Yitirmeden Anlamaz İnsan

6K 219 13
                                    

                                  YİTİRMEDEN ANLAMAZ İNSAN

 Gece telefonumun zırıltısıyla uyandım. Her zaman ki alışkanlığım üzere, bakmadan açtım. “Hı” tarzı bir inleme çıktı ağzımdan. Gecenin bir yarısı bunun çıkabildiğine şükretsin bence. Gerçekten, kim olabilirdi bu saatte arayan? Engin falan mı? Ya da bir sapık? Uyku sersemliğiyle sağlıklı düşünemiyordum ama ya gecenin bir yarısı ya da sabahın bir körü olduğuna emindim. Yani, KİM BU PATAVATSIZ?

 Karşı taraftan birinin nefes alış verişlerinden başka bir ses gelmiyordu. Ama… Erkek nefesiydi bu. Yemin edebilirdim. “Uyuyordun sanırım.” Evet bir erkek. Fakat tanıdık değildi. Şahsen çevremde bu kadar tok ve etkileyici bir ses tonuna sahip birini tanımıyordum. Tanısam kesinlikle hatırlardım. Ne konuşulası bir ses ama. Başka zaman arayamaz mıydı?

 Neler düşünüyorum böyle? Uykulu halimin bir sarhoştan farkı yoktu. Ne kadar zaman geçmişti? Hey, telefon hala açık... O da şu an yalnızca benim nefes alış verişimi duyuyor olmalıydı. Kalan enerjimle ancak “Hı,Hım.” Diye homurdanabildim. Karşıdan cevap gecikmedi. “Tamam, uyumaya devam et. İyi geceler.” Homurtu ve iniltiler eşliğinde telefonu kapattım, komodinin üstüne bırakıp tatlı uykuma geri döndüm.

 Zifiri karanlık… Bir bataklık misali gittikçe içine çekiliyordum sanki. Ve zifiri sessizlik. Öyle bir sessizlik varsa tabi. O kadar korkutucuydu ki. Etrafı görememenin telaşıyla bir o yana bir bu yana dolanıp dururken, bir yerlere çarpma tehlikesine karşı ellerim her yerdeydi. 

 Karanlık… Yoğundur. Karanlığın boşluğu birçok şeyden daha kalabalıktır. Her an önüne çıkabilecek bir şey endişesi. Sana yaklaşacak tehlikeleri görmemek. GÖREMEMEK…

 “Eva!” Mete’nin sesini duyduğumda bir nebze olsun rahatlamıştım. Ama çok uzaktan geliyordu. Ve boğuk… “Mete!” Sesinin geldiğini düşündüğüm yöne doğru hızla ilerliyordum. Koşamıyordum, çünkü düşmekten ve bilinmezlikten korkuyordum. “Eva! Neredesin!” Sesi daha yakında olduğunun habercisiydi. Ama benim iradem buraya kadardı. Bir yandan ağlarken, çığırarak seslendim. “METE! KORKUYORUM!” Onu gittikçe daha yakınımda hissederken tuhaf bir şekilde gerginliğim ve korkum katlanıyordu. Ben hissettiklerime rağmen Mete’yi bulmaya çalışırken, birden önümde bir siluet belirdi. Donup kaldım. Vücudumu bir elektrik dalgası sardı sanki. Öyle tuhaf bakıyordu ki, kaçıp saklanmak istedim. Ama ne kaçacak ne de saklanacak bir yer vardı. Peki, bu zifiri karanlıkta onun gözlerini nasıl görüyordum? Gözlerinin zifiri karanlığını… Nasıl görüyordum? Bilmiyorum. Ama görüyordum. Parlıyorlardı. Sert ve soğuk... Islak ve etkileyici... Ben hala şokun etkisinde orada öylece dikilirken, iri eller gözyaşlarımı yok etti. Ne olduğunu anlayamadan, zifiri sıcaklığı dudaklarımda hissettim. Öptüğü an her yer bembeyaz kesildi. Işık gözlerimi kamaştırdı. Geri çekilip yüzüne bakmak istedim ama ışığa alışamayan gözlerim onu hala bir siluet olarak görüyordu. Bu sefer aydınlık bir siluet.

 Derinlerden gelen boğuk bir melodi sesi duyarken yer ayaklarımın altından kaydı.

 Ah! Rüya olduğunu ancak uyandığımda fark ettim. Telefonun alarmını kapattım. Tanrım, nasıl bir rüyaydı bu böyle? Hayra yoralım, hayır olsun. Böyle bir rüyanın neresinden hayır çıkacaksa artık... Bir süre nefes alış verişimin düzene girmesini bekledim. Nasıl bir histi bu. Aptal aptal gülümsüyordum. Bu hissi saklayabiliyor muyuz? Unutmak istemiyordum. Unutmamalıyım. Ne diyorum ben, kendi ağzıma bir tane geçirdim. Zaten rüyalarımı hep unuturum, gidecek işte.

 Sersemliği üzerimden atmak için lavaboya gidip yüzüme soğuk su çarptım. Evet, Cuma gününün verdiği mutluluğu yaşamaya hazırdım işte!

AYAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin