5.Bölüm ∞
Odada Dilşah'ın ağabeyleri, kuzeni Macit ve annesiyle karşılıklı oturduğumuzda artık tüm bunlardan bunaldığımı hissettim. Tüm sorun neyse çözüp gidebilir miydik artık!? Babama kaş-göz işaretlerimle bunu anlatmaya çalıştığımda uyarırcasına öksürüp beni susturmuştu. Acaba işim olduğunu söyleyip kalkıp gitse miydim?
İşin kötüsü hala az önce yaşanan tuhaf olayın şaşkınlığına yaşıyordum. Dilşah'ın gerçekten hiçbir şeyden haberi yok muydu? Yani Macit denen ve şu an tam karşısında oturan yakışıklı adamla evleneceğinden haberi yok muydu? Evet, ister istemez amcaoğlu olacak bu alçak adamın bir nebze de olsun yakışıklı olduğunu fark etmiştim. Ve bu tespitim daha çok moralimi bozsa da anlamsız nedenler yüzünden kendimi hırpalamayı bıraktım. Buraya Dilşah'ın evliliğini düşünmek için gelmemiştim, gelmemiştik.
Fakat görülen o ki babam bununla bizzat ilgilenecekti.
"Başınız sağ olsun Nuray Hanım" dedi babam karşısında gözü yaşlı kadına bakarak. Geleneksel Türk hanımlarına benziyordu. Yani tamamen annemle farklı kutuplardaydılar. Hafif balıketli ve kapalı bir bayan olmasına rağmen iyi bir kadına benziyordu Dilşah'ın annesi. Ya da Sami Bey'in karısı, her neyse işte.
"Dostlar sağ olsun efendim. Hayat arkadaşımı kaybettim, Allah kimsenin başına vermesin" dediğinde tekrar ağlamaya başlamıştı. İşin kötü yanı odadaki herkes de bu durumdan etkileniyordu. Ağabeyler başlarını üzüntüyle eğerken Dilşah bayan olmasının verdiği avantajla özgürce ağlayabiliyordu. Aslında 'erkek adam ağlamaz' sözüne katılan ve bundan bir an bile çekinmeyen bir insandım. Evet, biraz geri kafalıydım ama öncelik kırılgan ve -biraz da olsa- savunmasız kadınlarınken bir erkeğin oturup ağlaması nerede görülmüştü? Görülmemeliydi.
Yarım saat boyunca ağlanmalar, dertli iç çekişler ve rahmetlinin anıları hakkında ufak bir ortam yaratılırken bu süreçte artık havada kararmaya, güneş yerini aya bırakmaya başlamıştı. Sadece 1 günlük planladığım taziye işi görünen o ki 2 gün olarak belirlenmişti. Zira gece yolculuk yapacak dermanım yoktu.
Babam ile ayaklandığımızda Nuray Hanım, ellerini oğluymuşum gibi benim ellerimin üzerine koyup yaşlı gözleriyle tebessüm etti. Gözleri tıpkı Dilşah ve Demir gibiydi. Yüzündeki kırışıklıklar fazla olmasa da ne kadar çektiğini, neler çektiğini gösterircesine dalgalanıyordu. Bu haliyle öylesine... savunmasızdı ki şüphesiz Sami Bey'in vefat etmesine üzülen nadir insanlardan biriydi. Kolay mı 5 çocuğunun babası ölmüştü.
"Yarın da mutlaka beklerim. Bugün böyle olmadı" diyen kadına hafif burukça tebessüm etti.
"Benim yarın dönmem gerekiyor" dedim ve gözümün ucuyla sarı saçlı, -çocuk- Dilşah'a baktım ardından hemen gözlerimi kaçırdım. Bunu neden kızdan bir tepki bekliyormuşçasına söylemiştim ki? "İstanbul'a" diye ekledim son saniyede.
O sırada Dilşah'la 2-3 saniyelik bir bakışma geçti aramızdan ikimizde aynı anda gözlerimizi kaçırdık. Resmen toy bir ergen gibi davrandığımı biliyordum ama bu kıza karşıda hiç olmayacak duygular hissetmeye başlıyordum. Muhtemelen şu ana kadar ki ilişkilerimde göremediğim masum kızları, sadece bu kızda görebiliyordum. Şuan öylesine çaresiz, boynu bükük duruyordu ki ona acımalı mıydım?
Aslında hiçte acılanılası bir insan değildi. Aksine dimdik tuttuğu başı onun ne kadar cesaretli, dirayetli ve sabırlı olduğunu gösteriyordu. Hisselerin yarısı Dilşah'a devredildiğine göre artık ne olacaktı? Abileri kızın kesinlikle İstanbul'a gelmeyeceğini söylerken, Dilşah burada oturup şu an yanında dikilmekte olan amcaoğlu Macit'le mi evlenecekti? 19 yaşındaki bir kızı zorla evlendirmek ne kadar doğruydu!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sev Yeter (2)
RomanceDilşah ve Akın'ın hikayesidir. 2014* (Başka Bir Lise Hikayesi ve Kıroman hikayelerinin ikinci serisidir)