Evden kaçtım... Yine.
Annem bu sefer beni kesin öldürecek hele hele geleli daha üç gün olmuşken. Yeniden ortalıklardan kaybolmak pek akıl işi değildi sanırım ama sorsaydım izin vermezdi, neden diye sorgulardı ve ona Alex'e körkütük aşık olduğumu, en kötüsü de Kralın onca tehditlerine rağmen aptal gibi yine ona karşı ayaklandığımı söylemeye cesaret edemiyordum. Söyleseydim Alex evlenene dek beni bodruma kitlerdi.
Yapmaya kalkıştığım şey ne kadar mantıklıydı peki?
Bu soruma hiçbir zaman cevap bulamayacaktım, sonuçta en son ne zaman mantıklı bir işe kalkışmıştım hatırlamıyordum. Nefesimi kontrol ederek muhtemelen sonumu getirecek karmaşaya doğru yavaşça süzüldüm. Evden çıkalı on dakika olmuştu ve neredeyse varmak üzereydim... Çok az kalmıştı.
Birkaç dakika sonra büyük ve buraya göre fazlasıyla gösterişli heykel görüş alanıma girdi. Bu Alex'in dedesinin, elinde gümüş renk saatle ayakta durup, gökyüzüne baktığı bir heykeliydi.Saatin devasa zincirleri yere değiyordu. Çocukken buraya gelip nereye baktığını anlamaya çalışırdım, hatta Mila ile buraya gelip heykelle konuşurduk. O zamanlar zamanımın tümünü geçirdiğim heykelin, deli gibi seveceğim adamın dedesi olacağını bilseydim ayaklarının dibine çöp atıp kaçan çocuklara asla izin vermezdim. Ellerimin titremesine aldırış etmeden hızla heykelin yanına gidip etrafta birileri var mı diye baktım. Kimse yoktu, buna Elena da dahildi. Kafamı yukarı, heykelin tuttuğu saate çevirdim. Tam dokuzdu. Neden geç kalmıştı?
Hissettiğim yoğun duygular bedenimi ele geçirip, rüzgarda sağa sola savrulan yaprak gibi beni sallıyor, ayakta durmama engel oluyordu. Biraz çabayla heykelin basamaklarına yavaşça oturdum. Beynimde çalan alarm zilleri bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, yanlış mı yapıyordum?
Ellerimi saçlarıma götürüp hafifçe sıkıp bıraktım. Mavi kubbelere geri dönmek fazlasıyla korkutuyordu beni. Ayrıca gün yüzüne yeniden çıkacak olan acılarda cabası. Kafamı kaldırıp geceyi oldukça aydınlatan Aya diktim gözlerimi. Tıpkı bir ışık küresi gibiydi ve nedensizce bu görüntü Alex'i hatırlatmıştı bana. Tanrı yardımcım olsun annemin yaptığı ıspanakta bile onu görüyordum, sanırım kafayı yemiştim.
''Ay ile hüzünlü bakışmanızı bölüyorum ama gitmeliyiz''
Karanlığın içinden gelen sesle birden irkildim ama bu Elena'ydı, sesinden anlamıştım. Hızla ayağa kalkıp ''Geç kaldın'' dedim iğnelercesine. Sokak lambasının altına gelip omuz silkti ve '' Alt tarafı bir dakika '' dedi ardından etrafa bakıp ''Gidelim'' diye komut verdi. Uzatmak istemediğim için ağzımı sıkı sıkı kapattım, en son istediğim şey şu saatte birilerine yakalanmaktı.
Hızla sıra sıra dizilmiş evleri geçtik, Ava'da akşam sekizden sonra hayat duruyor gibiydi.Kimse bu saatlerde dışarı çıkmıyor, evinde oturmayı tercih ediyordu. Tabii onlardan biride bendim, şuan yatağımda olmayı çok isterdim. İçimde ki pişmanlık kıpırtılarını görmezden gelip önden giden Elena'nın yanına gittim ve ''Plan nedir?'' diye sordum. Bana bakmadan '' Oraya gir, kitabı al ve çık'' diye cevap verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ KUBBELER : Yalnız Prens ( -TAMAMLANDI- )
Science Fiction#Wattys2018longlist 05/01/2018 Bilim kurgu #1 Dünya tamamen değişmişti. Savaşlar, kaos, atom bombaları insan soyunu neredeyse tüketmiş ve dünyayı yüzyıllar öncesine kadar geriletmişti. Bu yüzden dünya savaşmak yerine barışıp soylarını korumaya ka...