Bir an durup düşündüm. Ne yapmalıydım veya ne yapabilirdim? Yavaşça gitmek için kalkar gibi yaptım ve hızla Patronun odasına girip kapıyı kapattım. Sekreter de hızla arkamdan koşarak geldi ve kapıyı açıp girdi.
"Lütfen çıkın! Güvenliği çağırmak zorunda kalacağım" dedi. Onu hiç deinlemeden Patrona doğru yürüdüm ve
"Beni dinlemeniz lazım" dedim. Patron marur ve durumdan rahatsız olmuş umursamaz tavrıyla sekretere eliyle çık işareti yaptı. Bana çevirdi gözlerini. Yerinden hiç kıpırdamadı. Hakikaten Melek' in bahsettiği gibi siyah takım kıyafeti üzerinde ve tüm asaletiyle karşımdaydı. Çok yakışıklı bir o kadar da etkileyiciydi.
Yavaşça masasının önünde duran koltuğun ucuna ona dönük oturdum. Beni ciddiye almaz tavrıyla hiç birşey söylemeden bana bakıyordu. Tam ben ağzımı açacakken konuşmama izin vermedi ve
"Neyi görmeye geldin? Melek' in beni nasıl yıktığını görmek için geldiysen yanılıyorsun" dedi. Bunu içten değil aslında kahrından söylediğini tahmin ediyordum. Ona
"Lütfen beni sakince dinler misin? Sözümü de kesme çünkü tek seferde söyleye bilirim ancak" dedim. Tek kaşını kaldırdı ve kollarını göğsün de bağlayıp sırtını iyice geriye yasladı. Sinirlenmişti!
"Anlat hemen, tüm vaktimi seni dinleyerek geçiremem zaten" dedi. Rahatlamak için derin bir nefes aldım ve anlatmaya başladım.
"Ablam seni çok sevdi ilk söylemem gereken bu. Burda olmak ve senin olmaktan da gayet mutluydu"
"Bundan dolayı da çekip gitti"
"Hayır! Gerçek sebebini bilmiyorsun. Sebep tabi ki bu değil inan bana. Sadece sana herşeyi anlatamamış"
" Bana zaten birşey anlattı sayılmaz ki"
"Lütfen rica ediyorum beni sadece dinle. İleride pişman olacağın cümleler kurmanı istemiyorum. Üzgünüm ama o çok hastaydı" dedim. Şaşırmıştı ama hala tavrını korumaya çalışıyordu.
"Ne hastalığı?"
"Çok hastaydı ve bunun gayet farkındaydı. Sana haksızlık ettiğini düşündü. Seni öyle sevmiş öyle aşık olmuş ki ne gidebilmiş ne de açıklama yapabilmiş"
"Eee... Nerde şimdi? Hastane de mi?"
Bir yandan inanıp telaşlanıyor, diğer yandan da içinin acısından umursamaz görünmeye çalışıyordu. Ona
"Hayır! Hastane de değil maalesef. Hastalığını saklayabilmek için her türlü yolu denemiş. O ne düzeyde olduğunun farkındaydı. Yanında bayılınca ve ağrılarıyla baş edemeyince anlamış artık sona geldiğini. Seninle yaşadığı her anı yazmış. Sadece mutlu olduğu anları yazmış. Gerçekten burda ömrü boyunca olmadığı kadar mutlu olmuş. Sana aile olarak minnettarız" dedim. Ben konuşurken inanmaya başlamıştı sanki. Sıkıca bağladığı kollarını yavaşça çözüp ellerini masaya koydu ve geriye yasladığı sırtını öne doğru itti. Gerginlikle beni dinliyordu. Şaşırmıştı haliyle. Ben de anlatmaya devam ettim.
"Onun beynin de tümör vardı" dedim. Donup kalmıştı , tek bir ses çıkamadı ağzından
"Ameliyat veya tedavi imkanı yoktu. Çok araştırdık, şifa aradık. Kendisi de mesleğinden dolayı biliyordu herşeyi " dedim.
