Hava alacakaranlıktı. Işıklarda kırmızı ışıkta durduk. Bir an tam da önümüzde bir kamyon hızla gelip hareket halindeki siyah bir arabaya arkadan çarptı. Büyük bir patlama sesi gibi yankılandı cadde de. Cadde boştu ve bizden başka bekleyen bir araçta yoktu. Korkmuş halde donup kalmıştık ikimizde. Arabanın önünde yerde yatan kanlar içinde en fazla 10 yaşında gibi görünen bir çocuk olduğunu fark ettim. Hemen arabadan indim ve koşarak yanına gittim. Patron da benim arkamdan geldi. Muhtemelen çocuk ön koltuktaydı ve çarpmanın etkisiyle camdan dışarı fırlamıştı. Anne ise direksiyonda baygındı. Patrona
"Sen anneyi çıkar ve arabadan uzaklaştır" dedim. Ben de hemen çocuğun yanına geçtim. Arabadan uzaklaşmıştı. Kamyon şoförüde koşarak yanımıza geldi. Çocuğun halini görünce korkarak ellerini yüzüne kapattı ve arkasını döndü. Kendini çok kötü hissettiği açıktı. Birilerini arayarak kendi aracına doğru gitti. Benim gözüm çocuktaydı çünkü ağır yaralıydı. Cam parçaları kafasını yaralamış ve karnında derin ve hızla kanayan bir kesik vardı. Acil müdahale gerekiyordu. Karnındaki yaraya tampon yapmam lazımdı. Bir an yağmurluğun çantamdan çıkarmadığım aklıma geldi. Arabaya koşup aldım ve yaraya bastırdım.
Patron bir yandan anneyi kendine getirmeye çalışırken diğer yandan da acil servisi aramış ambulans istiyor, adresi tarif ediyordu. Neyse ki çok sürmeden ambulans geldi. Anne kendine gelmeye çalışırken oğlunu yerde yatar halde görünce acı bir çığlıkla oğlunun yanına koştu. Elimle ona "Dur!" dedim. Yaşadığı şokla oğluna zarar verecek hareketler yapabilirdi. Hemşireler çocuğu hemen sedyeye aldı ve ambulansa bindirdiler. Anne de onlarla birlikte gitti. Annenin de başında yaralanma vardı. Patrona dönüp
"Lütfen biz de gidelim" dedim. Patron durumdan fazlasıyla etkilenmişe benziyordu. Yüzü bembeyaz ve hissizdi. Kollarından tutup sarstım onu.
"Kendine gel hadi gidelim" dedim. Koşarak arabaya binip ambulansı takip ettik. Hastaneye vardığımızda sedyedeki çocuğu ambulanstan indiriyorlardı. Anne ağlayarak sedyenin yanlarından tutmuş yardımcı olmaya çalışıyordu. Telaşla arabadan indik ve peşlerinden girdik hastaneye. Ameliyata alacaklardı. Durumunun kritik olduğunun farkındaydım. Doktor ve hemşireler önden anne onların bizde annenin peşinden ameliyathaneye koştuk. Çocuğu içeri alıp kapıyı kapattılar. Anne çıldırmış gibiydi. Ona sadece sarılıp göz yaşlarını sildim. Bir hemşire geldi ve anneye başındaki yarayı göstererek birşeyler söyledi. Alıp götürmek istedi kolumdan çekerek. Ben de Patrona döndüm
"Ona gitmesini söyle. Pansuman yapıp film çekmeleri lazım. Biz burda bekliyoruz de" dedim. Patron da anneye anlattı. Anne gözüme öyle bir baktı ki konuşmamıza gerek yoktu. Bakışından" oğlum size emanet" demek istediğini anlamıştım. O anneydi oğlunu o durumda bırakıp bir dakika bile ayrılmak istemiyordu. Zaten en fazla 10 dakika sonra döndü. Ellerinden tutup oturttum. Patron da yanıma oturdu ve başını sırtımla koltuğun arasına saklayıp belime sarıldı. Korkmuştu ve üzgündü.
Orda kaç saat bekledik bilmiyorum. Kapı açıldı ve doktorlar çıktılar. Hemen yanlarına koştuk. Patrona
"Lütfen be konuşulursa bana tercüme et "dedim. Anne doktorun ağzından çıkacakların merakı içinde ellerini ovuşturuyordu. Oğlunu sordu hemen. Doktorun yüzündeki ifade umutsuzdu. Doktor
"Başından ciddi bir zarar görmemiş fakat karnındaki kesik ciddi boyutta. Üzerine düştüğü kolu ve omzunda kırıklar var. Hayati tehlike sürüyor. Sabaha ne olup olmayacağını bilemiyoruz. Biz elimizden geleni yaptık. Yoğun bakıma alıyoruz. Sabahı beklemek zorundayız" dedi. Anne duydukları karşısında ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Onu belinden kavradım destek olmak istiyordum. Patrona
"Yoğun bakım bölümüne gidip orada bekleyelim. Annesinin varlığını hissetsin" dedim. Anneyle konuştu ve ayrıldık ordan. Onun belinden ellerimi hiç çekmedim. Kendinde değildi. Bizi tanımıyordu, biz de onu tanımıyorduk. Acısından başka hiçbirşey yoktu içinde. Yoğun bakım odasının kapısına geldik ve beklemeye başladık. Anne o kadar çok ağladı ki sonun da tutamadım kendimi Patronun omzuna yasladım yüzümü ve sarılıp ağlamaya başladım. O da bana sıkıca sarıldı ve saçlarımı okşayarak
"İyi olacak" dedi. Patron da durumdan çok etkilenmişti. Çocuğun küçük bedenini o halde görmek onu sarsmıştı. Annenin yaşadığı sıkıntı tarifsizdi. Annelik, benzeri olmayan bir duygu. Kadının dünya üzerindeki kimliğini değiştiriyordu. Bir annenin evladına duyduğu sevgi sınırsızken bu acıyı taşımak çok zordu.
Koridordan bir adam koşarak bize doğru geliyordu. Babası olmalıydı. Anne de ona doğru yönelince doğru tahmin ettiğimi anladım. Sarıldılar ve ağlıyorlardı. Anne kapıyı işaret edip babaya anlatıyordu durumu.
Baba olmak erkekler ağlamaz anlayışını tamamen yıkıyordu. Evlat başkaydı. Anne ve baba için ağır bir imtihandı. Onları bu halde gördükçe ben de kendimi tutamıyor ağlıyordum.
Uzun bekleyişimizin sonuna yaklaşıyorduk gün doğuyordu artık. Doktorun gelip bir an önce çocukla ilgili iyi haberler vermesini duymadan ayrılmayacaktım ordan.
Nihayet doktor geldi ve odaya girdi. Bir süre kalıp çıktı. Gözlerimi kapatıp
"Güzel birşey söyle" diyerek mırıldanıyordum. Doktorun söyleyeceklerini patron bana çevirecekti. Doktor
"Çok sağlam bir çocuk. Hayati tehlikeyi atlatmış" dedi. Anne ve baba aynı anda gülerek sarıldılar birbirlerine. Çok şükür Allah'ım. Sen hiç bir anne babaya evlat acısı yaşatma ne olur.
Bizde sevinçle sarıldık patronla birbirimize. Derin bir nefes çektim içime. "Ölüm kadar acısı yok" dedim. Dönüp anneye sarıldım. Babanın de elini sıktım. Patronda ellerini sıktı ve onlara
"Allah oğlunuzu size bağışladı" demiş.
Birbirimizin dilini bilmeden hiç konuşmadan bu annenin ve babanın acısına ortak olmuştum. Bazı duyguların dile ihtiyacı yoktu.
Patrona dönüp
"Gidelim artık, içim rahatladı" dedim. Patron da yorgun görünüyordu. Elimden tuttu ve hastaneden çıkıp arabasına bindik. Ağlamak ve uykusuzluk ayrıca da gerginlik beni alt etmişti. Konuşmaya ne benim ne de Patronun enerjimiz kalmamıştı. Sessiz yolculuktan sonra otele ulaştık. Elini tuttum ve gayet duygusal bir tavırla
"Lütfen birlikte çıkalım" dedim.
"Tamam, önce birşeyler yiyelim"dedi. Otele girdik yorgun adımlarımızla. Tam da kahvaltı saatiydi. Gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Patronun da uykusu gelmiş esniyordu. Kahvaltımızı yapıp hemen odama çıktık. Bir ağrı kesici almak istedim fakat hemen Patronun dikkatini çekti. "O ne?"
"Ağrı kesici, ağlama be uykusuzluk başımı ağrıttı" dedim. Sorusunun cevabını anlamayacak kadar yorgundu.
"Sen yatağına uzan ben de koltukta uyurum"dedi. Koltuk tek kişilik ve küçüktü. İyice yayılıp ayaklarını komidinin üzerine uzattı. Hemen uykuya dalmıştı. Bende uzandım ve çok sürmeden uyumuştum.
