Sabah uyandım,güzel birgün bugün, gökyüzü parlıyor sanki ve heryer aşka benziyordu. Bugün Yeni Dünyamın en güzel hediyesi yanıma gelecekti.
Yatağımdan baş ağrısı ve mide bulantısıyla kalktım. Aynaya baktığımda ağlamaktan şişmiş ve kıpkırmızı olmuş gözlerimi fark ettim sadece. Kendime gelmeye çalışırken kapım çaldı.
"Hayır, beni bu halde görmemli"dedim kendime. Yavaş adımlarla gidip kapıyı açtım. Neyse ki otel görevlisiydi.
"Melek Hanım, notunuz var."dedi. Bir kağıt uzattı. Notu alıp kapıyı kapattım. Not da
"Hemen hazırlan. Saat 12.00 de aşağıda seni bir şoför bekliyor olacak. Aldığın yağmurluğu da yanında getir. Seni bekliyorum"yazıyordu.
Herşeyden önce kendimi toparlamam lazımdı. Duş alıp ağrı kesicilerle toparlanabilirdim galiba. Onu da çok özlemiştim. Bir an önce görmek istiyordum.
*Özlem, tarifi olmayan, çok güçlü, hissettiğin andan itibaren himayesinden kurtulamadığın, istediğine ulaşana kadar asla yeri doldurulamayan bir duygu*
Duşumu alıp hemen üzerime her zaman ki gibi kotumu ve beyaz tişörtlerimden birini giydim. Saçlarımı sıkıca ördükten sonra makyajla yüzümü toparlamaya çalıştım. Çantama yağmurluğumu koyup aşağı indim. Saat tam 12.00 olmuştu zaten.
Kapının hemen önünde Patronun siyah arabasının önünde hazır ol da bekleyen oldukça esmer tahmini yaşı 50 nin üzerinde olan şoför olduğunu tahmin ettiğim kişi bekliyordu. Yavaş adımlarla çıktım dışarı. Beni görünce ceketinin düğmesini ilikleyip hızla yanıma geldi. Beni nerden tanıyordu ki? Demekki Patron ona beni iyice anlatmıştı.
"Buyrun Melek hanım" dedi. Aynı hızla arabanın arka kapısını açıp.
"Buyrun Efendim, Naval Bey sizi bekliyor" dedi.
"Teşekkür ederim" deyip gülümsedim ve bindim arabaya.
Şoför de hemen direksiyona geçti ve hareket ettik. Otelden uzaklaşmaya başlayınca
"Ne kadar sürer? Gideceğimiz yer uzak mı?" Dedim. Dikiz aynasından bana bakarak
"Efendim, 3 saate yakın sürecek. Mola istediğinizde durabilirim. Sizi yormadan götürmem konusunda kesin emir aldım" dedi.
Patron un bana her davranışı özenli ve dikkatliydi. Tek amacı beni mutlu etmekti sanki. O gerçekten çok özel bir insandı.
Yolumuzun uzun sürecek olmasına sevinmiştim. Gözlerimde ki kızarıklık ve yorgunluk izleri geçmiş olur, Patron da fark etmez ve dolayısıyla telaş yapmazdı. Bir buçuk saat kadar yol aldıktan sonra şoför
"Efendim, isterseniz mola verebiliriz" dedi.
"Sizin için problem olmayacaksa devam edelim " dedim.
Tamam der gibi başını salladı.
Camı açtım, başımı biraz dışarı uzatıp derin bir nefes aldım. Yol boyunca devam eden ağaçlar tertemiz bir havaya sebep oluyorlardı. Fazla sürmeden aldığım ağrı kesicilerin etkisiyle uyumuşum.
Arabanın durmasıyla uyandım.gözümü açar açmaz merakla etrafıma baktım. Yüksek bir tepeye çıkmıştık. Her taraf yaşlı yemyeşil ağaçlarla doluydu. Hava yükseklikten kaynaklı hafif sisli ve çok az yağmur çiseliyordu. Yerler tamamen yeşildi, toprağın kahverengisi görünmüyordu. Küçük rengarenk çiçekler ara ara süslemişti burayı. Büyülenmiş gibi indim arabadan. Başımı hava kaldırarak tam bir tur attım kendi etrafımda. Ağaçların boyu çok uzun göklere ulaşıyordu sanki. Yağmurluğu neden aldığımı şimdi anlamıştım. Çantadan çıkarıp giydim insan burada bütün sıkıntılarından arına bilirdi.