"Şimdi.... Nerde peki?" dedi. Korkmuştu. Aşkını merak etmiş, umursamaz tavrından eser kalmamıştı. Onu bu kadar seven adama nasıl söyleyebilirdim ki gerçeği? Islanmış gözlerimi ona diktim. Söylemek zorundaydım.
"Buraya sıkıntılarından uzaklaşmak için geldi ve seni buldu. Tedaviler de yanıtsız kalmıştı zaten. Senin yanında o zorlu süreçleri geçirmek istememiş sadece. Sen evlenme teklifi yapınca dönmek zorunda olduğunu hissetmiş. Senin için yapmış bunu. Senin aklında gülen gözleri kalsın istemiş. Eve dönüp de kapıdan içeri giremeden fenalaştı" dedim. Söylediklerim ona ağır gelmişti ki hemen ayağa kalktı.
"Sen ne söylediğinin farkında mısın?" dedi.
"Üzgünüm Naval, çok üzgünüm ama bunu da bilmeyi hak ediyorsun" dedim.
"Neyi? Melek nerde?"
"Burdan döndükten iki gün sonraydı. Kaybettik onu!" dedim ve ağlamaya başladım. Yüzü buz tutmuş bembeyaz halde bana bakıyordu. Hislerinin tercümesi yoktu emindim. Bir an doğrulup elini beline koydu. Diğer eliyle de yüzünü sıvazladı.
"Ne demek kaybettik? O benim Meleğim, Aşkım, Sevdiğim..... Kaybettik ne demek?" Bağırarak söylemişti son cümlesini. Göz yaşları içinde onu izliyordum.
Bir an da masanın üzerindeki tüm malzemelere eliyle hızla vurup odaya savurdu. Ağlamaya başladı.
"Olamaz!... Melek!...." diyerek haykırıyordu. O kadar sesli ağlıyordu ki dışarıda bekleyen sekreter içeri girdi. Peşinden de telaşla diğer çalışanlar. Patron önce sandalyesine tekme attı sonra da duvara yumruk atıp kafasını duvara yasladı. Acısı ona fazlasıyla ağırdı. Yere yığıldı! Ben de onun bu haline daha fazla dayanamayıp hemen yanına geçip sıkıca sarıldım. Başını zor da olsa kollarımın arasına aldım.
"Bırak beni... Melek nerde?.... Melek! Melek! Melek! " diyerek bağırmaya devam etti. Sesi yankılanıyordu işyerinin tüm koridorlarında. Çalışanlardan bazılarının da duruma dayanamayıp ağladığını gördüm. Hemen su getirmelerini istedim. İçlerinden biri koşarak bir şişe su getirdi. Hala sarıldığım ve bağırarak ağlayan Patronun yüzünü yıkadım.
Sakinleştirmek adına ona
"Tamam anlıyorum seni , hem de en iyi şekil de. Seni ona götüreceğim söz. Hadi biraz su iç " dedim ama onun için hiçbir anlamı yoktu söylediklerimin. Ben de nasıl konuşmam gerektiğini şaşırmış haldeydim. Beni duymuyordu. İçinde kaybettiği aşkın acısından başka birşey yoktu. Aradan tahmini bir saat geçmişti ve hala sakinleşmemişti. Dönüp çalışanlara baktım ve
"Şoför gelip bizi alsın hemen" dedim. Aklımdan onu alıp evine götürmek geçti. Ailesi ona destek olup sakinleştire bilirlerdi.
Şoför geldi ve ikimiz de kollarından tutarak Patronu aşağı indirdik. Dışarı çıkınca kapıda duran beyaz arabaya gözü takıldı. Arabanın ön kapısının yanında diz çöktü.
"Meleğim, ben bu arabayla seni nikahımıza götürmeyi hayal ederken geldiğimiz duruma bak" dedi. Sessizce Patron ben ve bizi bekleyen şoför ağlıyorduk. Şoför Patronun koluna girip yavaşça arabaya bindirdi. Ben de yanına oturdum ve şoföre
"Bizi Naval Bey in evine götürür müsün?" dedim. Şoför
"Tabi efendim ama inanamıyorum! O kadar iyi ve sevgi dolu bir hanımefendiydi ki"
Herkes sevmişti Melek' i.