Elimden sızan kanla birinin gelip dikiş atmasını beklerken hayatımı yoldan çevirdiğim birinin eline verip ona iyi bakmasını söylemiş gibi bir rahatlık vardı üzerimde. Evden aceleyle çıktığımız için üstünde katlanmış tişörtüyle dar odada aletlere değmemeye çalışarak volta atan Sehun benden daha endişeliydi. Sanki elimi kaybetmişim gibi söylenip duruyordu ve ben beyaz tişörtümün üstündekiler kan değil de sos lekesiymiş gibi dinliyordum onu. Birkaç bardak kırılıp elime saplandıysa ne olmuştu sanki? Böyle giderse erken yaşlanacaktı.
Sonunda içeri beyaz önlüğü ve parlak gülümsemesiyle kumral bir kadın girdiğinde önce elimin içinde kalan cam parçalarını temizlemiş ardından baş parmağımdan bileğime uzanan dört dikiş atmıştı. "Geçmiş olsun." dedikten sonra odadan çıktığında sapsarı olmuş yüzüyle Sehun, yanımdaki boşluğa oturdu. Ayakta durduğu süre boyunca da sanki kendi eliymiş gibi garip sesler çıkarıp durmuştu. Sağlam elimle kolundan tutup dışarı çıkarırken arabayı bile kullanamayacak durumdaydı.
Tanrım, eline koca bir bardak giren ve canlı canlı dikilen benken Sehun'a da ben bakıcılık ediyordum. Kendine gelene kadar üstümüzdeki kılığa aldırmadan pastacının birine girdik. Tabi o kadar kan kaybettikten sonra canım tatlı çekiyordu.
Beni bir kutu Sprite ve koca bir dilim çikolatalı pasta kadar mutlu edebilecek bir şey daha olabilir miydi? Aslında Kyungsoo vardı ama onu yiyemiyordum, en azından şimdilik.
Sehun midesinin kötü olduğunu söyleyerek kahve içerken yargılayıcı bakışlarıyla önümdeki pastaya saldırışımı izliyordu. Her türlü sosyal medyaya girip aynı salona giden herkesin hesabına bakmış ama öve öve bitiremediği adamı bulamamıştı. Ona oldukça etkileyici bir çözüm sundum. "Git ve ismini sor." Bana teşekkür edeceği yerde ağzıma koca bir lokma pasta atmama yüzünü buruşturup söylendi.
"Hayır, hamilesin diyeceğim de 4 yıldır Kyungsoo dışında kimse açamıyor ki şeker kavanozunu." Ağzımdakini yuttuktan sonra içeceğimden bir yudum alıp mırıldandım. "O da açmıyor ama konumuz bu değil."
Eve geldiğimizde neredeyse akşam olmuştu ve birkaç saat sonra Kris'in yanına gideceğimizi hatırlayınca iç çektim. Üstümdeki kanlı tişört ve eşofmandan kurtulup giyinirken balkon kapısından içeriye giren kediye gülümsedim. Arka sağ ayağı yoktu, bu yüzden ilk katta olan dairemizin balkonundan ayrılmaz ve içeri girmeye çekinmezdi.
Hazırlanıp saçını kurutan Sehun'u beklerken masadaki sabahtan kalan bisküvileri kedi ile paylaşıyorduk. Yanıma geldiğinde bir süre sandalyede duran kediyle oynadı ve ona uzattığım bisküviyi yutup konuştu. "Gitmenin iyi bir fikir olduğuna emin misin?" Sehun fazla evhamlı biriydi, benim yerimde olsa ölüm döşeğindeymiş gibi yatacağını biliyordum.
"Bir şey olmaz. Ayrıca Kyungsoo'yu orada yalnız bırakır mıyım sanıyorsun?" Arabanın anahtarını eline tutuşturup önümden iteklerken dikişlerim patlarsa beni hastahaneye yetiştiremeyeceği ve kan kaybından öleceğim ile ilgili birkaç senaryo yazmıştı bile.
Tanıdık kapıdan içeri girdiğimizde merdivenlerden aşağı inip çoktan dolmuş olan mekanla karşılaşmıştık. Kris'le konuşan Baekhyun ve Chanyeol'u gördüğümüzde yanlarına gittik. Sehun gündüz olanları birkaç dikişe değil de açık kalp ameliyatına şahit olmuş gibi anlatırken ChanBaek şefkat çemberine alınmıştım. Chanyeol sırtımı sıvazlarken Baekhyun yapmak için o kadar uğraştığım saçlarımı okşuyor, güzel sözler söylüyordu. Kyungsoo'nun en başından beri arkamızda olduğunu fark ettiğimde grup sarılmasının içinden sıyrılıp yanındaki uzun tabureye oturdum.
"Acıyor mu?" Bandajlı duran elimi nazikçe tutup kucağına çektiğinde kaşları çatılmıştı. Sağ elinin baş parmağını beyaz, geniş bandajın kenarında gezdirirken kendini sevdirmek isteyen bir kedi gibi hissediyordum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
more than friends/dokai
Fanfiction"Evet." dedi yüzü anlam veremediğim bir ifadeyle kasılırken. Dudaklarımızı tekrar birleştirmeden önce devam etti. "sadece arkadaşız, belki biraz fazlası."