Sonbahar mevsiminin bana bir mucize getirdiğini mi yoksa lanetim olduğunu mu sorsanız, bilmiyorum derim. Kyungsoo ile sonbaharda tanıştık, yine hava serindi ve yine her an yağmur bastıracak korkusuyla şemsiyesiz çıkamıyordunuz.Ve şimdi de yine sonbaharda nereden çıktığını bile bilmediğim bir tartışmanın içindeydik. Aslında ilk başta konuştuğumuz tek şey basketbol maçıydı, sonrasında konu sapmış ve zaten haftalar öncesinden kalan öfkem ortaya çıkmıştı.
Hava soğuktu ve biz aptal gibi balkonda, önümüzdeki çoktan içilmeyecek kadar soğumuş kahvelerle oturuyorduk. Temelinde bize dayanan konuşmam -konuşma denemeyecek kadar agresifti tavırlarım.- boyunca sustu ve ben söylediklerimi dinlemiyor olduğunu düşünmeye başlamıştım ki elindeki sigarayı söndürüp şunları söyledi; "Eğer sana bu kadar acı çektiriyorsam kalmanı istemek bencillik olur."
Üstümde sadece tişörtüm vardı ve içime kadar işleyen soğuktan titrerken dişlerim birbirine çarpıyordu. Yani söylediği cümleyi anlayacak kadar derin düşünecek bir pozisyonda değildim ama kararı yine bana bıraktığı belliydi.
Kusturacak kadar klişe bir sahne yaşasak bile işime gelirdi şu an. Ben bu soğukta deli gibi titrerken bir de gurur yapıp gitmeye yeltenirdim, o da kolumdan tutup maçoca bir cümle söylerdi. Eğer böyle olsaydı bu olayı torunlarımıza dünyanın en romantik hikayesiymiş gibi anlatabilirdim ama onun yerine gözümü alan sokak lambasıyla bakışmaya devam ettim.
"Bu konularda kararlarıma güvenilmeyeceğini biliyorsun." Soğuk olduğunu bildiğim halde parmaklarımı ısıtır umuduyla tuttuğum kahve kupası benim elimden de soğuktu. Hayal kırıklığıyla aldığım yere geri bıraktım.
Omuzlarımda hissetiğim baskıyla bakışlarımı tekrar güzel yüze diktim. İnce ceketi artık benim üzerimdeydi ve bir an için bile olsa etrafım kokusuyla çevrelendi. Evimin yolunu bile unutmuşken karşımdaki herif bana hayatımın kararını verdirmeye çalışıyordu bir de.
Artık kemirmekten kanattığım alt dudağım hala dişlerimin arasındayken soğuktan acımaya başlayan gözlerimi kırpıştırdım. Üzerimdeki siyah kapüşonluya iyice sarıldığımda baş parmağı elmacık kemiğim boyunca gezdi ve zaten yakın olan yüzlerimizi daha da yaklaştırdı.
"Biliyorum ve.." yanağımdaki el çeneme kadar inip ısırdığım dudağımı serbest bırakmama neden olduğunda devam etti, "kendimi bencillik yapmaktan alıkoyamıyorum."
Hala çenemi okşayan parmak tüm sinir sistemlerimi alt üst etmiş gibi konuşamamıştım. İçeriden gelen zil sesiyle derin bir nefes verip içeri girdi ve ekrana birkaç saniye baktıktan sonra sessize aldığı telefonu yerine geri bıraktı. Her zamanki gibiydi, söylediği son cümle sandığım kadar büyük bir şey ifade ediyor olamazdı.
Daha fazla soğukta oturmak istemediğim için arkasından içeri girdim. Balkona çıkarken ışıkları kapattığından içerisi karanlıktı. Koridorun ışığını açmak için uzandığımda aniden elimi yakaladı ve karnımın üzerinde birleştirdi. Beklemediğim hareketiyle bir şaşkınlık nidası çıkardığımda çenesini omzuma dayadı ve belimdeki tutuşunu sıkılaştırdı.
"Hiçbir zaman ne yapacağını kestiremiyorum." Kendi kendime söylenir gibi mırıldandığımda omzumdaki çenesini çekti ve ona dönmem için avucunun içindeki elimi kullanıp duvara yaslanmama neden oldu.
Dışarıdan gelen ışıkta bile gözlerine bakınca yutkunmamı engelleyemedim. Ne düşündüğünü anlayamıyordunuz ama o içinizi okuyabiliyormuş gibi paniğe sürüklüyordu sizi. Zaten duvara yaslanmış bedenimi iyice sıkıştırdığında kesik bir nefes bıraktım. "Şimdi de mi kestiremiyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
more than friends/dokai
Fanfic"Evet." dedi yüzü anlam veremediğim bir ifadeyle kasılırken. Dudaklarımızı tekrar birleştirmeden önce devam etti. "sadece arkadaşız, belki biraz fazlası."