#Wattys2018longlist
05/01/2018 Bilim kurgu #1
Dünya tamamen değişmişti.
Savaşlar, kaos, atom bombaları insan soyunu neredeyse tüketmiş ve dünyayı yüzyıllar öncesine kadar geriletmişti. Bu yüzden dünya savaşmak yerine barışıp soylarını korumaya ka...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
İyi gidiyordum... Sanki acı çekmiyormuş gibi davranıp eve gelen insanlara gülümsüyor ve getirdikleri hediyeleri ne kadar çok beğendiğimi söylüyordum ama birkaç gün sonra oyun oynamaktan bıkmaya başlamıştım. Yüzüme sahte gülücükler yerleştirmek sanki acımı daha da artırıyordu. Neden beni rahat bırakmıyorlardı?
Biraz sonra eve doluşacak insanlardan korunmaya çalışır gibi yorganımı kafama kadar çektim. Kimseyi görmeye tahammül edemiyordum. Her gelen Prenslerini kurtardığım için minnet dolu sözcükler sarf ederken onu nasıl aklımdan çıkarabilirdim? Çıkaramıyordum, her saniye daha da çok kalbime yerleşiyordu.
Derin bir nefes aldım. Birkaç gün önce her nefes alışımda onun kokusu dolardı genzime, şimdi ise annemin lavanta sabunuyla yıkadığı çarşafın yoğun kokusunu alıyordum. Sinirle yataktan çıktım. Aklımı kaçırmama çeyrek kalmıştı. Pencerenin kenarına gittim ve çoktan doğmuş olan güneşin yüzümü ısıtmasına izin verdim. Güneş gözümü alıyordu ama pek umursamadım. Sinirden gerilmiş vücudumu sakinleştiriyordu. Pencerem ön kapıyı görebileceğim bir yerdeydi ve şuan bile ellerinde birtakım hediyeler bulunan insanlar dibimizde bitmişti. Göz devirdim ve yatağımın yanında yer alan çalışma masama oturdum.
Buraya geldiğim ilk gün içimdeki sıkıntı öyle büyümüştü ki birilerine bir şeyler anlatmak istemiştim ama kimsem yoktu, Mila büyük annesinin yanına gitmiş ve daha henüz geri dönmemişti, bende bir defter buldum ve ona anlattım. Gerçekten işe yaradığını görünce devam ettim. Geleli daha üç gün olmuştu ama sayfa sayım kırkı geçmişti. Önce onu nasıl izlediği, saraya nasıl girdiğimi, sarayda Alex ile yaşadıklarımı, kaçışımızı, ona olan aşkımın nasıl arttığını ve son olarak onu kaybetmekten korktuğum için gerçekleri söyleyemeyişimi, her geçen saniyede pişmanlığın beni mahvettiğini yazmıştım.
Mavi işlemeleri olan beyaz kapaklı defterimi alıp en son kaldığım sayfaya açtım ve bir şeyler karalamaya başladım.
Nefes alıp vermek artık beni zorluyor, her nefeste senin kokunu içime çekememek kalbimi bin parçaya bölüyordu. Bazen keşke hiç saraya girmeseydim diyorum, çünkü birkaç ay önceki Cass, seni ağacın tepesinden izlemekle yetinebiliyordu.
Gerçek seni tanımak, muhteşem kokunu kısa süreliğine de olsa solumak, dudaklarınla mühürlenmek bu keşkelerimi yakıp küle dönüştürüyor. Değdi, tüm acılarıma karşılık tek bir gülüşünü görmek , sana dokunmak, aşkını tatmak her şeye değdi. Ve Tanrı biliyor ya, en başa dönsek sanırım yeniden aynı hataları yapardım. Yine seni izler ve sırf seninle olabilmek için yalanlar söylerdim. Bunun için özür dilemeyeceğim.
Kapım hızla açılınca defterin kapağını hızla kapattım ve gözlerimi sildim. Sara elinde ki kek dolu tabakla kapıda durup sırıtıyordu. '' İki sokak ötede oturan Camel ve annesi bize üzümlü kek getirdi'' dedi ve içinden bir tane alıp yemeye başladı. '' Annem çağırıyor'' Ağzı dolu olduğu için dediklerini zar zor anlamıştım.