SEÇ'MECE BUNLAR
Ayaz yürümeye başlayınca arkasından hızlı adımlarla ona yetişmeye çalıştım. Ah, haksızlık. Bacaklarının uzunluğu ona mesafeyi zorlanmadan kapatma imkanı verirken ben elimde tıkırdayan poşetle, bıcır bıcır ona yetişmeye çalışıyordum. Aslında arkasında olmak önünde olmaktan iyiydi. Oldum olası erkeklerin önünden yürümek beni rahatsız etmiştir, çünkü gözlemlerim hiç de edepli yerlerimize hiç de edeple bakmadıkları yönündeydi.
Ayaz birden durunca resmen arkasına tosladım. Sırtına çarpan alnımı ovalarken, Ayaz’ın arkasından çıkıp yanına geldiğimde, karşımda duran yüze şaşkın şaşkın bakakaldım.
Başka bir gün olsa elbette karşımda görmem muhtemel olacağından ve üzerinde takım elbise bulunacağından bu kadar şaşırmayacaktım. Gerçi takım elbisesinde bile spor takılırdı. Seçkin Hoca orta yaş tabirimize merdiven dayamış olsa da; kendine bakan, enerjik ve itiraf etmem gerekirse yaşına göre fazla çekiciydi. Atletik vücudu tüm özelliklerinin üzerine kızarmış ekmek üzerine sürülmüş tereyağı gibiydi. Tamamlayıcı ama gerekli bir unsur... Ve en önemlisi harika bir espri anlayışı vardı! Allah’ım sen Seçkin kulunu yaratırken hangi toprağı kullandın? Bizimkiyle aynı olmadığını düşünüyorum. Hele de yanımdaki odunla kıyasladığımda. Allah’ım bu adam gözüme hiç bu kadar mükemmel görünmemişti. Seçkin hoca şimdi bana evlilik teklif etse, ben döner Ayaz’a teklifte bulunurdum. Nikah şahidim olması için!
“Merhaba gençler!” Seçkin Hocayı, hocalık vasfından çıkarıp bir “Matthew Gray Gubler” olarak görmeye başladığımda, ağzımın açık kaldığını da aynı anda fark ettim. Ağzımı kapattım ve bu sefer konuşmak için açtım. “Hayır, hayır! Bir hoca bu kadar yakışıklı olmamalı, bu haksızlık. Gözlerim kamaştı bakamıyorum!” Ellerimi gözlerimin önünde kapattım efekt hesabı. Seçkin Hoca bir kahkaha patlattı. “Sefil seni, yeni mi fark ediyorsun!” Burnumu sıktı ve devam etti. “Okuldan bir dosya almam gerekiyor. Hazır gelmişken, bekleyin de size bir yemek ısmarlayayım çocuklar.” Ne tatlı ama. “Olur!” “Olmaz!” Ayaz ile aynı anda cevap vermiştik. Hangimizin ki baskındı? İkisi de kendi dalında bir numaraydı. Benimki heves, onunki kararlılık… Hışımla ona döndüm. “Olur.” Diye tısladım. Kaşlarını çattı. Tek kaşı kalktı ve Ayaz’a mı kafa tutuyorsun seni bücür dedi. Omuz silktim ve ekledim. “Ben giderim o zaman.” Seçkin Hoca ikimizin omzuna dokunup yanımızdan geçerken konuştu. “Beş dakikaya geliyorum kararınızı verin.” İki adım atmıştı ki geri döndü. “Selamı unuttun, sefil böcek.” Elini yumruk yapıp, parmağını öptü ve bana uzattı. Aklıma bir an Ayaz’ın ona bu selamı çaktığımda yaptığı edepsizlik geldi ve kan yüzüme nüfuz etti. Hayır, ne alaka şimdi? Çaktırmadım ve selamına karşılık verdim. Hocam da dönüp, uzun bacaklarının uzun adımlarıyla okul sınırlarına girdi.
Bir süre sessizce bekledikten sonra Ayaz beklemediğim şekilde sessizliği bozdu. “Hoca değil bu, dümbeleğin teki.” Kafamı kaldırıp Ayaz’a baktım. Çatık kaşları normal şekillerine döndü ve nezaket icabı da olsa yüzüme bakmadı. Ben de adeta şakıdım. “Bence bir erkekte olması gereken bütün özelliklere sahip, hatta fazlasına!” Cümlem onu püskürerek güldürttü. “Bu adam mı? Demek pezevenklik her erkekte aranan bir özellik olmuş da ben modayı takip edememişim.” Tam bunu söylerken Seçkin Hocayı gördüm ve bir refleks gibi aniden parmağımı dudaklarına bastırdım. “Şşşşşt! Çok ayıp ama ya... Hocana saygılı ol biraz. Geliyor!” Ayaz kaşını kaldırdı ve yüzümdeki bakışları elime kayıp, tekrar yüzüme döndü. Ve ben parmağımın altındaki sıcak ve yumuşak… Aman Allah’ım! Elektrik çarpmış gibi geri çekildim. Gözlerimin fal taşı gibi açıldığına ve yüzüme hücum eden kanın verdiği kırmızılığın varlığına, adımın Eva olduğu kadar emindim. Bu pozisyondan sonra elbette yüzüne bakacak değildim. Çünkü bakarsam, sağ dudağının yukarı kıvrılıp benimle dalga geçişini izlerdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYAZ
Novela JuvenilHarika bir dostluk, Araya giren farklı duygular. Nereden geldiği belli olmayan bir serseri... Gördüğünde içinin ürperdiği o soğukluk; AYAZ... Bir kaybedişin hikayesi... Buz tutmuş kalplerin dahi titremesine sebep olacak.