Şoför de arabadan inmiş beni izliyordu. Arkamızda ki yolu göstererek
"Efendim, bu yolu takip etmelisiniz. Bir kaç dakika sonra Naval Bey 'i göreceksiniz. " dedi.
Yola döndüm hızla yürümeye başladım. Küçük bir yokuş çıktım ve gerçekten heyecandan ölebilirdim.
Gördüğüm manzara karşısında şaşırmış ve haliyle etkilenmiş bir şekilde kaldım. Patron yine yapmıştı yapacağını. Burası puzzle da tamamladığım şelaleydi.
Yüksekten dökülen bir şelale vardı. Sesi ortamı kaplıyordu. Yeşillikler içinden akıp uzaklaşıyordu. Şelalenin döküldüğü kısmın sol tarafı büyükçe bir balkona benzer şekilde yapılmıştı. Tabanı oldukça geniş taşlardan oluşmuş, şelaleden sıçrayan suların ve yağmurun etkisiyle ıslaktı. Şelale tarafına demirlerle çevirmişler ve yeşil renge boyamışlardı.
Şelaleye doğru ilerledim. Demirlere ellerimi koyup aşağı doğru baktım. Cennetten bir bahçeydi sanki. İçimi huzur kaplamıştı. Kollarımı açıp derin bir nefes çektim içime. Birden arkamdan gelen sese döndüm.
"Melek!"
İşte tam karşımdaydı. Tüm çekiciliği ve asaletiyle ordaydı.
Koyu yeşil renkte giydiği yağmurluk ve ona çok yakıştığını düşündüğüm koyu renk kot pantolonu vardı üzerinde. Yeşil renk ona çok yakışmıştı. Elinde özenle demetlenmiş beyaz güller vardı. Beyaz güllerin onun için özel olduğunu biliyordum ve bana getirmişti.
Birkaç adımla yanıma geldi. Gülleri kibarca bana uzattı. Gözlerini benden hiç ayırmıyordu. O kadar heyecan ve mutluluk içindeydim ki. Günlerdir özlemle bu anı beklemiştim.
Gülleri aldım. Cevap veremeyecek kadar şaşkındım.
"Seni çok özledim"dedi
"Ben de..." dedim.
Ellerini omuzlarıma koydu, boynuna sarılmak geliyordu içimden.
Beni anlamıştı sanki. Bana sıkı sıkı sarıldı. Başını saçlarıma yasladı ve kokladı. Bende aynı duyguyla beline sardım kollarımı. Başımı omzuna yasladım. Beni benden alan kokusunu içime çektim. Tüm duygularım hareket halindeydi. Güven, mutluluk, huzur, aşk, aitlik.... Belki de hislerim kelimelerle tarif edilemezdi. Tek bildiğim bu omuz beni rahat ettirmişti.
Kokusunun da tarifi yoktu. İnsana sevdiği böyle mi kokardı? Onda en küçük bir kusur göremiyordum. Klişeleşmiş Türk filmlerinde ki gibi Aşkın gözü kör müydü gerçekten?
Başını geri çekti ve bende başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerime bakıyordu. Bende onun gözlerinde kaybolmuştum. Bana böyle bakması aklımı başımdan alıyordu. Kollarım hala onu sarıyordu. Ellerimi tuttu.
"Sana anlatmak istediklerim var" dedi. Beklediğim itiraf geliyordu sanırım. Aşkını nasıl anlatacaktı?
"Seni dinliyorum"dedim.
"Ellerini ve gözlerini benden ayırmadan dinler misin?"
"Tamam, ellerim de gözlerim de senden ayrılmayacak"dedim. Onun sesinden başka sadece şelalenin sesi geliyordu kulağıma. O da bize eşlik eden romantik bir melodi gibiydi.
"Melek, sen benim ilk görüşte etkilendiğim tek kadınsın. Bir bakışın bir gülüşünle himayene aldın beni. Sana baktığımda gözümle değil gönlümde hissediyorum seni. Sen görüntü değil bir duygusun benim için. Bu gördüğün şelale kadar coşkulu, bu yaşlı ağaçlar kadar sakin sana hislerim. Etrafımdaki bunca kadından kalbim seni ayrı gördü. Seni sevdi, seni seçti, sana attı heyecanla "
O konuştukça elimin ayağımın titrediğini hissediyordum. Şiir okur gibi sıraladı tek tek. Bell ki bu konuşmaya kendini hazırlamıştı. Ne güzel bir ilan-ı aşktı. Beklediğime değmişti gerçekten. Kalbim aksine heyecanla hızlı hızlı çarpmıyor, sahibine kavuşmuş ve rahatlamıştı.
Kulağıma eğildi, yüzünü yüzüme yasladı ve sesini kısarak
"SENİ SEVİYORUM" dedi. Gözlerime baktı ve alnımdan öptü. Aşk insanın aklını gerçekten başından alıyormuş. Bir adım geri çıkıp kollarını açabildiği kadar açtı. Bağırarak
"Duydun mu dünya BEN BU KADINI SEVİYORUM"dedi.
Dişlerim görünecek kadar kocaman gülümsemiş onu izliyordum. Kollarını indirip bana baktı haliyle bir cevap bekliyordu.
İki belki üç adım atıp ileri gittim. Ona sırtım dönüktü. Durdum düşündüm, ne söylemeliydim? O da yönünü bana dönmüş
"Melek!"diye seslendi. Tedirgindi.
Yüzümü ona dönsem konuşabilir miydim? Sırtım dönükken de olmazdı. Ona döndüm
"Allah' bana verdiği en özel hediyesin. Zamanın yanlışlığı umurumda bile değil. Karanlıklarımın ışığı, sıkıntılarımın ilacı gibisin. En beklenmedik anda karşıma çıkan en doğru adamsın. Bana herşeyi unutturan, bambaşka bir hayatın var olabileceğini gösterensin. Tarifi imkansız senin kadar mükemmel birini sevmenin. " dedim. Bende onun gibi kollarımı açtım ve bağırarak.
"BEN BU ADAMI SEVİYORUM" dedim.
Yüzünde ki kocaman gülümseme mutluluğunu açıkça belli ediyordu. Bana doğru gelip sıkıca sarıldı. Elimden tutup
"Sana sürprizlerim daha bitmedi" dedi.
Bu adam gerçek miydi, rüya mıydı?
Bende merakla
"Ne sürprizi? Devamı da mı var?"
"Evet, hadi gidelim"dedi.
Yavaş adımlarla ormanın içindeki ince bir yolda ilerlemeye başladık. El ele yürürken çocuklar gibiydik ve bir tarafta utangaçlık bir taraftanda karşısında direnemediğim bir aşk yanımdaydı. Biraz yürüdükten sonra
"Nereye gittiğimizi öğrenebilir miyim?"
"Olmaz! Sürpriz! Sen doğada gezmek istiyordun, bak istediğini yapıyoruz işte"
"Tamam gezelim o zaman" dedim.
Zaten o ne söylese yapar olmuştum. İtiraz edemiyordum.
Birbirimizin ellerini sıkıca tutmuştuk. Yol tamamen yeşildi. Sanki bu zamana kadar birbirimizi beklemiştik. Tanışmamızın üstünden ancak bir ay geçmişti. Bı kadar kısa bir zamanda bu kadar büyük bir mutluluğu ucundan yakalamıştık. Bana verdiği önemi tamamen hissettirmişti.
Elini tutuyordum ama diğer elimle de aynı koluna sarıldım. Gözünün ucuyla bana baktı ve gülümseyerek Elimi bırakıp omzumdan sarıldı. Bende beline sardım kolumu o şekilde devam ettik yürümeye.
Durdu ve parmağıyla ağaçların arasında ki evi işaret etti.
"Tam da şuraya gidiyoruz" dedi.
Ahşap yapıda, küçük pencereleri olan bir dağ eviydi ve ağaçların arasında kalmıştı.
"Yarın şoförüm bizi almaya gelecek, bu gece burada kalalım" dedi. Planını çoktan yapmıştı. Dağın tepesindeydik, istesemde hayır diyemezdim. Ona, beni kırmayacağımdan emin olarak güveniyordum.
Eve iyice yaklaştık. Tahtadan çitlerle çevrilmiş bahçesi vardı ve yerden yüksek samimiyet uyandıran bir evdi. Bahçenin küçük kapısından içeri girdik. Kapıdan evin birkaç basamak olan merdivenine kadar beyaz taşlar döşenmişti. Evin kapısını açtı merakla girdim. Evin içi de eşyalarının genelide ahşaptı. Solda mutfak bölümü sağda karşılıklı konulmuş iki büyük kanepe ve duvarın tam ortasında şömine vardı. Üst katına çıkmadım ama yatak odaları olduğunu tahmin ettim. Yağmurluklarımızı çıkardık ve kibar Patronum elimden alıp portmantoya astı.
"Ben dışardan odun getireyim. Akşam olunca hava soğur. Bende senin üşümeni istemem. Çok acıktım ayrıca. Sonra da yemek hazırlarız"
"Olur tabi patron sen ne yemek istediğini söyle"dedim emin bir tavırla. Şaşırmıştı.
"Sen yemek yapabiliyor musun? Mesela yumurta felan mı? "
Kibirle burnumu ve tek kaşımı yukarı kaldırıp ellerimi belime koydum.
"Nereli olduğumu unutuyorsun herhalde. İddiaya var mısın? Ben yaparım, sende parmaklarını yersin. "
"Tamam beğenecek miyim görelim"
"E hadi beni oyaladın. Bakalım mutfağınızda kendini yemek olmaya adamış neler var" dedim. Alaycı bir gülümsemeyle çıktı. Bende hemen mutfağa.
Aman Allah'ım !! Bu mutfakta hiç malzeme yoktu. Dışarı doğru seslendim.
"Ordan fazladan bir odun da benim için getir. Tuzlayıp haşlayalım çünkü bu mutfak boş"dedim. Hiç sesini çıkarmadı. Nihayet çekmecede bir paket makarna buldum. Dolabın sebzeliğine saklanmış iki kırışık domates vardı.
Bu kadar ayrıntılı plan yapmış, bu ayrıntıyı nasıl unutmuştu? Çok fazla zeki bir kişiliği vardı. Kim bilir yine neyin peşindeydi.
Hemen makarnayı haşlamak için ocağa aldım. Yeni Dünyamın en bilinen yemek kültürü fazla baharat çeşitleri kullanmalarıydı. Ocağın yanında ki dolapta birçok baharat vardı. Annemin yaptığı domates sosu aklıma geldi. Canım Annem çok özlemiştim onu. Hiç bu kadar süre ayrı kalmamıştık. Patronla karşılaşmamış olsam tatilime bu kadar dayanamazdım. Mutfağımıza kokusunu salmış sosu anımsadım. Şimdi evde olsam Annem, ben ve Seza mutfakta eğlenerek yemeği hazırlıyor Babam da elinde gazetesiyle masanın baş köşesinde bizi bekliyor olurdu.
Ben yemeği hazırlama çalışırken, Patron odunları alıp şöminenin başına geçti. Bu konuda ustaydı belli ki. Zorlanmadan yakmayı başardı. Bir yandan şömineyi yakıyor bir yandan bana bakıp gülümsüyordu. O kadar mutluluk doluydu ki içim bu anlar başka bir zaman diliminde yaşanıyor gibiydi.
Kalkıp ellerini yıkamaya gitti. Bende annemin mükemmel tarifi domates sosunu hazırlıyordum. Yanıma geldi ve bir eliyle tezgaha dayandı. Beni alaycı bir tavırla izliyordu.
"Ne oldu? Elime yakışmıyor mu?" dedim.
Gülümsedi, elini çenesinde gezdirdi.
"Bilmiyorum, onu fark etmedim. Şu anda tek gördüğüm benim için yemek yapan muhteşem bir kadın"dedi.
Her cevabıyla beni etkilemeyi ve iltifat etmeyi çok iyi biliyordu. Gülümsedim sadece. Utanmıştım biraz da.
Makarnayı süzgeçe almak için uzandım.
"İstersen ben alayım. Ellerin yanmasın" dedi.
"Sen mi? Hiç zannetmiyorum" dedim.
Makarnayı süzüp servis tabaklarına aldım. Büyük bir ustalıkla da sosu üzerine döktüm. O tabakları masaya alıp oyurdu. Bende çatalları götürdüm.