Gözlerimi açtığımda akşam yaklaşmıştı. Stresli geçirdiğimiz gece bizi yormuştu. Kalkıp oturdum yatağımda. Sevdiğim hala tatlı uykusuna devam ediyordu. Sırtı boynu tutulmuş olmalıydı. Yataktan kalkıp koltuğun kenarına oturdum. Saçlarında dolaştırdım ellerimi. Kulağına eğildim sessizce
"Seni Seviyorum Kahraman" dedim. Onu uyurken seyretmek istedim ama saatlerdir koltukta uyuyordu, kıyamadım. Uyandırmaya çalıştım.
"Naval! Hadi kalk ben uyandım, sen yatağa geç" dedim. Uykusu hafifti neyse ki hemen uyandı zorlanmadan açtı gözlerini.
"Tamam, geçiyorum" dede. Yatağa yattı bende örttüm üzerini. Tek gözünü açıp
"Bana ilk defa ismimle seslendin. Fark etmedim zannetme" dedi. Yüzüne doğru eğildim
"İnşaallah daha çok duyacaksın. Hadi sen uyumaya devam et"dedim. Gözlerini kapattı. Bende o uyanana kadar duş alıp üzerimi değiştim. Oda servisinden iki tane kahve istedim. Tamamladığım puzzle hala masanın üzerindeydi. Onu dağıtmaya kıyamadığımdan oda servisini tekrar arayıp
"Masa istiyorum" dedim. Telefondaki görevli şaşırmıştı haliyle.
"Efendim, masa mı dediniz?"
"Evet, diğer masa meşgul, lütfen bir tane daha getirir misiniz?"
"Tabi efendim, gönderiyorum" dedi. Görevlinin şaşkın konuşması çok komikti. Sesli güldüm ve Patronun uyuduğunu hatırlayıp elimle ağzımı kapatıp dönüp ona baktım. Patron sırtını yatağın başlığına dayayarak oturmuş tatlı tatlı gülümseyerek bana bakıyordu.
"Uyandırdım mı?"dedim.
"Hayır, uyandım ama seni izlemek istedim sadece" elimden tutup beni yanına oturttu.
"Hayatıma geldiğin için çok mutluyum. Kendimi senin yanında bambaşka hissediyorum. Bakışların, konuşman, duruşun ve bana yansıyan enerjin beni hergün sana daha fazla aşık ediyor" dedi. Sevdiğin adamdan bunları duymak gerçekleşmiş bir dileği yaşıyormuş gibi hissettiriyordu. Damarlarımda ki kanın akılı değişiyordu. Fırtınadan savrulan geminin sakin limanıydı. Ona olan aşkımı tüm kalbimle hissediyordum. Aklımda sadece onunla anı yaşama isteği uyanıyor hayatımın gerisini veya ilerisini düşünemiyordum. Ben onun gibi açık konuşmayı beceremezdim. Yüzünü sevdim yavaşça ve sakalları takılıyordu ellerime.
"Sen benim hayatta aldığım en güzel hediyesin. Emin ol ki seni ölene kadar çok seveceğim" dedim.
Odanın kapısı tıklatıldı. Ayağa kalktım
"Masamız ve kahvelerimiz geldi"
"Masa siparişi veren tek müşteri sen olmalısın"dedi. Güldük birlikte komik halime.
"Hadi sen de bi elini yüzünü yıka da çık yataktan "dedim. O kalkarken bende siparişlerimizi odaya aldım. Görevli getirdiği masamızı balkona bıraktı. Kahvelerimizi de masaya servis yaptı. Şaşkın bakışlarıyla çıktı odadan. Anlam verememişti galiba.
Patron banyodan çıkıp
"Eve gidip duş alıp kıyafetlerimi değiştirmeliyim"
"Benim kıyafetlerimden beğendiğini alabilirsin"dedim gülerek ve alaycı bir tavırla.
"Tabi, sen den bir kot ve bir tişört ala bilirim. Bir de rahat spor ayakkabılarından. Saçlarımı da sen örersen işte o zaman tam olur"dedi.
Ben de kaşlarımı çatıp kollarımı bağladım
"Tatile geldim ben ama. Tabiki rahat kıyafetler aldım yanıma. Tuvalet mi getirseydim?"
"Hayır, ben halinden şikayetçi değilim. İçinde sen olduktan sonra kıyafetin önemi de yok"dedi.
İltifat etmeyi huy edinmişti sanki. Herzaman fazla güzel konuşmayı iyi biliyordu. Fazla zekiydi ve hiçbir ayrıntı gözünden kaçmıyordu. Yaşının ona kattığı olgunluğun da etkisi olmalıydı. Çalkantılı bir ilişki ona göre değildi. Aşkını sadece heyecanıyla güzel bir şekilde yaşamak istiyordu.
