#Wattys2018longlist
05/01/2018 Bilim kurgu #1
Dünya tamamen değişmişti.
Savaşlar, kaos, atom bombaları insan soyunu neredeyse tüketmiş ve dünyayı yüzyıllar öncesine kadar geriletmişti. Bu yüzden dünya savaşmak yerine barışıp soylarını korumaya ka...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Merhaba. Tatlı prensimizi okumaya hazır mısınız?
UZUN ZAMAN ÖNCE
Bir prens nasıl olmalı?
Yakışıklı?
Kibar?
Bilge?
Alex, bu özelliklerin hepsine sahipti. Kusursuz bir yüzü, buğday tenine ters düşen büyüleyici koyu yeşil gözleri, güneşin dokunmaya kıyamadığı hafif uzun dalgalı saçları ve mükemmel bir vücudu vardı. Kısacası yakışıklıydı ve etrafındaki tüm kadınlar ona büyük bir ilgi duyuyordu ama o, bu ilgiden delicesine nefret ediyor, unvanına ve dış görünüşüne göre yargılanmak midesini bulandırıyordu. Her zaman böyle değildi, toy olduğu zamanlar herkesin aynı olmadığını, bazılarının unvanı yerine kalbine bakacağını düşünmüştü ama tüm bu düşünceleri boşunaydı. Kime güvense hep yarı yolda bırakılmıştı.
Artık güvenecek kimse yoktu.
Herkes yalancı ve sahtekardı.
Prens olmak insanların bakış açısını değiştiriyor, ona daha farklı bir gözle bakmalarına neden oluyordu. Hepsi akbaba gibiydi, kendisinden bir parça koparmak için etrafında dolaşıyor, almak istediklerini alana dek de peşini bırakmıyordu. Alayla gülümsedi Alex, prens olmaktan hep nefret etmişti. Özellikle babası etraftayken daha da nefret ediyordu. Onunla aynı yerde yaşamak, kurallarına ayak uydurmak ve her dediği şeyi yapmak onu zorluyordu, özellikle babası ondan nefret ederken. Bu nefreti çoktan kabullenmişti, sonuçta her şeyin suçlusu kendisiydi.
Yine de gün geçtikçe onunla aynı sarayda kalmak güçleşiyordu, sanırım babası için de öyle olmalıydı. Yoksa neden onu saraydan kovup Ava kalesine göndermek istesin ki? Alex, gittiği için mutluydu. Buradan uzaklaşıp kendi küçük dünyasını kurmak çok cazip geliyordu ona. Yine de babası her zaman ensesinde olacak, her yaptığı işe karışacaktı. Buna engel olmalıydı, onun boyunduruğundan kurtulmalıydı ve Ava kalesine gider gitmez yapacağı ilk şey de buydu.
Alex sonunda oturduğu ahşap masadan ağır hareketlerle kalkıp elindeki yıllanmış parşömen kâğıtlarını güzelce katladı ve nazikçe yanından hiç ayırmadığı kara kaplı defterin arasına koydu. Bu parşömen kâğıtları babasının ona yönlendirdiği onca nefrete rağmen yaşama tutunmasını, az da olsa mutlu hissetmesini sağlıyordu. Elini boynundaki zincire götürüp, aşınmış ve üzerinde küçük, değersiz bir taş bulunan gümüş yüzüğe sevgiyle dokundu. Parşömenler ve bu yüzük annesinden ona kalan tek şeydi. Onu ne zaman özlese ya da ne zaman mutsuz hissetse onlara dokunuyor, gerçek mutluluğu bu iki şeyde buluyordu.
Alex, gözlerini kapatıp duygularına hakim olmaya çalıştı. Bu sırada, biraz sonraki karşılaşma için güç almak istercesine yüzüğü avucunun için alıp sıktı. Parmak boğumları kızarana kadar da sıkmaya devam etti. Yine de pek başarılı olduğu söylenemezdi. Aklı önce geçmişe, sonra da şimdiye kayarken soluksuz kaldı.