BİR GÖREV BİR VEDA

7.4K 571 37
                                    


Gökyüzü bile ağlıyordu. İstanbul'un semalarında gezinen kara bulutlar artık taşıdıkları yükü daha fazla barındırmak istemeyerek serbest bırakmışlardı. Sanki insanların buna ihtiyacı varmış gibi de bu günü bulmuştu. Siyah giyinmiş yüzlerce kişi, en az bir duvar kadar soğuk ve ifadesiz yüzlerle yağmurun altında dikiliyordu. Arada yanında şemsiye bulundurmayı akıl edenlerde yok değildi ancak geneli çoktan sırılsıklam olmuştu bile.

Gözyaşlarına karışan yağmur damlaları acıyı uzaklaştırmak ister gibi yüzlerini yıkamaya çalışsa da yenileri kısa sürede yeniden ekleniyordu. Herkesin ağlamak için güçlü bir nedeni vardı. Zaten bu neden getirmemiş miydi bunca insanı böylesine bir günde bir araya?

Yaş toprağı mezarın üzerine sırasıyla atarken kürek elden ele geziniyordu. O kadar seveni olan biri için bir kürek toprak üzerine atmak için adeta yarış vardı. Güney, kendisine düşen kısmı zorlanarak da olsa mezarın üzerine attığında sırasını bekleyen Burak'a uzattı ve gözüne biriken yaşları gözlerini sıkıca kapayarak geri göndermeye çalışırken diğerlerine engel olmamak adına kenara çekilmişti.

O sırada İnci ve oğlu gözüne ilişmişti. Arka tarafta müdürün ailesinin yanında diğerleriyle birlikte bekliyorlardı. Yağan yağmur hiç birinin umurunda değildi. Küçük Cem'in bile. Diğerleri yaşadıkları kaybın acısından yağmuru bile hissetmekten uzakken Cem ise işi oyuna çevirmişti. Islanmaktan oldukça memnun görünüyordu. Tüm acılı yüzlere rağmen o küçük elleriyle yağmurluğunun elverdiği ölçüde yağmuru yakalamaya çalışıyordu.

Kalabalık arasından " Baba!" diye bir feryat duyuldu. Tüm gözler bir anda sesin geldiği yöne dönmüştü. Müdürün eşini çok fazla kişi görmüş değildi. Sadece birkaç özel kişi tarafından uzaktan bile olsa görülmüştü. Bu özel kişiler arasında Güney de vardı. Birkaç kez aile arasında yemek yeme fırsatına ulaşmıştı. Bu yüzden belki de müdürü baba olarak bu kadar benimsemişti.

Acılı kadın eliyle oğlunun omzundan tutarak acısını hafifletmeye çalışmış olsa da çocuğu zapt etmesi oldukça zordu. Yaşı henüz böylesi bir acıyı kabul etmesi için çok gençti. Aslında acıyı kabullenebilecek bir yaş var mıydı ki?

" Yapma oğlum" diye yatıştırmaya çalışsa da küçük çocuk ısrara babasının mezarına yaklaşmak istiyordu. Kadın ne yapacağını bilemez halde birinden yardım ümidiyle sağına soluna bakınırken Güney, çoktan kalabalık arasından sıyrılarak yanlarına yaklaşmıştı bile. Kadınla birkaç saniye göz göze gelmek bile büyük bir acı kalbine hançer gibi saplanıvermişti. Kocasının ne iş yaptığını bilmiyordu. Sadece özel bir kurumda çalışan sıradan bir devlet memuru sanıyordu. Kaybettiği büyük oğlu gibi...

Orhan, müdürün MGS'ye kabul ettiği ilk ve tek çocuğuydu. Bir görev sırasında şehit olmuştu. Annesi onun da ne iş yaptığını bilmiyordu. Trajik bir kazada öldü sanıyordu ancak şu an müdürün ölümüyle birçok şeyin aslında sandığı gibi olmadığını az çok fark ettiğini gözlerinden anlamıştı Güney. Sormamasını dilemişti ve acılı kadın beklediği gibi bir şey sormamıştı. Yaşlı gözlerle gözlerini Güney'in yüzünden çekerek oğluna bakmıştı.

Bunu fırsat bilen Güney, birkaç kez yüz yüze gelmiş olduğu küçük çocuğun önünde diz çöktüğünde kirlenen kıyafetlerini zerre umursamamıştı. Ellerini küçük çocuğa uzatıp kollarından kavrayarak kendine doğru çekti ve onu annesinin güvenli kollarından biraz olsun uzaklaştırmıştı.

Belki bir şehit mezarlığına nakledememişlerdi bedenini. Çünkü onlar isimsiz ve diğerlerinin bilmediği kahramanlardı. Ne kadar zor ve tehlikeli işler içine girmiş olsalar da aslında yoktular. Bu nedenle aynı müdürde olduğu gibi sıradan bir mezar sonları olacaktı. Neler yaptıklarını, nasıl fedakârlıklarda bulunduklarını kimse bilmeyecek ve gurur duymayacaktı onlarla. Bunu zaten en başında kabullenmişlerdi. Bu işe girerken ün peşinde koşmamak ilk vazifeleri olmuştu.

KOD ADI SERİSİ-3 KAN YAĞMURUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin