Medya: Sema ( Marie Avgeropoulos )Bulut'un ağzından;
Sema kaybolduğundan beri 36 saat geçmişti. Bakabileceğimiz bütün yerlere bakmıştık. Kuzey'le Yusuf arabanın plakasını araştırmış ve çalıntı olduğu ortaya çıkmıştı. Hala gidebilecekleri güzargahlar üzerine kamera kayıtlarını inceliyorlardı. Henüz hiç bir şey bulamamalarına rağmen aramalarına umutla devam ediyorlardı. Nedendir bilinmez benim Sema'ya karşı hislerim olduğunu düşünüyorlardı. Elisa'da telefon başında beklemekten perişan olmuştu. "Belki ararlar" diyerek kendini avutuyordu. Birçok kez konuşmamıza rağmen Elisa'nın da neden kaçırılabieceği ile ilgili bir fikri yoktu.
★★★
Genelde kaçırılma vakalarında ilk 48 saat çok önemlidir. 48 saat olmasına az bir zaman kalmıştı. Bedenlerimiz yorgun, umutlarımız tükenmek üzereydi. Ormanlık alana bakan ekipler sanki ceset arar gibiydiler. Her ne kadar ihtimal vermek istemesekte bu ihtimalde vardı. "İnşallah yaşıyordur" deyip iç çekerken yanlız olduğuma sevindim yoksa gerçekten aşık olduğumu düşüneceklerdi. Elimin kolumun bağlı olmasından nefret ediyordum. Beklemek hiç bana göre değildi zaten.
Sema'nın ağzından;
İnsanın hayatı film şeridi gibi geçmiyor gözünün önünden sadece film icabı sanırdım hep ve gülerdim o tarz sahnelerde. "Adam ölüyor düşündüğü şeye bak" yada "şimdi öpüşmenin zamanı mı ambulansı arasana aptal" deyip filme söylenirdim sanki beni duyacaklarmış gibi.. Aklıma babamın bizi iyi eğlenceler diyerek uğurladığı sahne gelene kadar...
Ne hayaller kurmuştum oysaki.. çok eğlenicek, yeni birileriyle tanışıcak, azcık güneşlenip yanıcak ve okula döndüğümde esmerlesen tenimle hava atacaktım. Kendi kendime gülüyorum şuanda "ne umduk ne bulduk" . Kaç saattir burdayım, kaç gün daha işkence görücem, sonum ne olcak diye düşünceler aklıma gelmeye başladı yine. Başım çatlıyordu, acı çekiyordum bide bu acılarım yetmezmiş gibi görüntüler görmeye devam ediyordum. Karmançorman olan hayatımda zaten bir tek bu eksikti..
***
Kırık dökük bir pencere, karşı manzarası eski bir dönmedolap, yıpranmış yüksek bir bina ve o yıkık dökük odada sarı saçlı küçük bir kız.
***
Sık ağaçların olduğu bir ormanda kocaman bir kayanın dibinde yarısı toprağın içine batmış, yarısıda yağmur suları ile açılmış bir erkek cesedini didikleyen birkaç karga...***
Deniz kenarında kıyıda yatan bir kadın,. ona bakan şapkalı orta yaşlı bir adam...Ne anlama geldiğini yada bilinçaltımın gösterdiği hayallermi emin değilim.
"Bu kadar beklemek yeter, düşünüp konuşmaya karar verdin mi bakalım cici kız" diyen Mira sayesinde düşünceler denizimde boğulmaktan kurtuldum ama sinirli bakışlar atmaktanda geri kalamadım. Ellerim bağlı olmasaydı tokat, yumruk felan atar yada mahalle karıları gibi saçlarına yapışırdım. "Size söyleyecek birşeyim yok çünkü bildiğim birşey yok. Doktorlar bana bişi vermedi lütfen bırak gideyim artık" dedim yalvarırcasına bitip tükenen bedenim ve az çıkan sesimin onu etkilemesini bekleyerek. Sabır çeker gibi oflayıp yan odaya gitmişti yine. Canım çok yanıyordu. Neler yapabilirim, nasıl kurtulabilirim diye düşünmeye çalışıyordum. Mira'nın o odaya her girip çıkışı bana farklı işkenceleri o odada düşünüp bulduğunun kanıtı gibiydi. Geri dönüp tekrar bir yerimi kesmesine dayanamazdım. Bu acı bile sağlıklı düşünmemi engelliyordu. Bi yenisini kaldıramazdım.
Mira diğer odadan " ben yemeğe gidiyorum kıza gözkulak olun" deyipte dış kapı oldugunu düşündüğüm tahta kapıdan çıkıp gözden kaybolunca azda olsa rahatlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖRÜNTÜ
Science FictionÇok sıradan giden hayatım kafama aldığım darbe ile sıradanlığını kaybetmiş bulunuyor.. Görüntüler görüyorum... Baş ağrılarımla gelen görüntüler... Neden ve niçin sorularını henüz cevaplayamasamda elbet birgün cevabımı ve de nedenini bulacağım!