*AŞK, SEFERE ÇIKMIŞ BİR YÜK ARACI SANKİ. GÖNLÜN ARAÇ YÜKÜN AŞK. SEVDİĞİN ŞOFÖR GİBİ. O NEREYE NASIL GİTMEK İSTERSE GÖTÜRÜYOR SENİ*
Kahvelerimizi balkonda içerken ona
"Akşam olan olay beni çok üzdü"dedim.
"Beni de öyle, çocuğun hali hala gözümün önünde sanki. Beyse ki kurtuldu"
"Çok şükür, çocuğa birşey olsa annesi ve babası ne yapacaklardı?"
"Düşünmek bile istemiyorum. Sen de mesleğinden dolayı çok ustaca davrandın. Anneye gösterdiğin destek her insanın yapabileceği şeyler değildi. Sen ağlayınca ben daha kötü oldum"
"Bir annenin hayatı tehlikede olan çocuğunu umutsuzca ve gözyaşlarıyla beklemesi içimi çok acıttı"
"Sen aileni de özledin artık bence"dedi.
İçimi çektim, gözlerimi kapattım. Ailemi canlandırdım gözlerimde.
"Özlemek kelimesi az kalır. Aslında hastanede ki anneden dolayı kendi annem geldi aklıma. Bundan dolayı daha fazla etkilendim sanırım"dedim.
Benim annem ve babam da şu anda benden habersizler. Ne yaptığım ve nerede olduğum konusunda en küçük bir fikirleri yok. Onlar da beni böyle merak ediyorlardır. Aile bir insan için gerçekten paha biçilemez bir miras.
Elimi tuttu sıkıca. Teselli etmek istiyordu.
"Sana git desem, diyemem özlerim seni. Gitme desem, diyemem sen onları özlüyorsun" dedi. Bir an gitme tarihimin yaklaştığı geldi aklıma. Tahmini 15 günüm kalmıştı. O da bana sordu telaşlı halde
"Dönmeyi düşündüğün tarih belli mi? İki aylık bir tatil planı olarak bahsetmiştin" dedi. Ona gerçeği söylemek gelmedi içimden. Nasıl söylemeliydim? Uzatabilirdim süreyi. İstersem ailemi arayıp nerede olduğumu söyler bir süre daha kalabilirdim. Ne yapmalıydım? Patrondan ayrı kalmayı ben de onun kadar istemiyordum.
"Tam tarih yok. Süreyi uzatabilirim" dedim. Rahatlamıştı
"İyi, hem de çok iyi. Birlikte mi gitsek acaba?" dedi. Aslında aileme söz verdiğim bir tarih vardı. Zaman yaklaşımca duruma göre hareket ederim diye düşündüm.
"Olabilir, gidebiliriz. Sen de benim yaşadığım yeri gezmiş olursun" dedim.
Güneş batmış hava kararmıştı. Kahvelerimizi de bitirmiştik. Patron ayağa kalkıp oturduğum sandalyenin arkasına geçti. Boynuma iki koluyla sarıldı. Ben de boynumu saran kollarına başımı yaslayım sarıldım. O bana sarılınca içim huzurla doluyor kendimi fazlasıyla güvende hissediyordum. Saçlarımın kokusunu iyice içine çekti.
"Ben eve gidiyorum. Annem merak etmiş olmalı. Kaç tane cevapsız araması var. Kendine dikkat et tamam mı?"
"Tamam ederim" dedim. Ellerini çekti ve bende ayağa kalktım kapıya kadar eşlik ettim ona. Kapıdan asansöre binişini izledim. Durdu ve el salladı, gülümsüyordu. Ben de çok içten olmayan gülüşümle ona el salladım. Gidince kapımı kapatıp arabaya binişine bakmak için balkona geçtim. Elinde telefonla konuşarak aceleyle bindi ve hızla uzaklaştı. Ters giden birşey olmamıştır umarım.
Balkon sandalyeme içimi çekerek oturdum. İçim sıkılıyordu. Ne yapacaktım ben şimdi? Kalamazdım dönmem gerekiyordu. Patronu düşününce iyice kafam karışıyor işin içinden çıkamaz hale geliyordum. Keşke diyordum keşke en baştan karşı koyabilseydim kendime. Patrona fazlasıyla aşıktım, herşey silinmişti sanki hafızamdan. Anlatılmaz derece de seviyordum ve onu üzmek büyük bir haksızlık olurdu. Beni kıracak tek birşey yapmamıştı. Mutlu olmayı sonuna kadar hak ediyordu.
Uzun zamandır ilk defa saatin farkına varmadan gecenin geç saatlerine kadar oturmuş sadece kafamdaki düşüncelerle boğuşmuştum. Kalkıp yatağıma geçtim. Düşünceler arasın da uyumuşum.