"Bakalım bundan daha iyisini yedin mi?"dedim. Hemen çatalı aldı
"Dur!! Soğutmak lazım çok sıcak" dedim. Çatalına aldığı makarnayı bana uzattı. Bende üfledim. Yerken saçma sapan beğenmiş ifadelerle karışık sesler çıkardı.
"İnanmıyorum!! Çok güzel olmuş" dedi.
"Gerçekten beğendin mi?"
"Evet, sen güzelliğin kadar lezzetli yemeklerde yapıyormuşsun"
"Afiyet olsun Patronum" dedim. O yemeye devam etti. Ben de yedim, sosu tam annemin ki gibi yapmıştım.
İki çatal yedim ve durdum. Yemek yemesini seyrettim. Benim yemediğimi fark edince ciddi ses tonuyla
"Lütfen yer misin? Bak çok az yiyorsun. Yemelisin ayrıca ben yokken kendine bakmadığın yüzünden belli" dedi.
Haklıydı, fazla yemek yemiyordum. O yokken de kendime dikkat etmemiştim. Beşinci DVD den etkilenmiştim ve bana ağır gelmişti. Çok ağlamıştım. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyor, beni her halimle takip ediyordu.
Kendi tabağındaki yemeği özenle yiyip bitirdi. Çatalını da alıp tabağını tezgaha bıraktı. Sandalyesini yanıma yaklaştırdı.
"Hadi bitir artık. Sen tabağını bitirene kadar başındayım" dedi. Kendimi çocuk gibi hissettim. Bana bu kadar değer veriyor olması aşkıma aşk katıyordu. İstemez bir halde çatalıma bir tane makarna alıp yedim. Karşım da patronun oturuyor olması da büyük bir etkendi.
"Aaa.. O nasıl yemek öyle" dedi gür bir sesle. Hemen elimden çatalı aldı.
"Bak şimdi öğreteyim sana " dedi. Bana elleriyle yedirmek istedi. Gerçekten onu bu kadar etkileyecek ne özelliğim vardı ki benim? Aşkın karşılıklı yaşanması insanı bu kadar mutlu edebilir miydi? Sanki içimi okuyordu. Şefkatle, aşkla, sevgiyle yapıyordu her ne yapıyorsa.
Çatalın üzeri makarnayla dolana kadar hızlı hızlı batırdı. Eline peçete alıp altına tutup bana uzattı.
Canım yaa.. Bu kadar güzelliğin üzerine titizdi birde. Bu kadar da olur mu? demek istedim ama onun karşında konuşamıyordum ki. Allah ona bana hoş gelecek bütün davranışları vermişti. Bana vereceği en güzel hediyeyi bu zamana saklamıştı. Çatalı ağzıma uzattı. Zorla sığdı ağzıma. Yutamayacaktım neredeyse.
Kocaman gülümsedi.
"Seni küçük yaramaz, hemen yut onları. Devamını da yiyeceksin "dedi. Biraz uzun sürse de yuttum. Tekrar doldurdu çatalı.
"Aç bakalım ağzını. Benim küçük SEVGİLİM. HAYATIM. Güzelce yemeğini ye yoksa sana ceza veririm" dedi. Kahkahalarla yediriyordu bana. Çocuğuna yemek yediren anneler gibi konuşmaya başladı alaycı bir duruşla. Hoşuma da gitmedi diyemem. Onunla geçirdiğim her an bu deftere yazılacak ve asla unutulmayacak kadar önemliydi.
Bütün makarnayı yedirdikten sonra benim tabağımı da alıp tezgaha bıraktı. Ben de kalkıp bulaşıkları yıkamak istedim. O da benimle birlikte kalktı yanıma gelip
"Sana yardım edeyim"dedi. Şaşırmıştım. Alaycı bir tavırla
"Sen mi? Bulaşık yıkamak mı? Sen kocaman bir Patronsun ellerin tahriş olmasın"dedim.
"Seninle birlikte olduktan sonra her işe tamam derim ben " dedi.
Bulaşıkları su üzerimize sıçrayarak gülüp eğlenerek yıkadık. Vakit de ilerlemiş güneş batmak üzereydi.
