22.Bölüm ∞
Ertesi gün uyandığımızda Akın kimseye görünmeden odadan ayrılırken, ikimizde dün gecenin bahsini açmamıştık. Açıklama veya birbirimize bir şeyler söyleme zahmetine bile girmemiştik. Sanki zaten olması gereken buymuş gibi davranmış uyandıktan sonra Akın'a sadece sade bir 'teşekkür' etmiştim. O da beni anlayışla karşıladı ve daha fazla sorgulamadı, belki de sadece şimdilik bu ısrarını es geçmişti.
Kahvaltı masasına oturduğumuz zaman bugün ağabeyim, Simar ve Macit abinin gidecek olmasından dolayı üzgün fakat biraz da mutluydum. Çünkü artık karar verme aşamamı geçmiş ve mesajı yollayan kişinin bir şeyler bildiğini kabullenmeye başlamıştım. Bu nedenle çabalayacaktım. Nereden başlamam gerektiğini bilmesem de öncelik olarak Akın'ı düşünüyordum.
Akın babamın yakınında olan sayılı insanlardan biriydi. Babam çok sevilen biriydi fakat 'dost' dediği kişilerde oldukça azdı. Bu nedenle aşık olduğum adamın bu konuda yardımcı olabilmesini umuyor ve varsa babamdan haz etmeyen iş adamlarının, çalışanların isimlerini istiyordum.
Sürem belliydi, 2 hafta!
2 hafta sonra her şey bitecek ve ben memleketime dönecektim. Orada da daha fazla bu olayı kurcalayamazdım çünkü gerçekte belki de aslı bile olmayan bir varsayım üzerinde hareket ediyordum. Diyarbakır'a döndükten sonra ise bu varsayımlarım dinmek zorunda kalacaktı, orada rahatça araştırma yapamaz, babamın düşmanlarını öğrenemezdim.
Kahvaltıda yoğun bir neşe vardı ve ben bu neşe içerisinde sanki boğuluyordum. Babamın katili -tabii gerçekte varsa- dışarıda elini kolunu sallayarak dolaşırken ve bu gerçekliği sadece benim bilmem istenirken sürekli düşünceler içerisindeydim. Allah'tan dün akşam Akın'ın kollarında uyumuştum zira gün boyu uykusuzluktan beynim akabilirdi.
"Sen neden bir şeyler yemiyorsun Dilşah?" diyen Akın'ın annesi Yelda Hanım bana bakınca bir an gerçekten de dalgınlıkla boş tabağıma baktığımı fark ettim. İşin ilginci yoğun iş temposu olması nedeniyle aramızda pek de bulunmayan Yelda Hanım beni fark etmiş ve dikkatleri bana yöneltmişti.
Zayıfça gülümseyip çatalımı elime aldım ve birkaç domatesi tabağıma alıp "Dalmışım" diyebildim yalnızca. Herkes anlayışla kafasına sallarken Demir ağabeyim bana takılmadan edememişti.
"Yoksa ben gidiyorum diye mi üzülüyorsun kız? Üzülme abisi yakında seni bıktırana kadar yanında olacağım" deyip muzipçe göz kırptığında bu sefer içtenlikle gülümsememe mani olamadım. Evet Demir ağabeyim beni her zaman güldüren ve benimle uğraşmaktan bıkıp usanmayan tek ağabeyimdi.
Diğer ağabeylerim çok kötü olmasalarda küçüklükten kalan bir sınır vardı onlarla aramda. Ama Demir ağabeyimle aramızdaki yaş farkı 4'tü. Çoğu zaman kızgınlıktan ona 'Demir' dediğimde beni sırtına atar ve popomu pataklardı. Ne güzel günlerdi. Tabii sonradan büyümüş ve annemin istediği gibi bir kız olmaya çalışmıştım.
Gereksiz gülmek yok, oturup kalkamaya dikkat edilecek, erkeklerle fazla samimiyet kurulmayacak... Yaşımın verdiği olgunlukla bunları bir nebze olsun anlayabilirdim ama küçük ağabeyimle arama girecek hiçbir engele de müsaade etmezdim. Etmemiştim de zaten. Sülalemizin tek bekar ve aynı zamanda en hırçın kızı olarak bilinen ben, karşımda bana merak ve ilgiyle bakan şu ela gözlere aşık olmuştum.
Üstelik o benim üzerimde erkekliğini bile kullanmadan, sadece bana kol kanat geren bir ağabey olarak karşıma çıktığında. Ama ben yüreğime söz geçirememiş ve beni 'küçük kız çocuğu' olarak gören bu adama daha önce hiçbir erkeğe olamayacak kadar tutulmuş, yakışıklılığı karşısında resmen aklımı yitirmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sev Yeter (2)
Roman d'amourDilşah ve Akın'ın hikayesidir. 2014* (Başka Bir Lise Hikayesi ve Kıroman hikayelerinin ikinci serisidir)