım Patron da benimle birlikte kalktı ayağa. Anne ona işaret parmağını sallayarak
"Sen dur oğlum! Bizi biraz başbaşa bırak"dedi. Eyvah! Benimle ne konuşacaktı acaba? Oğlumun peşini bırak, git burdan, sen daha çocuksun, olmaz bu iş ....... Bunlardan birini söylerse ben ne yapardım? İki adım attım ve çekinerek dönüp Patron a baktım kurtar beni dercesine. Baba ve abla dikkatle bizi izliyordu. Patron da gerilmişti. Korkunun faydası yoktu ve yanına doğru ilerlemeye devam ettim. Çiçeklerin yanına geldik. Konuşacaklarımızı duyamayacakları bir mesafe vardı aramızda. Hiç sesimi çıkarmadan yanında durdum. Bana bakmadan çiçeklerini inceliyordu. Çiçeklerin köklerinin yanlarında çıkan bir kaç yabani otu çekti.
"Nasıl, güzeller değil mi?"
"Evet efendim. Çok güzeller"
"Bak şu en köşede beyaz güller var"
Beş veya daha fazla kök beyaz güller dikilmişti. Beyaz gülün benim için değeri farklıydı. Onları göstererek anne
"Ben bunları oğlum sevdiği için diktim."dedi. Kenarda duran bahçe makasını eline alıp bir tane gülü kibarca kesip bana uzattı. Şaşkınlık içindeydim. Aldım ve kokladım.
"Kokusundan ve güzelliğinden özenle baktığınız belli oluyor efendim."dedim.
Gerçekten parfüm sıkılmış gibiydi. Arkamı dönüp Patrona bakmak istedim. Baba, abla ve Patron bizi dikkatle izliyorlardı. Onlarda merak içindeydi. Patron gülü işaret edip baş parmağıyla tamam işareti yaptı. Tamam mıydı gerçekten? Sevmiş olmasa kıymetli bahçesinden gül kesip bana vermezdi herhalde. Anne gözlerime bakarak
"Çocuklarım benim için her annenin hissettiği gibi çok kıymetlidir. Oğlum bu yaşına kadar doğru insanı bekledi. Her zaman kalbinin sesini dinledi. Seni buraya getirdiğine göre onun için çok kıymetlisin demektir. Onu ben ilk defa aşık görüyorum. Daha önce yüzünde hiçbir zaman böyle mutluluk ve heyecan görmedim. Sen de iyi bir aile terbiyesi almışsın belli ki. Ben Allah'tan herzaman mutlu olmanızı dilerim" dedi. Sonun da annenin de rızasını kazanmıştık. İçimde ki korku, gerginlik ve heyecan yerini durgun sular gibi rahatlığa bırakmıştı. Benim için yaptığı yorum gayet olumluydu. Patrona karşı içimde büyüyen aşkına asla engel olamıyor onunla yaşadığım herşey beni daha çok mutlu ediyordu.
Masaya geri döndük. Önce annemin oturmasını bekledim ve bende oturdum. Annenin tavrı gördünüz mü ne yaptım der gibiydi. Abla hemen sordu
"Anne, Melek' e gül mü verdin sen?"
"Evet, oğlumuza böylesine neşe katan bizim için de kıymetli olmalı"dedi anne
Abla rahatça geriye yaslandı. Patron da başını bana çevirmişti. Çocuklar gibi dirseğini dizine başını da ellerine dayamış bana dönüktü. Beni böyle izlemesinden mutlu oluyordum fakat ailesinden de saygı icabı utanıyordum.
Baba
"Bizim oğlumuz bayramlarda koşuşturan çocuklara benzemiyor mu sizce?"dedi. Her konuştuğunda bizi güldürmeyi başarıyordu. Uzun zamandır parasını biriktimiş ve sonunda hayalini kurduğu oyuncağı almış küçük erkek çocuğuydu sevdiğim.
Alt dudağını dişleriyle sıkıp bana döndü. Utanmıştı. Elleriyle yüzünü kapattı ve bu kez onun bu hareketine daha çok gülemeye başladık. Patronum elini yüzünden çekip
"Tamam, yeter, gülmeyin. Kabul ediyorum. Çocuk gibi şımarmak istiyorum sadece" dedi.
Ailesi çok içten ve birbirlerine bağlı görünüyorlardı. Patronun hayata bakış açısının güzelliğinin sebebi ailesine bağlıydı bence. Anne
"Birer de kahve alalım"dedi. Ben de
"Bu kadar iyi ingilizce konuşabilmeniz sayesinde anlaşabildik. Çok şükür. " dedim. Baba
"Burdan genel olarak herkes İngilizce bilir zaten. Ben ve Naval da işimizden dolayı bilmek zorundayız. Kızım da eğitimini İngilizce aldı. Eşim de aramızda ki konuşmaları bazen anlamıyordu. Kıskançlığından az olan ingilizcesini iyice geliştirdi"dedi. Anlaşılan baba hala her konuştuğunda bizi güldürmeye devam edecekti. Anne kaşlarını çatıp babaya baktı.