Ellerimi kurulamak için havlu veya benzeri birşeyler arıyordum gözlerimle. Üzerinde ki tişörtün ucunu bana göstererek
"Buraya silebilirsin" dedi. Bende uzattım ellerimi, kendi elleriyle birlikte tişörtüyle kuruladı. Dışarıya doğru bakıp
"Güneş batıyor yukarı çıkmamız lazım" deyip elimi tutup çekerek merdivenlere doğru götürdü beni. Bende ne yapmaya çalıştığını anlamak için
"Yukarda ne yapacağız?" Dedim.
"Güneşin batışının muhteşem halini göstereceğim sana " dedi.
Çatıya çıktık. Merdivenlerin tam önüne küçük bir balkon yapılmış. Güneşin batışının hüzünlü ışığı tam da yüzümüze vuruyordu. Hayran kalmıştım. Yüksekten, aşkımıza şahitlik eden orman, bize melodisiyle cesaret veren şelale görünüyordu. Yağmur bulutları bize güneşin batışını göstermek istercesine dağılmış, sisli hava temizlenmişti.
Balkonun kenarında korkuluklar yoktu. Yere oturup sırtımızı duvara yasladık. Güneş iyice pembeleşmiş iyi akşamlar dileklerini sıralıyordu sanki.
Başımı omzuna yasladım, oda ellerimi avuçlarının içine aldı.
"Yanında kendimi başka birisiymişim gibi hissediyorum. Yaşadığım herşeyi unuttum. Gençliğimde meğer ne çok şey kaçırmışım. Kaderim seni beklememi istemiş olacak. Bana yaşattığın bu mutluluk için çok teşekkür ederim" dedi.
Başımı omzundan kaldırıp yüzüne baktım. Onun söyledikleri benim içimen geçenlerle neredeyse aynıydı.
"Ben de bana yaşattıkların için sana çok teşekkür ederim" diye bildim ancak. Başımı boynumdan kibarca tuttu. Alnımdan öpüp sıkıca sarıldı. Sessizce batan güneşi seyrettik. Hava karardı ve soğumaya başladı. Ayağa kalkıp
"Aşağı inelim üşümeden" dedi. Elimden tutup beni kaldırdı. Merdivenden inerken
"Sen geç sıcak şömine de ısın. Bende kilerden kalmışsa kahve alayım" dedi.
Geçip oturdum. Sadece ateşin ışığıyla aydınlanıyordu her yer.
Kahve alıp geldi.
"Çok şükür kahve kalmış biraz " dedi.
Mutfak tezgahına yöneldi. O bir yandan fincanları çıkarırken ben de ona
"Her ayrıntıyı ince ince hesaplamışsın. Yiyecek birşeyler getirmemiş olmana şaşırdım" dedim. Bir anda çıkıverdi ağzımdan yüzsüzlük olmamıştır umarım. Gülümseyip bana döndü
"Benim hatam değil şoför atlamış ama yarın kahvaltı için alışveriş yapıp gelecek" dedi. Ben de
"Bakalım kahven nasıl olacak?"
"Kahveyi yaparım ama yemek de hiç bir iddiam yok. Yemek konusunda bizim evimiz de keskin kurallar vardır. Annemden başkası girip mutfakta yemek yapamaz. Bundan dolayı da yumurta kırmayı dahi bilmem"dedi.
Annesi iyi bir aşçı olmalıydı. Mutfağı bu kadar kıymetli olduğuna göre.
"Annen yemek yapmada usta demek ki" dedim. Bir kaç dakika düşündü ve
"Yemekte ki ustalığını birlikte yemek yediğinde anlayacaksın zaten" dedi. Aman Allah'ım. Patron ciddi ciddi beni ailesiyle mi tanıştırmak istiyordu? Hemen ayağa kalkıp hızlı adımlarla yanına doğru yürürken
"Birlikte yediğinde derken?"dedim.
Elinde kahve fincanlarıyla rahat bir tavırla geçip koltuğa oturdu.
"Gel yanıma otur anlatayım"dedi.
Hızla ve telaşla geçip oturdum. Merakla bakıyordum gözlerine.
"Lütfen beni kırma. Ailem beni bu kadar mutlu eden kadını merak etti. Annem iki gün sonra öğle yemeğinde hep beraber olmamızı istedi. Tanışma yemeği gibi" dedi.
Olamaz! Ailesiyle tanışmak için çok erken değil mi? Biz daha bir ay önce tanıştık. Ben nasıl gidip ailesiyle tanışabilirdim ki? İçi korku ve telaş kapladı. Ne söyleyeceğimi şaşırmış bir haldeydim.
"Ben mi? Nasıl yani? Kimle ailenle mi? Ne söyleyeceğim onlara? Ayrıca bu tanışma zamanı için erken değil mi? Yok, yok ben yapamam, gelemem, utanırım, çekinirim" dedim. Önce cevap veremedim ama soruları saçma sapan sıralamıştım. Ayağa kalmışım hararetimden fark etmemiştim. Ellerimden tuttu. Gayet sakince
"Lütfen dedim ama. Bu yemeğin arkadında kötü bir niyet yok ki. Seninle tanıştığım günden bu güne kadar bende bıraktığın etkiyi onlarda fark etti"dedi. Bu söyledikleri güzeldi aslında hoşumada gitmişti fakat ben nasıl yapabilirdim?
"Korkuyorum!" Dedim.
"Korkuyorum derken?"
"Yani şeyy..... Açıkçası şu anda hislerime hangi kelimeler yeterince karşılık gelir bilmiyorum"dedim.
Tatlı tatlı gülümsedi ve beni yanına oturttu. Elime kahve fincanını verdi. Kendi kahvesinden bir yudum aldı. Bana
"Kahven soğuyacak, daha tadına bakıp yorum yapacaksın. Kahve içerken de konuşabiliriz" dedi.
Bende bir yudum aldım. Güzel yapmıştı kahveden de sınıfı geçmişti.
"Kahve güzel hatta beklediğimin çok üstünde. Tamam mı?"
"Tamam"
"Şimdi söyle bakalım nerden çıktı bu tanışma yemek planı?"dedim. Elindeki fincanı yavaşça sehpaya bıraktı.
" babam hastanedeyken pencereden dışarı bakıyordum. İki sevgili el ele hastaneye giriyorlardı. Seninle terasta geçirdiğimiz zamanlar gözümde canlandı. İstemsiz sesli gülmüşüm. Babam da yatağın da kızgınlıkla bana ' hoşuna mı gidiyor hasta olmam? Aşkından divaneler gibi kendi kendine gülüyorsun' dedi. Ben de utanarak başımı önüme eğdim ve cevap vermedim. Oda da ablam ve annem de vardı. Ablam hemen yakadı beni. 'Sen aşık olmuşsun' dedi. Yine cevap vermeyince annem' son günlerde fark ediyordum ama emin değildim. Şimdi emin oldum kim bu kız?'diyerek beni sorguya aldılar sanki. Annemin uzun zamandır hayatıma birinin girmesi üzerine kurduğu bir sürü hayalleri var. Hemen heyecanlandı 'Kesinlikle tanışmamız lazım' dedi. O kadar mutlu oldu ki itiraz edemedim. Kalbini kıracak hiç birşey yaşanmayacak emin ol" dedi.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ailesiyle tanışırsam iş iyiden iyiye ciddiye binecekti. Bir yandan da beni hatırlayınca yüzü gülmüş mutlu olmuştu. Bu bence çok özel bir ayrıntıydı. Gitmeli miydim? Gitmezsem de Patron kırılacaktı ki bunu gerçekten çok istiyordu. Düşünmem gereken başka ayrıntılara aklım takıldı.
"Tamam, gidelim dedim varsayalım. Ne giymem gerekir? Ne konuşacağım ben onlarla? Dilinizi bile bilmiyorum ki. Nasıl anlaşacağız? Ayrıca aile yapınız hakkında da hiçbir fikrim yok yanlış birşey yaparsam" dedim. Koltukta tüm vücuduyla bana döndü. Gözlerime bakarken bir eliyle de saçlarımı düzeltti.
"Telaş yapmana gerek yok. Ben seni olduğun gibi sevdim. Ailemin yanında da yine sen ol. Farklı birşey yapmana gerek yok ki. Kıyafetlerinde aynen kalsın. Duruşun onları benim etkilendiğim gibi etkiler."dedi.
Beni nasılsam öyle seven bir adam. Farklılık ve gösteriş peşinde değil asla. Ailesinin yanına kaygısızca götürecekti beni. O kadar güvenmişti bana oysa ki hayatım hakkında hiç birşey bilmiyor sayılırdı. Ne memleketimi, ne ailemi .... Ne anlattıysam inandı, yalan olma ihtimalini düşünmemişti. Söylediklerimde yalan yoktu fakat eksik vardı.