"Bana takılmazsan yaşayamazsın!"dedi.
Keşke Patron ve ben de ileride böyle olabilsek diye geçirdim içimden. Abla
"Ben kahveye kalamayacağım. Kızlarım beni bekler. " dedi ve kalktı. Yanıma gelip vedalaşmak için bana sarıldı.
"Seni tekrar görmek isterim"
"Ben de isterim, kızlarınızı da görmek isterdim siz onlara selamımı iletirsiniz"dedim. Gülümsedi
"Tabi ki iletirim. Onlar da seni çok merak ediyor."dedi. Anne de kızıyla birlikte kalktı. Kahveleri de söyleyecekti büyük ihtimalle. Baba da arkadından kalktı. Sessizce
"Ben de gidip yardım edeyim. O getirirken dökebilir" dedi. Beş dakika ayrı kalamıyorlardı sanki. Bahçe de Patronla başbaşa kalmıştık. Koltuğa yan oturup bana döndü.
"Nasıl? İlk izlenimler olumlu mu? Ailemi sevdin mi?"dedi. Bende gülümseyip elimi dizine koydum.
"Çok neşeli, espirili, sıcacık bir aileye sahipsin. Sevilmeyecek bir yön göremedim"
"Ben sana söylemiştim değil mi? "
"Evet ama itiraf etmeliyim annen beni ilk etapta korkuttu. Beyaz gülü alınca rahatladım"
"Sana güllerinden kesip verdiğine inanamadım zaten. Seni o kadar çok seviyorum ki onlarda bunun farkındalar ve destek olacaklar bize"
"Umarım" dedim.
Ailesinden onay almıştım ve o ana kadar kimseyi kıracak birşey yapmamaya özen göstermiştim. Patronun yüzünü böyle gülerken görmek için neler yapmazdım ki.
Kahveler bir tepside baba hızla bahçeye çıktı. Anne de bir sinirle arkasından. Anne
"Gel buraya seni ihtiyar" diye sesleniyordu. Baba duymuyormuş gibi yapıp hemen kahveleri masaya bıraktı. Kısık sesle
"Çocuklar, bu kadın beni çok seviyor" dedi. Tiyatro izliyor gibiydik. Anne de gelip kahvesini aldı ve oturdu. O da aynı kısık ses tonuyla
"Bu adam bana aşık söyleyin peşimi bıraksın"dedi. Patron uzun süre güldü. Ben de onunla birlikte..... Babayla anne de bize bakıp gülmeye başladılar. Anne
"Getirdiğin hediye için çok teşekkür ederim. "
"Rica ederim efendim. Beğenirsiniz umarım"
"Tabi ki beğendim. Nazikçe düşünülmüş bir detay" dedi. Çok mutlu olmuştum haliyle. Patron sevimli ailesinin içine almıştı beni. Ona olan aşkımın büyüklüğü resmen algılarımı kapatmıştı ve ne isterse onu yapmaya başlamıştım. İnsan sevdiğini mutlu görmek için hesap yapmadan hareket ediyordu demek ki.
Güneş batıyordu, Patrona döndüm.
"Ben artık izninizle gidebilir miyim?"
"Gitmesen olmaz mı?"
"Özür dilerim ama beni biliyorsun şimdi burada uyuya kalabilirim"dedim. İstemsizce gülümsedi ve
"Ben seni bırakayım" dedi. Kalktık ve anne babası da ayağa kalktılar.
"Lütfen rahatsız olmayın" dedim anne
"Size kapıya kadar eşlik edelim" dedi.
Kapıyı baba açtı. İki eliyle ellerimden tuttu.
"Kendine dikkat et. Herhangi bir şeye ihtiyacın olursa biz burdayız" dedi. Ne kadar güzel bir sahiplenişti. Anne ellerimi kendi ellerine çekti.
"Tekrar gel ve aşkınıza sahip çıkın" dedi ve bana sarıldı. Bu sarılmanın sevgi dolu olduğunu hissetmiştim. Bende onlara
"Herşey için çok teşekkür ederim. Yemeklerinizde muhabbetiniz de beni çok mutlu etti edendim. Hoşçakalın" dedim.
Patronla bahçe kapısına doğru yürüdük. Biz çıkana kadar kapıda beklediler. Kapıdan çıkarken dönüp onlara el salladım onlarda karşılık verdi. Yorucu ve çok kademeli bir sınavdan çıkmış gibiydim. Patron beyaz arabasının kapısını açtı. Gözlerinin içi parlıyordu.
"Gel hadi gidelim gönlümün tek sahibi" dedi. O an bindiğim araba değil bulutların üzerindeydim sanki. Meğer gerçekten aşk insanı uçuruyormuş. Direksiyona geçti ve ilerlemeye başladık
"Tam da beklediğim gibi sen gayet naziktin ve ailem de her zaman olduğu gibiydi. Sana çok teşekkür ederim"
"Rica ederim, seni mutlu görmek bana en güzel teşekkür zaten " dedim.