Onun tek bildiği ve gördüğü AŞKtı. Aşkın dışında hiçbirşey onu ilgilendirmiyordu.
Ben de iki elimle yüzünü tuttum. Yüzü yeni traş olduğu belli şekilde yumuşacıktı.
"Tamam Patroncuğum. Peki nasıl muhabbet edeceğiz?"dedim. İki parmağıyla burnumu hafifçe sıkıp gülümseyerek
"Gelecek misin sen?"
"Belki..... Bilmiyorum"
"Babam İngilizce biliyor, ablam eğitiminden dolayı tamamen hakim dile, annem de idare edecek kadar bilir. Ben sana gerektiğinde yardımcı olurum"
"Yarın otele dönelim de karar veririm. Kesin gelirim demiyorum"dedim.
Gitsem veya gitmesem. Gitsem mi acaba? Neyse gitsem ne kaybederim ki? Sorularla dolmuştu aklım.
"Tamam gidelim" dedim.
Çok sevindi haliyle çünkü Patronum hevesle istiyordu tanıştırmayı. Ben de onun bu gülen yüzünü asmış olmamak için kabul etmiştim galiba. Kalkıp karşısındaki koltuğa geçtim. Onu izlemek istedim.
Gece olmuş kendimi yorgun hissediyordum. Kalkıp yüzümü yıkadım ve o arada bir ağrı kesici aldım. Patronun görmesini istemedim çünkü hemen telaş yapıyordu. Ağrıdan ziyade uyuyabilmek için aldım. Uyku konusunda pek problem yaşadığım söylenemezdi ama....
Odaya döndüğümde şömineye odun atıyordu.
"İyi misin?"dedi. Kötü mü görünüyordum acaba?
"Mutluyum" dedim. Geçip koltuğa oturdu ben de tam karşısına. Onu seyretmekten alı koyamıyordum kendimi. Bakışlarının gözlerime değmesi, bana böyle içten sevgiyle bakması, gülüşü, oturuşu, ses tonu, konuşurken yüzünde ki ifadeler, onun yanında kendimi bu kadar güvende ve huzurlu hissetmem en büyük HEDİYE benim için.
Gülümseyerek
"Ben de mutluydum, seni görünce mutluluktan ileri gittim"dedi. Cevapları her zaman farklıydı ve her defasında beni şaşırtıyordu. Zekası onu daha da etkileyici bir halde çekiyordu beni.
Karşısındaki koltukta otururken biraz uzandım ve kırlenti başımın altına aldım.
"Uyursam eğer beni kaçırmandan kormama gerek kalmadı artık. Kaçırdın zaten gizli ormanda ki sarayına"dedim.
Çok hoşuna gitmişti. Yüksek sesle kahkaha attı. Ben de onu böyle görünce sesli güldüm. Şöminenin üzerinde ki kitaplar dikkatimi çekti. Nasıl kitaplardı acaba? Okumayı seviyordu anlaşılan.
"Ne tür kitaplar okuyorsun?"dedim. Hemen kalkıp eline bir tane aldı.
"Hepsini okumadım, bazılarını okudum ama. Buraya çok sık gelemiyorum. En sevdiğim bu"
"Nasıl bir kitap o?"
"Şiir, bir kaç satırını okuyabilirim istersen"dedi. Uykum da gelmişti, gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum.
"Lütfen, dinlemek istiyorum" dedim.
Sayfaları karıştırdı. En sevdiği bölümü açmaya çalışıyordu galiba veya şu an hangisini okumak istiyorsa onu.
Koltuğa oturdu, dirsekleri dizlerinin üzerinde hafif öne doğru eğik kitap elindeydi.
"Başlıyorum,
Hoşgeldin
Ben hep gelmeni bekledim
Aşkım olacağını gözlerin bana söyleyecekti
Nerde, nasıl çıkacaktın karşıma
Beklediğim yar, şimdiye kadar nerelerdeydin
Kalbime huzur
Gönlüme umut
Geceme ay gibi doğacaktın
Sabırla bekledim seni
Ulaştım sana
Buldum aşkımın sahibini
Kalbimin eşini
Hoşgeldin, çok güzel geldin"
Okumaya devam ederken uyuya kalmıştım. Uyumama şaşırmamıştır eminim.